[vc_row][vc_column][vc_column_text]Öncelikle yaptığınız kapsamlı çalışma hakkında konuşalım. Böyle bir araştırmaya girme motivasyonunuz neydi? Süreç içinde yaşadığınız zorluklar oldu mu? Ve neden İsmailağa ile Cerrâhîleri çalışmak istediniz?
Aslında motivasyonum lise yıllarıma dayanıyor. İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Lise yıllarımdan itibaren kafamda birkaç tane soru vardı. Bunlardan biri kadının dindeki yeriydi. ‘Kadın konusu’ ilgi alanımdı. İkincisi de dinî gruplardı. O zaman dinî grup olarak adlandırmasak da etrafımızda gördüğümüz bazı sohbet grupları vardı. Şunu belirtmek isterim; çok kitabî bir dindarlıkla büyüdüm. Babam ve annem çok okuyan insanlar; o yüzden benim aslında yabancı olduğum bir alan dinî grupların olduğu sohbetler, gruplar. Ebeveynlerim hem dindar hem de çok ciddi okuyan, araştıran insanlardı fakat herhangi bir dinî grup aidiyetleri, herhangi bir cemaat veya tarikat aidiyetleri yoktu.
Her zaman ilgimi çeken bir şey vardı bu gruplarda: ‘Kadınları buraya çeken ne? Ne buluyorlar burada? Neden buraya yöneliyorlar?’ gibi sorular soruyordum. Ayrıca muhafazakâr bir camiada yetiştiğimiz ve memleketim de yine oldukça muhafazakâr bir popülasyona sahip olduğundan kimi toplumsal cinsiyet rolleri, erkeklerin ve kadınların konumlandırıldıkları yer ile ilgili soru işaretleri vardı kafamda. Dolayısıyla muhafazakâr kesimdeki kadınlar ve dinî gruplar lise yıllarımdan itibaren ilgimi çeken konulardı. Benim gençlik idealim aslında bu çalışma. 28 Şubat yasakları sebebiyle bir süre çalışamadım kamuda. İlahiyat Fakültesini bitirdikten sonra akademik çalışma yapma hedefim hep vardı fakat 28 Şubat yasakları sebebiyle devam edemedim. Evlendim, çocuklarım oldu, öğretmenliğe başladım, çocuklar biraz büyüyünce de o gençlik ideallerimi gerçekleştirme arzusu depreşti.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Bu iki dinî grubu çalışmanın hem bana çok farklı ufuklar açması bakımından hem de farklı farklı güzergâhlarda olan dinî grupların profilini çizmek adına iyi bir tercih olduğunu gördüm.[/quotes]
Son olarak neden İsmailağa Cemaati ve Cerrâhîler derseniz, size şunu söyleyebilirim; bu iki cemaati çalışmamın aslında birkaç nedeni var. Öncelikle, İstanbul’da yaşıyor olduğum için İstanbul merkezli iki grubu çalışmak benim için çok daha fonksiyonel ve pratik bir şey olacaktı. Anadolu’nun farklı yerlerinde ilgimi çeken başka gruplar vardı ama benim yaşadığım yerin İstanbul olması birinci neden. İkinci neden, birinin medyatik olarak çok meşhur olması, yani çok görünürlüğü var. Benim bu çalışmaya başladığım yıllarda siyasi atmosferdeki rahatlık sebebiyle sosyal medya veya görsel medyada dinî grup temsilcisi anlamında çokça gördüğüm figürler var. İsmini zikretmemde çok sakınca yok, zaten kitabımda da yer veriyorum -kendileri de bu durumla ilgili bir çekince belirtmiyorlar- Cübbeli Ahmet Hoca ve birkaç kişi daha medyada dikkatimi çeken isimlerdi. Kadınla ilgili söylemleri özellikle.
Bunlara mekânsal olarak çok yakın olan Cerrâhî grubunu biraz akademik çevreden, sanatsal faaliyetlerle uğraşan bir çevreden dolayı tanıyordum. Birbirlerine bu kadar yakın mekânlarda olmalarına rağmen nasıl bu kadar zıt bir dindarlık tezahürüne ve bu kadar zıt kadın algısına sahipler bu benim ilgimi çekmişti. Çalışmaya başlamamın ilk adımları böyle olmuştu ama araştırma sürecinde gömülü teori çalışmaya karar verdim. Çünkü beklediğimden daha karmaşık bir şey vardı karşımda ve gördüm ki hakikaten iyi bir yere dalmışım. Kısaca izah etmem gerekirse; gömülü teori, bir çalışmaya herhangi bir hipotezle başlamamak, sahada elde ettiğimiz verilerle bir teori oluşturmaya çalışmaktır. Bu iki dinî grubu çalışmanın hem bana çok farklı ufuklar açması bakımından hem de farklı farklı güzergâhlarda olan dinî grupların profilini çizmek adına iyi bir tercih olduğunu gördüm.
Çalışmanızda görüştüğünüz kadınları İsmailağa Cemaati ve Cerrâhîler gibi zümrelere bağlanmaya sevk eden süreçler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Buna şu şekilde cevap verebilirim: Çalışmam için her yaş grubundan insanla görüşmeye çalıştım elimden geldiğince. İsmailağa Cemaati’nde üst düzey hocaların eşleri ve meslek sahibi kadınların daha farklı bir sosyokültürel çevresi olsa da bu gruba mensup kadınların sosyoekonomik ve kültürel profili genel olarak ortanın altı ve ortaya yakın. Benim tespit edebildiğim, bu kadınların çoğu orta yaşlı ve İstanbul’a evlendikten sonra gelmiş insanlar. Gençler ise zaten anneden dolayı cemaatle bir aşinalık içerisindeler, yani o dinî atmosfer içinde büyümüşler. Dolayısıyla Anadolu’nun farklı şehirlerinden İstanbul’a gelen bu kadınlar, sosyolojide ifade edilen sıcak, birebir cemaat ilişkilerini, memleketlerindeki o yakın ilişkileri arıyorlar buraya gelince. Burası bir metropol ama o alıştıkları ilişki sistemini, o yakınlığı devam ettirmek istiyorlar.
İçlerinde 1,5 sene kadar araştırma yapabildiğim mahalle sohbetleri benim muazzam ilgimi çeken bir konuydu. Her ilçede bir yapılanmaları, neredeyse her mahallede muhakkak bir sohbet evleri veya kursları var. O yüzden mahalledeki ‘kadın sohbet hocası’ aynı muhitte oturuyorsa mahalledeki kadınlar da çok iyi tanıyor onu. Aynı zamanda onlarla iç içe, normal, günlük komşuluk ilişkilerini de yerine getiriyor. Dolayısıyla ilk başta bu kadınları cemaate çeken şey sıcak bir ilişki aramaları.
Dinî Gruplar Okul Harici Alternatif Bir Sosyalleşme Alanı Olarak Görülüyor
Bu kadınların çoğu başlangıçta Kur’an okumayı bilmiyorlar, eğitimli de değiller. İlköğretim seviyesinde bir eğitim ortalamaları var. Öncelikle dinlerini öğrenmek arayışındalar. Bu doğrultuda ilk önce Kur’an okumak, Kur’an-ı Kerim’in Arapça tilâvetini öğrenmek istiyorlar. Dolayısıyla bu yönelme ile başlıyor. Ondan sonra farklı şeyler onları cezbetmeye başlıyor. Meselâ sohbetlerde çarşafa çok büyük bir vurgu var; çarşaf giymenin tesettürün en güzeli olduğu, çarşaf giyenlerin cennetteki makamları, çarşaf giyenlere cemaat liderinin atfettiği anlam, onlara ettiği dualar, peygamberin eşlerinin ve kızlarının da sahabe hanımlarının da sadece çarşaf giydiği, tek parça örtündüğü gibi atıflar bu kadınların kendilerini değerli hissetmelerini sağlıyor; yani çarşaf giydiğim zaman en dindar, en değerli kadın ben olacağım duygusu oluşuyor.
Bir de, aile içinde sıkıntıları varsa, eşinden değer görmüyorsa bu da etkili oluyor. Evlilik yüzünden problem yaşayan, yoksulluk sebebiyle, maddî olanakları kısıtlı olduğu için herhangi farklı bir sosyal çevre edinemeyen kadınlar için orası bir sosyalleşme mekânı aynı zamanda. Dolayısıyla birkaç etken var katılmalarını sağlayan. O etkenler birleşiyor ve bir hazır bulunuşluk oluşturuyor katılımcıda. Gruba girdikten sonra bu kadar anlam yüklü ifadeler kurulduğu için de çarşafa girdiği andan itibaren çok muazzam bir değişiklik hissedeceklerini düşünüyorlar. Dolayısıyla ailevî sıkıntılar, sosyalleşme ihtiyacı, dinî bilgi öğrenme ihtiyacı ve arzusu bu kadınları gruba, mahalle sohbetlerine, mahalledeki kurs hocasına yönlendirmiş oluyor.
Genç kızlar da çocukluktan itibaren anneleriyle birlikte bu ortamı tanıdıkları için, ortama yabancı değiller, ortamı seviyorlar. Bir de ‘kızlarınızı okutmayın; ya medreselerde okutun, çarşafla okutun, çarşafla giremeyecekleri okullara göndermeyin, erkek hocanın olduğu yere göndermeyin’ söylemleri var. O zaman da çocukların aklına burası alternatif bir kurum gibi geliyor. Çünkü anne babasının da okutmaya çok merâkı ve imkânı da yoksa çocuk, okula gidemese de yabancı insanın olmadığı, kendisini böyle tanıdık bir ortamda hissedeceği bir yerde bulunmuş oluyor. 11-12 yaşındaki bir çocuktan bahsediyoruz. O yaşta bir çocuk kendisini bekleyen şeyin ne olduğunu çok kestiremez. Dolayısıyla görüştüğüm genç kızların da böyle bir yönelimi vardı.
Ayrıca azınlık da olsa dine dönüş öyküsü olanlar var. Yani şöyle söyleyelim; din değiştirme diyemeyiz buna ama bir dine dönüş var. Anne babadan dolayı dindar bir kimlikten geliyor, ama ibadetlerini hakkıyla yerine getirdiğine inanmıyor, tesettürü layıkıyla yerine getirdiğine inanmıyor. Oradaki o nafile ibadet veya fıkhî detay vurgulu din söylemi ve ‘çarşaf giydiği zaman en üstün kadın sen olacaksın, peygamberin kızları ve eşleriyle eşdeğer bir hanım olacaksın’ söylemi çok cazip geliyor. İlk önce kadınları cemaate yönelten yakın ilişkiler, sonrasında farklı olma ya da daha dindar olma isteğine dönüşüyor.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Her iki tarikatta da rüyaların bir fonksiyonu var gruba girme, dâhil olma sürecinde ama Cerrâhî tekkesindeki biraz daha farklı; rüyasında görüyor direkt. Dolayısıyla biraz daha metafizik bir yönlendirme ile geldiğini düşünenler vardı.[/quotes]
Cerrâhîlerdeki yönelim de akraba, komşuluk gibi yakın ilişkilerle oluyor. Fakat orada farklı bir şey var ilgimi çeken. Tekkede duyduğum birkaç tane öyküden bahsedeyim size: ‘Rüyamda tekkeyi gördüm’ söylemi çok güçlü bir söylem. Burada tekke ortamında karşılaştığınız kişilere ‘nasıl geldiniz? Neden burayı tercih ettiniz?’ diye sorduğunuzda, ‘ben seçmedim ki burası beni seçti’ söylemiyle karşılaşıyorsunuz. Meselâ bu çok güçlü bir söylem. Benim karşılaştığım insanlar bu deneyimlerinden sitayişle bahsediyorlar. ‘Ben rüyamda gördüm’ veya ‘burası beni çağırdı’. Hatta mühtedilerden, Avrupalı yabancılardan Müslüman olmayı tercih edenleri orada görebilirsiniz. Birkaç tanesi meşhurdu da kadınlar katında. Erkekler tarafını bilmiyorum, daha doğrusu erkekler tarafında da vardır ama onlarla mülâkat yapmadım.
Kadınlar arasında ‘hiç aklımda yokken, bir arayış içinde değilken, bir gün tekkenin kapısını gördüm. Önceki vefat etmiş olan Efendi’yi gördüm rüyamda ve buraya geldim’ gibi öyküler anlatılır. Bir Almanın taksiciye Cerrâhî tekkesine gitmek istediğini söylediği, neden oraya gitmek istediği sorulunca da ‘rüyamda gördüm’ dediği söylenir. Dolayısıyla, böyle manevî, duygusal olarak mistik bir bağ oluşturan öyküler vardır tekkede. İsmailağa’dan farklı olan kısmı bu.
Her iki tarikatta da rüyaların bir fonksiyonu var gruba girme, dâhil olma sürecinde ama Cerrâhî tekkesindeki biraz daha farklı; rüyasında görüyor direkt. Dolayısıyla biraz daha metafizik bir yönlendirme ile geldiğini düşünenler vardı.
Bu kadınların, öncesinde farklı dinî gruplarla deneyimleri olmuş mu?
İsmailağa Cemaati’nde zikrettiğim sebeplerden dolayı neredeyse hiç yok. Bu kadınların farklı bir çevreleri yok. Mahalle sohbeti en yakın erişebilecekleri yer. İstanbul’da yaşamalarına rağmen başka bir ilçeye hiç çıkmayan kadınlar var. Ben Fatih Çarşamba merkezli çalıştım ama Avrupa yakasında birkaç ilçe de araştırma alanımdı. Çarşamba’daki merkezle farklı ilçelerdeki ayrışmalar, birliktelik ve ortak noktalar nelerdir diye bakmak için haftada bir gün Çarşamba’ya gidiyorsam haftada bir-iki gün de Bağcılar, Güngören, Esenler ve o civardaki sohbet evlerine veya sohbet gruplarına gidiyordum. Orada gördüğüm; İsmailağa Cemaati’ndeki kadınların tanıyabileceği tek grup kendilerinin dışında aynı ana tarikat silsilesinden geldikleri Menzil Grubuydu. Zaten onlarla ilgili mülâkatlar boyunca; ‘benzeriz, kıyafetlerimiz de benzer birbirine’ şeklinde atıflarda da bulunmuşlardı.
Yakın akrabalarından Menzil Grubuna mensup olanlar var ama onların dışındaki %95’in hiçbir şekilde daha önce başka bir grup tecrübesi yok. Çocukluk çağından itibaren girdikleri için farklı bir arayışa zaten girmiyorlar; çünkü hem bir enformasyon kontrolü var cemaat içerisinde, yani okumaları gereken şeyler de belirleniyor, ‘sakın başka bir cemaatin, tarikatın zikir halkasına, sohbet grubuna girmeyin’ gibi telkinler var. O yüzden zaten böyle bir arayışa girmeleri çok da mümkün değil. Dolayısıyla sadece Menzil’i bir ölçüde tanıdıklarını söyleyebilirim.
Cerrâhîler için şunu söyleyebilirim: Anneleri vasıtasıyla daha önceden tanış oldukları gruplar var. Bunu belki en iyi burada ifade edebilirim; her iki grupta da görüştüğüm kadınların dinî alanla bağını kuran kişiler anneleri. Babalarından bahseden kimse yok. Bu bana çok ilginç gelmişti. Meselâ, annemin benim için çok farklı bir yeri olsa da benim dinî alanla veya başka sosyokültürel alanlarla bağımı kuran kişi daha çok babamdı. Ama bu kadınların hiç babalarından bahsetmemeleri ve hiç baba ile ilgili bir atıfta bulunmamaları, hatta bazılarının babalarıyla yaşadıkları çatışmaları anlatmaları ‘ailede güvenli bir bağlanma yok mu?’ sorusunu getirdi aklıma. Görebildiğim kadarıyla baba ile güvenli bir bağlanma yok. Allah’a bağlanmayı da anne temin etmiş görünüyor her iki grupta da. Dolayısıyla Cerrâhîlerin anneleri sebebiyle tasavvufî ortama, diğer tarikatlara bir aşinalıkları, bir sempatileri var.
Anneleri ile girip çıktıkları gruplar var; birkaç tanesi ‘Sultan Baba Tekkesi’ne giderdim’ demişti, birkaç tanesi Menzil Grubuna girip çıktığını söylemişti. Onların biraz daha diğer gruplarla tanışıklıkları, aşinalıkları var. Ama ilgimi çeken, meselâ kendileri ile benzer profile sahip başka bir gruba girip çıkmışlıkları yok. Meselâ bir Rıfaî tecrübesi olan yoktu içlerinde, ‘ben daha önce Halvetî, Uşşakî gruplarına gidiyordum, buraya geldim’ diyen olmadı. Aynı ana akımdan bir tarikatla ilgili tecrübe paylaşan olmadı, o da ilgimi çekmişti.
İsmailağa Kadınları Dışsal Değişimler Yaşarken Cerrâhî Kadınlar İçsel Değişim Yaşıyor
Cerrâhî grubuna katılım sağlayan kadınların Mevlevîlikle de bağlantıları var mıydı?
Mevlevîleri de Kadirîleri de kardeş tarikat olarak görürler. Çünkü sesli zikir ve yaptıkları ayinlerde ortak kısımlar var, dolayısıyla manevî bir bağları var. Efendi, zaten her Şeb-i Arus töreninde muhakkak orada konuşmacı olarak bulunur. Mevlâna’dan çok şey okurlar; tekkede akşam yapılan sohbetlerde de, Efendi’nin yaptığı konuşmalarda da Mesnevi’den bölümler okunur, oradan hikmetli sözler söylenir veya kıssalar, menkıbeler anlatılır. Sema Töreni çok sahiplenilir. Onların birçok ayininde de benzer şeyler vardır. Dolayısıyla bir sahiplenme kesinlikle var. Beslendikleri kaynağın silsile olarak Hz. Ali’ye ulaşıyor olması da etken tabii.
İsmailağa ve Cerrâhî grubundaki kadınlar, bu dinî gruplara intisap ettikten sonra dinî-manevî ve psiko-sosyal anlamda nasıl bir değişim yaşamaktalar? Kadınlar, yaşadıkları bu değişimi olumlu şekilde mi tarif ediyorlar?
Sondan başlayayım; tabii ki çok olumlu şekilde tarif ediyorlar. Belki şöyle kavramsallaştırabilirim: İsmailağa Cemaati’ndeki kadınların hayatında şekilsel olarak çok büyük bir değişiklik oluyor. Zaten hem kitabın özü hem de gömülü teoride benim ulaştığım nokta, İsmailağa Cemaati’nde sadece ve sadece çarşaf merkezli bir dindarlık olduğuydu. Dolayısıyla bu cemaatte bütün yollar çarşafa çıkar diyebilirim. Gruba girdikten sonra da manevî veya içsel süreçleri anlatan çok olmadı. Meselâ şöyle bir cümle ile hiç karşılaşmadım; ‘eskiye oranla çok daha dürüst davranmaya çalışıyorum. Hiç yalan söylememeye çalışıyorum. Daha adaletli davranmaya çalışıyorum’.
Genelde karşılaştığım şeyler şunlar; ‘çarşafa girdim, ibadetlerimde artış oldu; eskiden farzları bile zor yapardım şimdi nafileleri yapıyorum, çünkü bir zorunluluk hissediyorum, bir bağlılık oluşuyor, bir sorumluluk var. Çarşafa girdikten sonra günahlardan arındığımı hissediyorum, haramlara daha uzak kalıyorum çünkü çarşaf beni setliyor, engelliyor; meselâ gidip bir kafede oturup birileriyle sohbet etmiyorum çünkü çarşaf oraya yakışmaz. Çarşafı giydiğim için artık sülâlemdeki erkeklerle bir arada oturmuyorum. Onlarla aynı sofrada oturmuyorum, aynı odada oturmuyorum; bu yüzden eskiye oranla çok daha takvalı olduğumu hissediyorum’ gibi cümleler söyleyenler oluyor. Zaten ‘çarşafın gereğini yerine getirmek ve getirememek’ diye bir ayrım da yapıyorlar. Meselâ birisi diyor ki: ‘Ben çarşaflıyım ama aslında hak ettiği gibi lâyıkıyla giyemiyorum. Çünkü köye gittiğimde ferace giyiyorum’. Köye gittiğinde ferace giymeyi çarşafı lâyıkıyla giymemek kapsamında değerlendiriyor.
Dolayısıyla İsmailağa Cemaati’nde daha şekilsel, ritüelistik bir değişimden bahsettiler. ‘Çarşaf giydim, akrabalarımla ilişkilerim bir iç çatışmaya dönüştü; çünkü her seferinde eniştemle aynı sofraya oturmadığım için evde kriz çıkıyor akrabalarla. Eşimle kriz çıkıyor, eşim yanında çarşaflı bir hanım gezdirmek istemiyor. Çarşaf giyme’ diyor. Hep bunlardan bahsettiler değişim süreçlerine dair ve daha çok ilgimi çeken buydu.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”center”]Anneyle bağlanıyor demiştim bütün kadınlar; gruplara da ilk önce kadınlar giriyor sonra eşleri. Görüştüğüm kadınların hepsi ilk önce kendilerinin gruba girdiğini, eşlerinin sonrasında dâhil olduklarını belirttiler.[/quotes]
Cerrâhîlerde daha içsel süreçlere yönelik değerlendirmeler vardı. Meselâ, ‘kendimi tırpanladım, törpüledim, Tekke’ye ve Efendi’ye layık olmaya çalışıyorum. Eskiye nazaran nefsimi terbiye etmeye çalışıyorum. İnsanları kırmamaya, incitmemeye çalışıyorum’ gibi söylemler vardı. Manevî ve psikolojik olarak da daha dingin olduklarını, rahatladıklarını, tekkedeki aidiyetle birlikte çok daha mutlu insanlar olduklarını söyleyenler vardı. Belki şunu söylemek de gerekli: Cerrâhîlerde daha önce yaşadığı psikolojik tedavilere atıfta bulunanlar olmuştu; depresyon geçiren, obsesyonları olan, anksiyetesi olduğunu düşünen -yani katılımcının kendisi böyle ifade ettiği için böyle söylüyorum- katılımcılar, tekkeye dâhil olduktan sonra bunlarla ilgili çok ciddi aşamalar kat ettiklerini paylaşmışlardı.
Örtünme biçiminde de değişiklik var. İsmailağa Cemaati’nde; ‘örtündüm’ diyorlar, ama zaten örtülü kadınlar bunlar. Başı örtülü insanlar yani, ama çarşafa girmeyi gerçek örtü olarak kabul ettikleri için örtünme biçimlerinde değişiklik var. Cerrâhîlerde örtünme algısına yaklaşımda değişiklik var; yani açıkken örtünen hanımlar var, ama zaten kitlenin çoğunluğu dışarıda başörtüsü takmayı tercih etmeyen bir grup. Çünkü çalışan kadın, daha kentli kadın profili var. Onlarda örtüye bakışta bir değişiklik var gruba girdikten sonra. Meselâ bir tane katılımcı ‘kapıya komşu Ahmet amca geldiğinde hemen apar topar gidip başıma başörtü bulmayı, örtmeyi karşındakini inciten bir davranış olarak görmeye başladım artık’ demişti. Görüştüğüm kişilerin bir kısmı, sonradan profillerinde görüyorum, başörtüsünü çıkarttılar. Ama tekkeye gelmeye başladıktan sonra örtünenler de var. Böyle bir farklılık olduğunu söyleyebilirim.
Daha içe yönelik manevî ve psikolojik değişimden bahseden Cerrâhîler. Efendilerinin himmetiyle nefs kademelerinde yükseldiklerini ifade ettiler. Ama İsmailağa’da daha ritüelistik, daha şekilsel ve yaşam biçimi ile ilgili değişikliklere atıf vardı, meselâ orta yaş üstü hanımlardan ‘evliliğimize huzur geldi; çünkü eşim namaza başladı’ gibi şeyler söyleyenler de oldu.
Genç Kızlar Evlenecekleri Erkeklerin Herhangi Bir Cemaatten Olmasını İstemiyor
Anneyle bağlanıyor demiştim bütün kadınlar; gruplara da ilk önce kadınlar giriyor sonra eşleri. Görüştüğüm kadınların hepsi ilk önce kendilerinin gruba girdiğini, eşlerinin sonrasında dâhil olduklarını belirttiler. Erkekler önce antipati duyuyor, karşı çıkıyor çarşafa ama sonra kabulleniyorlar, onlar da cemaatten biri oluyorlar. Cemaatten biri olmasa bile sempatizanı oluyor. Meselâ namaza başlıyor. Veya maç izlemeyi, kâğıt oynamayı, kahveye gitmeyi bırakıyor. ‘Evliliğimize huzur geldi’ diyor kadınlar. Meselâ o yüzden, ‘Mahmut Efendi olmasaydı, bu kapı olmasaydı bizim evliliğimiz dağılıp gitmişti’ diyor. Dolayısıyla evliliğine huzur geldiğini söyleyenler de var ve bunu psikososyal bir değişim olarak adlandırabilirim. Çünkü ikili ilişkilerinde, aile ilişkilerinde de değişiklik oluyor. Ayrıca şu da var; genç kızlar evlenecekleri erkeklerin herhangi bir cemaate mensup olmamasını tercih ediyorlar, diyorlar ki ‘zaten benimle evlendikten sonra İsmailağa’dan olur’. Böyle bir yaklaşımları var ve gerçekten de böyle seyrediyor süreç.
Bu iki dinî cemaate mensup kadınların dini algılayış biçimleri; inanç ve dinî pratikleri hangi süreçlerle şekilleniyor? Bu iki gruba mensup kadınlar arasında, özellikle dini algılayış biçimleri açısından ne tür farklılıklar bulguladınız?
Çalışma içerisinde her iki dinî grubun Allah tasavvuru, peygamber algısı, Efendi’ye yaklaşım, ibadetlere bakış, dinî okumalar yapma gibi dini algılayış biçimlerini ortaya koyan başlıklar vardı. Aslında Allah tasavvurlarında iki grup arasında çok farklılık yok. Mülâkatları yapmaya başlamadan önce cemaatlerin içinde bir süre katılımcı gözlemci olarak bulunduğum için İsmailağa grubundaki bazı sohbetlerde çok detaycı, fıkhî ayrıntılara çok dikkat eden, Allah’ın tâzir eden yönünü ön planda tutan bir anlatım bulguladım. Ama bu tüm İsmailağa Cemaati için geçerli değil; bölge bölge, sohbeti yapan hocanın karakterine göre de değişiyor.
Esma-ül Hüsna vardır; İslam düşünürleri de bunu Allah’ın celâl ve cemâl sıfatları diye sınıflandırıyorlar. Benim daha celâl yönü önde bir Allah tasavvuru çıkar ortaya diye bir öngörüm vardı İsmailağa’da. Bu öngörüm tamamen yanlış çıktı. Tamamen sevgi temelli bir Allah tasavvuru var İsmailağa Cemaati’nde. Allah’ın rahman, rahim ve vedud isimleri ön planda. Allah’ın affedici, merhametli, bağışlayıcı ve çok seven olması isimlerini ön planda tuttular.
Bu beni biraz şaşırttı ama sonra şöyle düşündüm: Bu insanlar sonuçta Türk toplumu içinde yaşıyor, Türk toplumunun genelinde de böyle bir Allah tasavvuru var sanki. Yani Allah’ın bağışlayıcı yönüne biz daha çok vurgu yapıyoruz gibi hissediyorum. İbadeti eksik bir toplumuz ama inançla çok bir problemimiz yok. Meselâ gençler deizm ve ateizme yöneliyor diye söylüyorlar, fakat ben öyle görmüyorum. İnanç ve itikat bakımından hâlâ aynı yerdeyiz bence. İnanç ile ilgili bir sıkıntı yok; hâlâ Allah inancı güçlü bizde. Bizde yalnızca ibadete yönelimle ilgili bir sıkıntı var. Bu yüzden Allah’ın rahman ve rahim sıfatı veya Allah’ın cemâl sıfatları ağırlıklı bir düşünce Türk toplumunun içinde var. Böyle yorumladım kendimce. %90 oranında çok bağışlayıcı bir Allah tasavvurları var. Bazı sohbetlerde tâzir üslûbunu benimseyen hocaların söylemiyle da karşılaştım ama dinleyen kadınlardaki yansıması bu değildi.
Meselâ sosyal medyada vaiz olarak konuşanların namazı geçirmek, abdestin gereklerini yerine getirmemek gibi konularda çok ciddi uyarıları var. Dolayısıyla kadın gruplarında İsmailağa Cemaati’nin en büyük söylemlerinden birisi şuydu: ‘Biz azîmet ve ruhsattan azîmeti tercih ederiz. Ruhsat verilen şeyleri yapmamaya çalışırız’. Meselâ hamile bir kadının oruç tutmamasına eleştirel bakıyorlardı. Konuşurken söylemde ‘sağlık için tabii ki tutmamalı’ diyorlar ama tutan kişiyi daha bir üst makamda görüyorlar. Onu fark etmiştim birkaç tane örnekte. Ama Allah tasavvurlarında çok bir farklılık yok, bunu söyleyebilirim. Seven, çok merhamet eden bir Allah tasavvuru var ikisinde de.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Kadınların araba kullanması ile ilgili İsmailağa Cemaati’nde hiç kimse Hz. Ayşe’nin ata veya deveye bindiğinden bahsetmedi bize. Bu bizim çok iyi bildiğimiz siyer bilgilerinden biridir. Hiç kimse böyle bir atıfta bulunmadı. Peygamber’in (s.a.v) eşlerine yardımcı olmasından hiç bahsetmedi.[/quotes]
Peygamber algısı yine şaşırdığım noktalardan biriydi. İsmailağa’da daha mitik, mistik, hayatın dışında, olağanüstülüklerle, mucizelerle donanmış bir peygamber algısı var. ‘O hiç kimseye benzemez, muhteşem, her şeyin en iyisi’ ama güncel hayatla ilgili bir şey konuşulduğunda neredeyse peygamberin hayatından hiçbir atıfta bulunmuyorlar. O figür şu anda Şeyh Efendi ile sağlanıyor sanki. Meselâ, başka bir konu bu ama direkt aklıma geldi; kadınların araba kullanması ile ilgili İsmailağa Cemaati’nde hiç kimse Hz. Ayşe’nin ata veya deveye bindiğinden bahsetmedi bize. Bu bizim çok iyi bildiğimiz siyer bilgilerinden biridir. Ortaokul seviyesinde birçok kişi- muhafazakâr kesimden bahsediyorum- bilir bunu. Hiç kimse böyle bir atıfta bulunmadı. Peygamber’in (s.a.v) eşlerine yardımcı olmasından hiç bahsetmedi.
Sohbetlerde 1,5 sene boyunca en çok duyduğum şey Peygamber’in mucizevî doğumu, Peygamber doğarken ortaya çıkan mucizeler, cennetteki düğününe Hz. Asiye’nin ve Hz. Meryem’in nasıl katılacakları ve bunun detayları. O kadar çok dinledim ki ezberledim bunları artık. Bir hafta önce dinlediğimi bir hafta sonra başka bir hocadan dinliyordum.
Ama Cerrâhîlerde daha hayatın içinden bir peygamber vardı. Bu da meselâ bana ilginç gelmişti. Muhtemelen modern, kentli bir yaşamları olduğu için seküler kesimle hep bir dirsek temasları var ve bunlara sürekli dinî alanla ilgili sorular geliyor diye tahmin ediyorum. Modern bir kimlik taşıyorlar ama bazı hassasiyetleri de var. Bu yüzden Peygamber’in hayatından referanslarla dinî bilgiyi güncelleme veya özümseme ihtiyacını bence Cerrâhîler daha çok hissediyorlar. Ben böyle yorumladım kendimce. Çünkü bir örnek verileceği zaman hep Hz. Peygamber’den örnekler veriyorlar; kızlarına davranışlarından, eşlerine yardım edişinden…
Şeyh Efendi’ye yükledikleri anlam yine benzer ama ifade edişleri, yükledikleri değer kategorileri farklı farklı. Meselâ İsmailağa Cemaati’nde Şeyh tamamen bir müceddit, dünyada eşi benzeri olmayan Evliyaullah’tan bir kişi. Yurtdışından gelen herkes onun ziyaretine gelir. Herkes onun önünde eğilir. Onun yüzü suyu hürmetine Türkiye birçok afetten kurtulur, Irak ve Suriye gibi bir savaşın içinde değildir. Kâbe’ye bakmakla eşdeğerdir onun yüzüne bakmak.
Peki, bunlar dile getiriliyor mu?
Bunlar mülâkatlarda da dile getirildi. Beykoz’a bir grup hanımla Mahmut Efendi’yi ziyarete gitmiştim ben. Ramazan’dı, hiç unutmuyorum. Temmuz sıcağı ve güneşten korunmak için şemsiye kullananlar vardı ve onları bile eleştiriyordu cemaatin içinden bazıları. ‘Neden şemsiye kullanıyorsunuz, Allah’ın nurundan mı kaçıyorsunuz? Mahmut Efendi’ye bakarken onun nurundan sana az mı gelmesini istiyorsun?’ gibi çok büyük bir yüceltme var. Bir de Mahmut Efendi’nin kerametleri çok anlatılır. Sosyal medyada, kendi televizyon ve radyolarında da anlatılıyor bunlar. Ama kadınlar arasında çok farklı versiyonları var, bir kerametin on farklı versiyonunu dinledim.
Cerrâhîlerde de Efendi’ye çok büyük bir anlam yüklenir, ama daha çok üslûbu, dini yorumlayış biçimi, espritüel oluşu, zeki oluşu gibi özellikleri ön plana çıkartılır. Müceddit, Evliyaullah kelimeleri Cerrâhîlerde neredeyse hiç kullanılmaz. Efendim, Efendiciğim gibi daha sıcak, daha samimi hitaplar, daha birebir, daha baba-kız münasebetine benzer bir ilişki kurma tarzları var. Hepsi tek tek biat ediyor Efendi’ye. Hepsinin sıcak teması var Efendiyle. Bir göz teması var; tekkeye geldiklerinde Efendi ile herkes bir şekilde yüz yüze görüşebiliyor, bu çok etkili. Tabii bunda bağlı bulundukları tarikat geleneğinin etkisi de var. Ama daha çok birebir ilişki çok etkiliyor o bakış açısını. Yüceltme kısmında kullanılan argümanları ise birbirinden farklı iki grubun.
Dinî Okuma, Dinin Bilgi Boyutu Her İki Grupta da Çok Zayıf
İsmailağa Cemaati’nde ibadetlerde, dediğim gibi ruhsat değil azîmet ön planda. İbadetlerde çok detaycılar; abdest ile ilgili kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek detay sorular sorabiliyorlar Hoca’ya. Meselâ içlerinden bir grup, halı yıkama fabrikaları yedi kere yıkama şartını yerine getirmedikleri, dolayısıyla orada yeterince temizlendiğine inanmadıkları için halılarını göndermiyor. İsmailağa’da böylesi bir fıkhî detaycılık var ama Cerrâhîlerde neredeyse fıkıhla ilgili hiçbir sohbet dinlemedim. Daha çok tasavvufî aşk boyutu, Muhabbetullah, Allah aşkı, Peygamber aşkı, Efendi aşkı, yani aşk merkezli bir şey var. O yüzden böyle fıkhî detayları da gereksiz şeyler olarak görüyorlar genelde.
Cerrâhîler kendilerini nasıl tanımlıyorlar? Tekke olarak mı tanımlıyorlar, yoksa cemaat olarak mı?
Kesinlikle bir cemaat olmadıklarını ve cemaatleşme içinde de olmadıklarını, cemaat yapılarını samimi bulmadıklarını, cemaatlerdeki ilişkilerin daha çok menfaate dayalı olduğunu ifade ediyorlar. Ben kendi istekleri üzerine ‘grup’ kavramını kullandım ancak geleneksel tarikat formunu koruyan tarikatlar kapsamında değerlendiriliyor tasavvufla ilgili kitaplarda.
İsmailağa Cemaati’ni Cemaat, Çarşamba Cemaati veya Mahmut Efendi Cemaati diye kullanıyorum. Çünkü cemaat kendini böyle nitelendiriyor zaten. ‘Bizim cemaatimiz’ diyorlar; dolayısıyla onların buna bir itirazı yoktu. Aklıma gelen bir benzerlik daha var meselâ. Belki diğer tasavvufî gruplarda da aynı şey vardır, bilemiyorum. Efendi, yaptığı sohbetlerde ‘Kur’an-ı Kerim’e çok atıfta bulunuyor ama oturup bir sûrenin tefsirini yapmaz, hatta ‘evliya kitaplarını okuyun Kur’an meali okumadan önce; çünkü bu din insanla yaşanıyor’ der. Bunu mülâkat yaptığım hanımlar da çok dile getirdiler.
İsmailağa Cemaati’nde de kendi yazdıkları dışında herhangi bir meal okunması onaylanmaz. ‘Meal okumayın, hatta şu kişilerinkini asla okumayın’ şeklinde açık açık televizyon kanallarında da bir yönlendirme var. Bu da ilgimi çekmişti, yani tahmin ettiğim bir şey aslında ama direkt duyunca daha etkili oluyor. Kur’an-ı Kerim’in anlamını okumakla ilgili ‘bizden duyun, anlamını ehil kişilerden duyun’ vurgusu var. Cerrâhîlerde de dediğim gibi ‘yolun büyüklerinden öğrenin; çünkü bu din insanla öğrenilir, kulakla öğrenilir’ algısı baskın. Bu yüzden dinî okuma her iki tarafta da çok zayıf. Meselâ İsmailağa Cemaati’nin kadınları kendi yayınlarını bile okumaz. İsmailağa dergisi var, dönem dönem isim değiştirmiş dergiler ama ‘Lâlegül’ hâlâ devam ediyor, ‘Marifet’ dergisi var. Meselâ ben didik didik okudum ama onların çoğunun dergilerin içeriğinden bile haberleri yok. Zaten İsmailağa’da eğitim düzeyi düşük.
Cerrâhîler’de de bana önerdikleri birkaç kitapları olmuştu; Efendi ile okudukları ‘Gülzar-ı Aşk’, Efendi’nin kitapları, Mevlâna’nın ‘Mesnevi’si gibi. Ama onun dışında meselâ tefsir, siyer gibi kitapları, son dönemdeki Cumhuriyet Dönemi’nde yazılanları önermiyorlar. Dinî okuma yönü, dinin bilgi boyutu kendi gruplarının bilgi kaynakları ile sınırlı diyelim.
Devam edecek…[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]