[vc_row][vc_column][vc_column_text]Biraz heyecanla, biraz korkuyla, eşyanın, insanın ve hareketliliklerinin dönüşümünü konuşuyoruz. Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırdığı anlatıdan, insanın yerini aldığı, hatta ötesinde insanı değiştirdiği ve bambaşka bir varlığa dönüştürdüğü bir anlatıya gelmiş durumdayız. Aralıklarla önümüze düşen maharetlerini sergileyen robotlar, insanla bir birey gibi etkileşime geçebilen yapay zekâlar kadar, hemen her gün kullandığımız cihazlar ve uygulamalarla teknolojiyi hayatımıza yerleştirmeye devam ediyoruz. Hayatımızdaki varlıklarını tanımlama, imkânlarıyla birlikte getirdikleri problemleri sindirme, kullanımlarının devletler ve sosyolojiler arası eşitsizlikleri derinleştirmesi gibi konularda yaşamımıza girdikleri hızda çözümler üretemiyoruz. Problemler birikiyor, öteleniyor, biz farkına varmadan kördüğüme dönüşebiliyor. İşte bu makalede, insan-makine etkileşimine teorik bir zeminden yola çıkarak günümüz uygulamalarına doğru netleştirici bir perspektif sunmayı, belli başlı kırılma noktalarına değinmeyi umuyorum.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]İnsan ürettiği teknolojilere dönüşürken, teknoloji giderek insanlaşıyor.[/quotes]
Bourdieu’nun sosyal pratik teorisinden ve sosyal yapılandırmacı yaklaşımlardan yola çıkan bir grup araştırmacı, her varoluşun temeline eylemi ve hareketi koyarak, öznelerin, nesnelerin ve pratiklerin ontolojik olarak birbirini eylemle inşa ettiğini ifade ediyor. Buna göre, pratiklerin (eylem ve hareketlilik) bireyleri ve nesneleri var ettiği gibi, insanlar nesneleri, nesneler de insanları, etkileşimleri ile var ediyorlar. Basitleştirirsek insan teknoloji yapıyor, teknoloji de yeni insanı yapıyor. Mesela, tekerleği işlerimizi kolaylaştırdığı için yapmış, kullanmış olsak da tekerleğin hayatımızda oluşu nedeniyle bugün İstanbul’da temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yaklaşık 12 milyon insan tekerlek kullanarak mobilize olmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla tekerleği, sağladığı imkânlar, oluşturduğu yaşam pratiği, alışkanlığı ve sosyokültürel alan (habitus) ile birlikte düşündüğümüzde yeni insanı var eden bir nesne olarak tanımlayabiliriz. Bu pratik, hayatımızdaki her nesne için uyarlanabilir. Sonuç olarak insan, nesneler dünyasını değiştirerek teknoloji ürettiği kadar, teknoloji de insanı ve sosyokültürel alanı değiştiriyor. Günümüzde bundan farklı olarak insan, nesneleri insana özgü özellikler yükleyerek değiştirebiliyor. Böylece insan ürettiği teknolojilere dönüşürken, teknoloji giderek insanlaşıyor.
Bahsedilen yeni insanın ve yeni teknolojinin varlığını ele alıp anlamaya, tanımlamaya çalışırken, insan bilinci ve davranışı üzerinden devam etmek yerinde olacaktır. Çünkü insan teknoloji üretirken pratik amaçlar peşinden ilerlese de, kendi varlığına sosyokültürel olarak yeniden anlam yükleyebildiği, bir nevi kendini yeniden var edebildiği gibi, ürettiği yeni teknolojilere de bir anlam atfetme, yeniden tanımlama, değerlendirme yetisine sahiptir. Posthümanizm ve transhümanizm kavramlarının doğuşu ve bu makale dâhil fikriyatının değerlendiriliyor olması bile, insanın üstbiliş (metacognition) kabiliyetinin bir ürünüdür, olana yeniden anlam yükleme ve yeniden var edebilme imkânı verir. Böylece gelişimi ve ilerlemeyi, doğru olduğuna inandığımız ya da fayda elde edeceğimiz doğrultuda kontrol edebilme gücüne sahip oluruz.
Neoliberal pazarda yok olmamaya ve büyümeye çalışan bir şirketiniz varsa, ürettiğiniz yeni ürünlerin insanlığı değiştirdiğini, medeniyeti yeniden inşa ettiğini söylemek iyi bir pazarlama ve anlam yükleme stratejisi olabilir. Benzer şekilde devletiniz, iletişim ihtiyaçlarını karşılamak için dünya yörüngesine gönderdiği uyduyu halkına anlatırken, dünyanın en gelişmiş teknolojilerine sahip olduklarını söyleyerek siyasi bir kazanım için anlam yükleyebilir.
COVID-19 ve Komplo Teorilerinin Yaygınlığı
Anlamın, söyleme, inanca, bireysel ve sosyokültürel birçok faktöre göre çeşitlenebileceği söylenebilir. Buna karşın insan davranışlarını birleştiren, küreselleşen ve giderek tek tipleşen yaşam dinamikleri ve biyolojik duyarlılıklar, toplulukların belli koşullarda nasıl davranışlar sergileyebileceğini öngörülebilir kılmaktadır. Bunun en güncel örneğini COVID-19 salgını sırasında salgının kaynağı, biyolojik savaş, aşılama ve çiplenme gibi dezenformasyonun ve komplo teorilerinin yayılma hızındaki ve yaygınlığındaki artışla yaşadık. Tehdit algısının, belirsizliğin ve genel anksiyetenin yüksek hissedildiği şartlarda, toplulukların ulaşabildikleri ilk bilgiye ya da komplo teorisine inanma ihtimalleri artıyor. Dolayısıyla insan doğasını değiştirmek, insansı robotların günlük hayatta kullanımı, her işimizi algoritma ve yapay zekâlara teslim etmek, her adımımızın böylece kaydediliyor oluşu gibi “her şeyi” değiştirmeyi vadeden gelişmeler, anlam yüklemeler, getireceği imkânlar bir yana çoğumuz için tehdit ve kaygı unsuru olarak değerlendiriliyor. Bazıları ise, bilim ve teknolojinin kullanımı ile kaçınılmaz olarak insanın bir posthüman’a (insan ötesi insana, yeni insana) dönüşeceğini, kötüye kullanım ihtimallerine bakarak getireceği ölümsüzlük, artırılmış zekâ, beden modifiyesi gibi imkânları kullanmanın ve yeni bir insanı, yeni bir medeniyeti inşa etme özgürlüğünün engellenemeyeceğini savunmaktadır.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Transhümanist ilerlemeleri, yalnızca bireylerin yaşamlarını geliştirmek için talep edebilecekleri bireysel bir hak ve özgürlük olarak görmek gerçekçi bir tutum olmayacaktır.[/quotes]
İnsan eliyle yapılan ilk tekerleğin döne döne süzülüşüne tanık olan insanların coşkusu, gururu ve başarısı ile, tekerleği gören diğer insan ve canlıların şaşkınlığını, korkusunu, belki dehşetini aynı tabloda değerlendirdiğimizde benzer bir polarizasyonu görmek mümkün olabilir. Bugün kendilerine Musketeers adını veren Elon Musk hayranları, Musk’ın yaptıklarıyla dünyayı kurtaracağına ve geleceğin medeniyetini kuracağına inanıyor. Diğer kanatta ise Musk’tan nefret edenler ve transhümanist ilerlemelerin insanlığın mevcut problemlerini çözülemeyecek kadar derinleştireceğini düşünenler yer alıyor. Tür olarak varlığımıza dair umutların ve korkuların etrafında kutuplaştığımız, gelişmeleri kontrol etmeye çalıştığımız dönüm noktası bir konuya dair nasıl fikir yürütmek, nasıl bir duruş sergilemek daha yapıcı sonuç verebilir?
Elbette bu soruya yanıt olabilecek insani teknoloji alanında çalışmalar yapan girişimciler ve kötüye kullanım risklerini azaltacak politik ve hukuki düzenlemeler üzerine çalışan komisyonlar, araştırmacılar var. Bu makale özelinde toparlanacak olursa, ürettiğine dönüşebilen, başka bir tür olmaya doğru ilerleyen insanın, ilerlemesine yüklediği anlamlar, bunların uyandırdığı umutlar ve korkular ile baş edebilmesi için; posthümanizme geçişin farkındalığı, insan türünün tamamını etkileyen bir konuda başkalarını etkileyecek kararlara ve girişimlere kalkışmadan, neyin istendiği, nerede durulacağı, yeni kuralların ve etik yönergelerin neler olacağı, kimlere bu konularda yetki verilerek eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, problemlerin giderilebileceği gibi konuların netleştirilmesi gerekiyor. Transhümanist ilerlemeleri, yalnızca bireylerin yaşamlarını geliştirmek için talep edebilecekleri bireysel bir hak ve özgürlük olarak görmek gerçekçi bir tutum olmayacaktır.
Distopyalar ve Geleceği Anlama Çabası
Bu teknolojileri geliştiren, kullanan şirketler ile politik kazanımlar için kullanan devletler göz önüne alındığında, şeffaflık, gizlilik, dürüstlük başlıkları altında kötüye kullanımın sürdüğünü görebiliyoruz. Araştırmacılar, devletlerin ve yasal organizasyonların şirketler tarafından domine edilmesinden ötürü, konu hakkında politika geliştirmenin ve yasal düzenlemeler yapmanın zorlaştığını ifade ediyor. Bu durumda, duygulara, polarize olarak büyük yüklemelerle konuya yaklaşmak yerine, görünürde netleştirilmesi gereken konularda politikaların ve prosedürlerin geliştirilmesi üzerine çalışmak daha uygun olacaktır.
Bilinmeyen bir geleceği kontrol edebilme, onu sindirme ve anlama, ona uyumlanma çabasına aslında yabancı sayılmayız. Temelde belirsizliğin olduğu koşullara, daima kaygı ve muhtemel tehditler eşlik ettiği için, kurgu edebiyatta gelecek konu edildiğinde distopyalar ön plana çıkmıştır. Şüphesiz her biri, insana ve gidişatına dair mevcut durumda gördüklerini bir araya getirerek olan biteni daha çarpıcı şekilde anlamlandırabilmeyi sağlamıştır. Bugün hâlen eserlerinden istifade edilen iki bilimkurgu ustasından alıntı yaparak bu metni noktalamak istiyorum. Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sı ve Herbert’in ‘Dune’u, geleceği anlamlandırma çabasına, insanın ne olduğu ve ne olmaması gerektiğine dair çok temel noktalara dokunmuştur. Geleceği düşünenler için ilham olması dileğiyle…
Aldous Huxley:
“Çünkü bizim dünyamız Othello’nunkiyle aynı değil. Çelik olmadan araba yaratamazsınız- aynı şekilde, sosyal çalkantı olmadan da trajedi yaratamazsınız. Dünya şu anda istikrara kavuşmuş durumda. İnsanlar mutlu; istediklerini alıyorlar ve ulaşamayacakları şeyleri de asla istemiyorlar. Refahları yerinde, emniyetteler, hiç hastalanmıyorlar, ölümden korkmuyorlar, ihtiras ve ihtiyarlıktan habersiz ve bundan da çok memnunlar; veba gibi bir illet olan anne ve babaları yok; güçlü duygular hissedecekleri eşleri, çocukları ve sevgilileri yok; şartlandırmaları uyarınca davranmaları gerektiği gibi davranmak zorundalar. Herhangi bir sorun çıkması durumunda da soma (mutluluk hapı) var. Siz de tutup, özgürlük adına pencereden savurdunuz, Bay Vahşi. Özgürlük! Güldü. Bir de Deltaların, özgürlüğün ne olduğunu bilmelerini bekliyordunuz! Şimdi de Othello’yu anlamalarını bekliyorsunuz! Vah güzel çocuğum vah! (…) Othello elbette güzel; fakat istikrar karşılığında ödememiz gereken bedel işte bu. Mutluluk ile eskiden insanların güzel sanatlar dediği şey arasında seçim yapmak gerekiyor. Biz, güzel sanatlardan fedakârlıkta bulunduk. Onun yerine duyusal filmlerimiz ve kokulu orgumuz var” (1).
Frank Herbert:
“Sonsuz savaş, tüm devirlerde birbirine benzeyen kendi sosyal koşullarını doğurur. İnsanlar saldırıları uzaklaştırmak için daimî bir uyanıklık durumuna girer. Otokratın mutlak hükmü ortaya çıkar. Tüm yenilikler, tehlikeli sınır bölgeleri haline gelir; yeni gezegenler, sömürülecek yeni ekonomik alanlar, yeni fikirler ya da cihazlar, yeni ziyaretçiler, her şey şüphe altındadır. Feodallik, kimi zaman bir politbüro veya benzeri yapı halinde olsa da daima kök salar. Hükümdarlık babadan oğula değil, güç hatları doğrultusunda geçer. Güçlünün kanı hükmeder” (2).
Dipnotlar:
(1) http://www.ithaki.com.tr/urun/cesur-yeni-dunya/
(2) https://www.bilimkurgukulubu.com/edebiyat/frank-harbertten-aforizmalar/
Yazı önerimiz: Temel Hazıroğlu: “Katılım Ekonomisi, Üretimde, Paylaşımda ve Tüketimde Adaletli Bir İktisadi Düzen Öneriyor”[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]