[vc_row][vc_column][vc_column_text]Çok yönlü bir felsefeci olan Jean-Luc Nancy’nin çalışmaları siyaset felsefesinden sanata geniş bir disiplinler spektrumunu kuşatıyor. 1940 yılında Fransa’da doğan Nancy, Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe alanında eğitim gördükten sonra Strasbourg Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde akademik çalışmalarına devam etti. Ayrıca California ve Berlin Özgür Üniversitelerinde misafir öğretim görevlisi olarak çalıştı. Jacques Derrida ve yapısöküm üzerine çığır açan ‘Les fins de I’homme (İnsanlığın Sonu)’ konferansını gerçekleştirdi. Üretken bir düşünür olan Nancy’nin, doktora tezini savunduğu sırada 12 kitabı basılmıştı.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Jean-Luc Nancy, 2000’lerde ‘Hıristiyanlığın Yapısökümü’ adlı bir çalışmaya başladı ve ele aldığımız kitap da bu çalışmanın fragmanlarından biridir.[/quotes]
Çalışmalarında topluluk düşüncesi, siyasetin doğası, Alman romantizmi, psikanaliz, edebiyat, teknoloji ve sanat gibi alanlarla ilgilenen Nancy, özellikle Renê Descartes, Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Martin Heidegger gibi düşünürlerin etkisinde kalmış, bunların yanı sıra Jacques Lacan, Georges Bataille, Maurice Blanchot ve Jacques Derrida gibi yirminci yüzyılın önemli Fransız düşünürleriyle de ilgilenmiştir. Sanata, özellikle de sinemaya ilgisi bilinen Nancy’nin Abbas Kiyarüstemi sineması üzerine ‘Filmin Apaçıklığı’ adıyla Türkçeye de çevrilen çalışmasının yanı sıra Fransız sinemacı Claire Denis’nin 2001 tarihli ‘Verse Nancy’ (Nancy’e Doğru) ve düşünürün aynı adlı otobiyografik makalesinden uyarlanan 2004 tarihli ‘L’intrus’ (Davetsiz Misafir) filmleri de Nancy düşüncesinin sinematik evrendeki yankılarını meydana getiriyor. Yazarın Türkçeye çevrilen eserlerinden bazıları: Özgürlük Deneyimi (2006), Demokrasinin Hakikati (2010), Tanrı, Adalet, Aşk ve Güzellik: Dört Küçük Konferans (2011), Alman Felsefesi Üstüne Diyalog (2017), Aşırı İnsani Bir Virüs (2021).
1980’lerde geçirdiği kalp rahatsızlığı ve kalp naklinden sonra felsefi üslûbu ve meseleleri büyük bir dönüşüm geçiren düşünür, 2000’lerde ise ‘Hıristiyanlığın Yapısökümü’ adlı bir çalışmaya başladı ve ele aldığımız kitap da bu çalışmanın fragmanlarından biridir. Nancy, ilerleyen yaşına rağmen entelektüel/akademik üretimine devam ediyor.
Din – Sanat İlişkisi
İsa, ‘bana dokunma!’ dedi. ‘Çünkü daha Baba’nın yanına çıkmadım. Kardeşlerime git ve onlara söyle, benim Babam’ın ve sizin Babanız’ın, benim Tanrım’ın ve sizin Tanrınız’ın yanına çıkıyorum’ (İncil: Yuhanna 20:17).
Tarih boyunca insan, dinin yanı sıra sanat yoluyla da bu dünyadaki varlığına anlamlı, tinsel bir öz katabilme çabasında olmuştur. Peki, her şeyin metalaştırılıp kullanım değerine indirgendiği ve tek geçerli ölçütün piyasa kuralları olduğu günümüzde sanat, insanın bu ontolojik arayışına bir katkı sağlayabilir mi? Bu sorunun imlediği şey, rasyonel bir temeli bulunmayan tüketim arzusunun insanın anlam arayışlarını boğduğu, sanatın da bundan nasibini alarak artık hakikatin peşine düşmediği bir çağda yaşadığımız gerçeğidir. Değer araştırması yapamayan bir sanatın ise günümüz insanının varoluşuna anlamlı bir katkı yapabilmesi olanaklı görünmüyor. İşte, Jean-Luc Nancy’nin yakınlarda yayımlanan ‘Noli Me Tangere: Bedenin Kaldırılması Üzerine Deneme’ adlı çalışması, hakikate ulaşmaya çalışan bir düşünürün, din-sanat ilişkisinden hareket ederek, iman ile inanç arasında ayırt ettiği keskin denebilecek farkı serimleme çabası olarak dikkati çekiyor.
Hz. İsa’nın hayatı ve hikâyesi, Doğu ve Batı Hıristiyanlığının dinî ikonografi geleneklerinde olduğu kadar Avrupa’nın resim geleneğinde de sıkça temsil edilmiştir. Ressamların yanı sıra heykeltıraşlar ve müzisyenler de İsa’nın rahme düştüğü haberinden bu dünyadan ayrılışına kadar uzanan bu dinî anlatının her ânını çalışmalarında motif olarak kullanmışlardır. Ayrıca ‘noli me tangere! (bana dokunma!)’ meselini (1) tasvir eden resimlerin imgesel katmanları birçok sanat kuramcısı tarafından da yorumlanmıştır. İşte Nancy, çalışmasıyla Hz. İsa’nın dirilişinden hemen sonra mezarı başında ağlayan Mecdelli Meryem’e görünmesini ve ona söylediği ‘bana dokunma!’ uyarısıyla işaret edilen imanı anlamaya çalışarak farklı bir kutsal metin okuması yapıyor. Bu dinî sahnenin resim sanatındaki farklı yorumlanışlarından hareket ederek felsefi ve teolojik bir tartışma yürütüyor.
Nancy’e göre ‘bana dokunma!’ gibi meseller dinî hakikati tasvir etmenin tarzlarıdır. Bu kapsamda İncil anlatısının da tümüyle bir mesel olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Hz. İsa, tüm hayatı ve öğretisiyle hakikatin bir temsilidir, onu tasvir eder ve böylece bizâtihi varlığıyla mesel hâline gelir. Onda sadece ‘bir peygamber tarafından ifade edilen hakikatlere değil, aynı zamanda tekil ve benzersiz bir hayat ya da varoluş olarak hakikatin fiili sunuluşuna da iman edilir’. İlahî söz, temsilden, tasvir ya da imajdan ayrı değildir. Hakikatin asli muhtevası, ilahî sözün kendini tasvir etmesi, sunması, temsil etmesidir. Bu sebeple Hz. İsa’nın hayatından bir sahnenin anlatıldığı bir resim ya da ikona dinsel hakikate aracılık ederek onun bir temsilini ifade eder. Dolayısıyla Hıristiyan geleneğinde görsel temsil dinsel hakikatin bir tasvirini, âdeta onun bir uzantısını meydana getirir. Görüldüğü üzere Nancy, Hz. İsa’nın hayatıyla dinî ikonografi arasında imajın dinî hakikati temsili bağlamında bir aracılık olduğunu söylemektedir.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”center”]Dolayısıyla ‘bana dokunma!’, inanmak için görüp dokunmayı aşan bir imanı imlemektedir. Hz. İsa, dirilişine kanıt isteyen havarisi Tomas’a söylediği ‘beni gördüğün için mi iman ettin? Görmeden iman edenlere ne mutlu!’sözü tam da Nancy’nin inanç ile iman arasında ayırt ettiği bu farkın bir ifadesidir.[/quotes]
John Berger, tüm imgelerin insan yapısı olduğunu vurgulayarak inandıklarımızın nesneleri görüşümüzü etkilediğini belirtir (2). Sözü edilen dinî kıssada geçen bu sahne de görme etrafında organize edilir. Batı resim sanatında ve dinî ikonografi geleneğinde bana dokunma!’ meseli birçok kez yeniden canlandırılmıştır. Nancy’e göre ressamların, Hıristiyan teolojisinde önemi nispeten hafif sayılabilecek bu olayın üzerinde durmalarının sebebi, sözü edilen meselin, ‘görmenin bilhassa hassas ve karmaşık bir tekrarını sahneye koymasıdır’. Rembrandt’tan Dürer’e sayısız ressam, ‘bana dokunma!’ sahnesini farklı şekillerde yorumlamışlardır. Bu resimler bize dinî bir mucizenin sanat yoluyla yorumlanışının varyasyonlarını sunar. Resimlerin birçoğunda Mecdelli Meryem’e Hz. İsa’nın bir bahçıvan olarak görülmesi ve Meryem’in onu ilk etapta tanıyamaması yorumlanır. Meryem, dirilen Hz. İsa’yı görmüştür. Lâkin aslında mevcut olmayan görülmektedir.
Ressamlar, çoğu kez bahçıvan konusunu Hz. İsa’yı genelde bu mesleğin gereçleriyle donatarak yorumlamışlardır. “Dürer’in resimlerinde dirilen İsa’nın yüzünün gölgede bırakılması, muhtemelen hatlarını seçmekte yaşanan güçlüğe işaret etmek içindir”. Buna karşın temsildeki kürek ya da şapka, onun bahçıvan olduğunu sanan Meryem’in muhayyilesine aittir ve görüntüde inancın ya da yanılsamanın temsilidir. İmana gelince, tam da o ‘hiçbir inancın sağlayamadığı ya da aldatamadığı/esirgeyemediği şeyden ileri gelmektedir’.Dolayısıyla ‘bana dokunma!’, inanmak için görüp dokunmayı aşan bir imanı imlemektedir. Hz. İsa, dirilişine kanıt isteyen havarisi Tomas’a söylediği ‘beni gördüğün için mi iman ettin? Görmeden iman edenlere ne mutlu!’sözü tam da Nancy’nin inanç ile iman arasında ayırt ettiği bu farkın bir ifadesidir. İman için tanıdık olana değil, Mecdelli Meryem gibi meçhule inanıp güvenmek gerekir. İman ile inanç arasındaki fark işte bu noktada ayırt edilir.
Batı resim sanatında dinî metinde olduğundan daha görkemli şekilde tasvir edilen bu sahne, ’dirilmenin gelişinin olağanüstü olmaktan ziyade doğal, şâşaalı olmaktan ziyade tanıdık karakterinin etrafında düzenlenmiştir’. Tasavvufta ‘nefis keramet ister Allah ise istikamet…’ gibi gayet sade şekilde ifade edilen bu hakikate göre ‘inanç ihtişamlı bir şey bekler ve gerektiğinde onu icat eder. İman ise, sıradan göz ve kulak için sıra dışı hiçbir şey yokken görmekten ve işitmekten ibarettir’. Dolayısıyla iman, dokunmadan, kurcalamadan görmek ve işitmektir. Görülmeyeni görmek, işte ‘bana dokunma!’nın işaret ettiği hakikat budur. Tümden benzer olmasa da İslam geleneği de iman ile inanç arasında bir fark ayırt etmektedir. İman, inanmanın yanında bilmeyi ve mutmain olmayı da içeren daha kompleks bir ruhani süreç ve bağlanıştır.
Resim Sanatı Üzerinden Felsefi-Teolojik Okumalar
Filozoflar kimi kadîm sorulara cevap bulabilmek adına sanatın aracılığına ihtiyaç duyarlar. Hiç kuşkusuz sanatçılar da felsefeyle ilgilidir ve eserlerine felsefe, teoloji ve başka birçok disiplin aracılığıyla derinlik katmaya çalışırlar. Böylece sanatçılar ve filozoflar birbirinden farklı güzergâhlar kullanarak insanlığı çevreleyen karanlıkları aydınlatmaya çalışırlar ve kimi zaman ortak bir ereğe doğru hareket ederler.
İşte Nancy, bu çalışmasıyla bir filozof olarak o karanlığın ötesini sanat yardımıyla keşfe çıkıyor. Çalışması boyunca İncil’den aktardığı bir mucizenin Batı resim sanatındaki yorumlanışlarından hareketle felsefi/teolojik bir tartışma yürütüyor. Çalışmasında ele aldığı dinî fenomen ve onun Batı resim sanatındaki yankılanışları düşünür için inanç ile iman arasında ayırt ettiği radikal farkı serimlemek için zengin bir içerik sağlamaktadır. Dinin rasyonel ve soğuk insan aklının sınırları kapsamında ele alındığı, ‘mesellerin, menkıbelerin ve evliya tezkirelerinin adeta masal olarak kabul edildiği günümüzde’ Nancy, dinî ikonografi ve Batı resim geleneğinde tasvirin hakikati temsil kapasitesine vurgu yaparak ‘imanın inanca indirgenişinin eleştirisini’ ortaya koymaya çalışıyor.
‘Noli Me Tangere: Bedenin Kaldırılışı Üzerine Deneme’ okuruna farklı bir teolojik okuma yapma imkânı sunan ve bu çabasını felsefe ve sanat tarihinin perspektifleriyle derinleştirmeye çabalayan ilgi çekici bir çalışma. Ayrıca Nancy’nin düşün dünyasını merak eden ve felsefe, Hıristiyan teolojisi ve sanat tarihine ilgi duyan okurlar için de dikkat çekici bir inceleme niteliğinde.
Not: Son olarak bir parantez de kitabın Türkçe çevirisi üzerine açmak istiyoruz. Ele aldığımız çalışmanın, çeşitli imlâ yanlışlarının yanı sıra metne nüfuz etmeyi zorlaştıran bir Türkçe çeviriden de muzdarip olduğunu söyleyebiliriz.
Dipnotlar:
(1) İncil metinlerinde Hz. İsa’nın hayatı, sözleri ve mucizelerinin anlatıldığı örnek alınacak hikâyeler.
(2) Berger, John, “Görme Biçimleri”, s. 8, (Çev. Yurdanur Salman), İstanbul: Metis Yayınları, 2018.[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]