Türkiye, en azından İslam dünyası ve Müslümanların tarihi içinde önemli bir rol oynamıştır. Çoğu Türk bu rolden gurur duyar. Ancak bu rol ne milliyetçilik ne de etnisite ya da nesep esasına dayalı olarak herhangi bir halka ait değildir. İnsanların doğduğu yerden kaynaklı bir ayrıcalıkta değildir.
Kur’an’da sorulur; Allah Nebi İbrahim’e bir vaatte bulunurken ve onunla bir sözleşme yaparken, İbrahim’e der ki: “Ben seni insanlara imam(önder) yapacağım”. Ve Nebi İbrahim (a.s.) sordu: “Peki ya zürriyetim?” Allah dedi ki: ”Benim ahdime zalimler nail olamaz.” (Bakara 124)
Dolayısıyla ümmet olmanın ayrıcalığı tarihsel olarak size ait olabilir, ama etnik olarak sizin değildir. Ulusal olarak size ait değildir.
Bu ümmet şöyle tanımlanmıştır: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu(iyiliği) emreder, münkerden(kötülüğü) nehyedersiniz. Ve Allah’a inanırsınız.’’ (Al-i İmran 110)
Bu görev ve liderlik ayrıcalığı etnik bir ayrıcalık değildir. Bu ayrıcalık belli bir göreve dayalıdır. Bu görevi yerine getirdiğinizde söz konusu ayrıcalığı elde edersiniz. Eğer bu görevi yerine getirmezseniz bu ayrıcalığa sahip değilsinizdir: “Zalimler Allah’ın ahdine nail olamaz’’ (Bakara 124)
Büyük bir tarihe sahip olabilirsiniz. Fakat şu an önemli olan, bugün kendimizi bulduğumuz yer ve nerede konumlandırdığımızdır.
Odaklanmak istediğim birkaç şey daha var. İnsan ve insanlardan oluşan halklar için önemli olan bir şeyler var. Bence bir insan ve halk olarak diğer insanlar ve halklarla dayanışma içerisinde olmalıyız. Bu dayanışma sadece kendimiz hakkımızda ve maddi ihtiyaçlarımızla ilgili değildir.
İman edenler için iki temel şeye inanmak önemli ve gereklidir.
Birincisi; bir gün Allah’a döneceğimizi ve ona hesap vereceğimizi bilmektir.
İkincisi ise birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuz ve nasıl bir yaşam sürdürdüğümüzün hesabının bize sorulacak olmasıdır.
Bazı temel ve önemli konuları vurgulamak istiyorum.
İnsan Doğası
Bunların başında insan doğası geliyor. Allah bizi yarattığında, her birimize ruhundan üfledi. O’nun ruhu hepimize yansıdı. Allah Âdem’in çocuklarını farklı kıldı ve bu nedenle her bir insan şereflendirilmiştir. Bundan dolayı onur sahibi varlıklarız. İnsan eşref-i mahluktur.
Günahkâr ya da iyi, erkek ya da kadın fark etmeksizin, etnisiteniz, geçmişiniz ve kimliklerinizin arka planında her ne olursa olsun şeref ve onur sahibi bir insansınız. Hepimiz içimizde Allah’ın ruhunu taşıyoruz. Bu şeref kutsal ve dokunulmazdır. Bu şerefi gözetmeli ve savunmalıyız.
İnsanların yoksulluk içinde yaşaması şerefimizi çiğner. İnsanların yargılanmadan mahkûm edilmesi şerefimizi çiğner. Anadilimizde konuşmamıza izin verilmemesi şerefimizi çiğner. Çocuklarımıza evde konuştuğumuz dili öğretmemize izin verilmemesi şerefimizi çiğner. Muktedir olanın bizi ezmesi ve insan olarak şerefimizi tanımaması, şerefimizi çiğner. Bize ait olan bu şerefi/onuru savunmak zorundayız. Çünkü bu her birimize yaratılışımızdan Allah tarafından verilen ve hiçbir şeyin bizden alamayacağı bir şereftir bu. İnsanlığa miras kalmış temel insan hakkı düşüncesinin kendisidir.
Haklarımız; iyi ya da kötü insan, Kürt ya da Türk, açık ya da koyu tenli olmamızdan gelmez;
“Hepimiz Âdem’in çocuklarıyız ve Âdem ise topraktandır.”
Bu şerefin savunusunu anlamamız gerekir. Bu, küçük insanın savunusudur. Bu, özün savunusudur. Bu Allah’a karşı olan sorumluluk düşüncesinin savunusudur.
Bizden şu sorunun sual olunacağı bir gün gelecektir: ”Sana şeref verdiğim halde neden bu şerefi çiğnemelerine izin verdin? Sana özgür iradenle ilgilenebileceğin yeryüzünü verdiğim halde onu neden gözetmedin ve mahvetmelerine izin verdin? Yeryüzü kutsal bir yer iken onu kendi mülkleri haline getirmelerine ve emlak piyasasına çevirmelerine neden izin verdin?” İşte bu sorular bir gün bizden sual olunacak. Dolayısıyla bu şerefin savunusu birinci derecede önemlidir.
Adaleti Savunmak
Allah’ın Kur’an ayetlerinde yeri ve göğü yarattığını söylemesinin nedeni de budur. Bir ‘şahit’ olarak adaleti savunmak kesinlikle önemlidir, fakat bu kendimizi adalete adadığımızı göstermez.
Diğerlerinin haklarını savunmanız kendi hakkınızı savunmanızdan çok daha önemlidir.
Siz kendiniz için ayağa kalkarsanız bu iyi bir şeydir. Ancak başkaları için ayağa kalkarsanız bu daha büyük bir erdemdir. Başka şeyler size karşı da olsa, siz Allah için ayağa kalkın.
“Ey inananlar! Allah için şahitler olarak sizin aleyhinizde olsa bile adaleti savunun” (Nisa 135)
Kürtler ve Türkler
Kürtler üzerindeki egemenlikten yararlanmayı reddeden birçok Türk’ü görüyor olmaktan ilham alıyorum. Ülkemizdeki ötekileştirilmiş gruplarla dayanışma içerisinde olmak istiyoruz. Ülkemizdeki diğer azınlıkların yaraları, acıları ve yaşadıkları baskı karşısında sessiz kalmayacağız. İşte kendimizi adalete adadığımızın göstergesi budur.
Biliyorsunuz ki, hepimiz çok sık olarak kendimizi kurban gibi hissederiz. Şu anda sermayenin korkunç bir şekilde ülkenize yöneldiğini anlıyorum. Biz küçük adamlar, kadınlar ve küçük topluluklar, İstanbul’da küçük bir parkta toprağın nefes almasına müsaade etmeyen devasa inşaatlar ve projeler karşısında eziliyoruz. Yeryüzünün nefes almasına, küçük bir yeşil alanın hakkını, küçük bir toprak parçasının nefes alma hakkını savunanlara izin verilmiyor.
Böyle bir dünyada, adaletin kapsamlı bir mücadele olduğunu anlamak önemlidir. Çoğu zaman sadece kendi yaralarımızı ve acılarımızı görürüz. Sadece kendisinin mağdur olduğunu düşünen mağduriyet düşüncesine karşı bir uyarıda bulunmak isterim. Hepimiz farklı şekillerde mağduruz.
Ben Güney Afrika’danım. Bir çoğunuz Güney Afrika’nın, özgürlük mücadelemizin, Güney Afrika’da adalet için verdiğimiz kavganın hikâyesini bilir. Apartheid’e karşı verilen mücadelenin hikâyesini sürekli anlatırım. Elbette biliyorsunuz ki, Apartheid’e karşı verilen mücadele kendilerini üstün gören beyazlara karşı olduğu kadar siyah halkın ekonomik sömürüsüne de karşıydı.
Bu sadece ırkçı bir baskı değildi. Bunun için sık sık siyah işçi analojisini kullanırım. Siyah işçi bir fabrika günü boyunca beyaz patronu tarafından sömürülür, beyaz patronu tarafından aşağılanır ve itilip kakılır. Siyah işçi bu baskıya karşı öfkelidir. Bu öfkesini ifade etmek ister fakat ses çıkarmaz ve bir erkek olmadığını düşünür. Ve bu aynı erkek, akşam eve gittiğinde patronunun ona yaptıklarının aynısını eşine yapar.
Farklı bir Türkiye, farklı bir ulus için verdiğimiz mücadelede dayanışmayı nasıl daha fazla genişletebileceğimizi öğrenmeliyiz. Aramızda en çok kimin ötekileştirildiğini nasıl bulacağımızı öğrenmeliyiz.
Ben bir beyaz değilim ve Avrupa’ya gittiğimizde beyazlar bize yukarıdan bakıyor. Avrupalılar Türklere de yukarıdan bakıyor. Fakat Türklerin de diğerlerine yukarıdan baktığı bir gerçek. Dolayısıyla, sorun yukarıdan bakılmamıza ilişkin bir serzeniş değil, bizim ötekilere yukarıdan bakmamızdır.
Adil olmak, kendi ihtiyaçlarımızın ötesinde hareket etmemizi ve daima aramızda en güçsüz olanın ihtiyaçlarını gözetmemizi gerektirir. Aramızda en güçsüz olan düşüncesinden Kur’an’da bahsedilir. Allah’ın dünyaya gelen her bir peygamberi ve nebisi güçsüzler ve mazlumlar arasından gelmiştir.
Peygamberimiz Muhammed(s.a.v)’de toplumun kenarından/marjinallerinden gelmiştir. İbadet etmekte olduğumuz, insanoğlunun efendisi(rabbenas) olan Allah’tır. Aynı zamanda O öyle bir Allah’tır ki, seçimini insanoğlu içinden özel bir alaka ile yapar.
“Biz istiyorduk ki yeryüzünde zayıflatılanlara lütfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım. Ve onları yeryüzünde hâkim kılalım. Firavun’a Haman’a ve askerlerine; başlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim.” (Kasas 5,6) bu ayetler iki şeye vurgu yapmaktadır.
İlki şu ki Allah sonsuzdur. Allah yeryüzünde mazlumlarla ve güçsüzlerle birdir/beraberdir. Burada bahsedilen daif değil; mustazaftır, yani ezilenlerdir.
Köleleştirmek, Yoksullaştırmak
Bazen kölelerden bahsederiz. Oysa köle yoktur, köleleştirmek vardır. Yoksullardan bahsederiz, oysa yoksul yoktur, yoksullaştırma vardır. Mustazaftan bahsediyorsanız, birilerinin zulüm uygulamaktan sorumlu olduğunu kabul ediyorsunuz demektir. Yoksullaştırmadan bahsediyorsanız bunun bir tesadüf olmadığını kabul ediyorsunuz demektir. Birileri ve kapitalist ekonomik sistem halkın yoksullaşmasından sorumludur. Yani, bu basit bir şekilde güçsüz ya da yoksul sorunu değildir, güçsüzleştirme ve yoksullaştırma sorunudur.
Ekonomik sistem bizleri güçsüzleştirir. Paranın birikimini teşvik eden ve bizi yoksullaştıran bu sistemdir. Bizi köleleştiren başkalarıdır. İnsanlar köle ya da yoksul olarak doğmazlar. Bu bakımdan birbirimizle dayanışma içinde olmamız gerektiğini anlamak zorundayız. İşte bu ümmet(imiz) tek bir ümmettir. Biliyorsunuz çok sık olarak ulemamız Kur’an’da ki Müslüman ümmetinin birliğine çağrıda bulunmak için kesin bir ayeti kullanırlar. Fakat baktığımızda ayet bize çok farklı bir şey söylüyor:
“İşte bu oluşturduğunuz ümmet tek bir ümmettir, Rabbiniz de benim. Öyleyse sırf bana ibadet ediniz.” (Enbiya 92)
Burada Allah’ın tüm peygamberlerinin birliğini görüyoruz. Rabbimiz tüm insanların İlahı’dır. Hz. Peygamber(s.a.v) Medine’de diğer insanları kucaklayan bu ümmet anlayışını oluşturdu. İbadet etmekte olduğumuz Allah, insanların, mustazafların ve mazlumların efendisidir. İnsanların ve mustazafların haklarını savunmak için verilen bu mücadele bizim haklarımızın ötesindedir. Bu nedenle sürekli birbirimizle dayanışma içinde olmalıyız.
Kültürel olarak zor bir sorunu dile getirmeme izin verin. Ellerim boğazınızda olduğu sürece bende özgür olamam ve hayattan doğru dürüst keyif alamam. Çünkü sizi sınırlamakla meşgulümdür.
Böylece bir halk olarak Türkler de komşularını tecrit etmekle uğraştığı ve bu ülkedeki çoğunluk azınlıklara baskı uyguladığı müddetçe kimse özgür olamaz.
Bu ülkede, sürekli olarak kendinizi mahkûm ediyorsunuz. Bu yolla gerçek anlamda iyi insan olmanın ne demek olduğunu asla bulamayacaksınız. Aynı şekilde kadınlara baskı uygulayan erkekler de özgür değildir. Ancak diğer toplumların durumunu konuştuktan sonra kendi özgürlüğümüzden bahsedebiliriz. Kadınlar için özgürlük ve adaletten bahsediyorken, aslında erkeklerin özgürlüğünden bahsediyoruz. Güney Afrika’da beyazlar da siyahlara baskı uyguladığı sürece özgür olamayacaklar. Böylece Güney Afrika’da verdiğimiz özgürlük mücadelesi aynı zamanda beyaz halkın özgürlük mücadelesiydi.
Ülkeniz bir kez daha diğer halklara örnek olabilir. Fakat bu sadece sizin yaşadığınız bir sorun değil. Mesela insanlar İsrail’i tanıyıp tanımadığımı soruyor? Ben de onlara diyorum ki; bekleyin. Benim için en önemli soru İsrail’in ne olduğu değil. Eğer benden İsrail’i Filistin halkına zulmeden, Filistin’i işgal eden, sadece Yahudilere ait olan, diğer halklara yaşam alanı vermeyen, sürekli olarak Yahudi nüfusunu yaymak ve Filistin nüfusunu sınırlandırmak isteyen faşist bir devlet olduğunu kabul etmemi istiyorsanız, bu İsrail’i tanımıyorum.
Dünyanın önemli bir oyuncusu olarak bu ülkenin tahayyülünden bahsederken temel soru Türkiye’nin dünyanın neresinde yer edinmek istediğidir. Dünya da güçlü hale gelmek adına yoksulları ezen, kibirli, sömürgeci, kapitalist bir ülke olarak mı? Böyle bir ülkeyi tanımıyorum.
Türkiye’nin dünya da böyle bir liderlik rolü oynamasını istemiyorum, çünkü bu Müslümanlar ve diğer toplumlar için bir örnek teşkil etmeyecek. Bu ülke bize diğer toplumları, bizden farklı olan diğer halkları nasıl kucaklayabileceğimizi göstermeli.
Öteki insanları önemseyen öteki insanlar!
İnsana öncelik tanıyan ve yeryüzünün sahip olduğumuz ve olabileceğimiz tek yuvamız olduğunu anlayan bir ekonomik sistem. Çünkü insanların yeryüzü dışında bir yuvası olmadı. İşte bu nedenle yeryüzü bir Amanah’tır(Allah’a karşı yükümlülük, özgür irade ve ahlaki sorumluluk). Gözetmek zorunda olduğumuz sorumluluğumuzdur.
Son olarak şunu anlamalıyız ki; çoğumuz sorunlarımızı yerel düzeyde ele alıyoruz. Sorunu bir partinin başka bir partiye olan karşıtlığı olarak görüyoruz, fakat aslında bu ülkede süren daha büyük bir çekişme var. Yerel düzeyde tezahürleri olmakla beraber, sömürü problemi dünya çapında yaşanan daha büyük bir sorundur.
Kuzey ve Güney yarım küre dahil olmak üzere küresel bir sorun. Tağut ve Firavun şimdinin muktedirlerinden daha büyüktü. Şimdi ise bunlar dünyadaki büyük ekonomik güçlerin yerel ölçekteki oyuncularıdır. Dolayısıyla dünyada neo-kolonyalizme ve emperyalizme karşı mücadele edenler diğer toplumlarla dayanışma içinde olmalı.
Bizimle aynı inancı, akideyi, mezhebi ve tarikatı paylaşmayan insanları da düşünmeliyiz.
Elbette şeriatımız, mezhebimiz var ve biz Müslümanlar, kurtuluşa götürecek yolun bu olduğuna inanıyoruz. Üzerinde duracağım son bir düşünce daha var: Kur’an’da denir ki: ‘’Subhânallâhi ammâ yuşrikûn’’, yani Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir.
‘’Allahu ekber’’ dediğimizde kastettiğimiz şey Allah’ın en büyük olduğu değildir. Allahu ekber demek; Allah, ilah bellediklerinizden ve böylece mezheplerden, uluslardan, devletlerden ve Müslümanlardan daha büyüktür demektir. Şirk çok büyük bir zulümdür. Şirk korkunç bir suçtur.
Allah’ı ‘’indirgememek’’
Allah’ı, Amerikalıların Amerikan bayrağına yaptıkları gibi kendi ulusal bayrağımıza indirgemeyelim. Allah’ı mezhebinize, ulusunuza, devletinize ve toplumunuza indirgeyemezsiniz. Allahu ekber!
Sonuç olarak şunu belirtmek isterim ki; Yeni ve adil bir toplum için verdiğimiz bu mücadele birbirimize, çocuklarımıza ve aynı zamanda inancımıza karşı olan sorumluluğumuzdur. Allah’ın tek bir peygamberi dahi iktidara geçmeyi/sığınmayı düşünmemiştir. Peygamberler daha iyi bir dünya için nasıl direneceklerini, nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, en az olanlarımıza bir yaşam alanı oluşturmak için baskın gücü nasıl durdurabileceklerini düşünürler. Allah’ın peygamberleri böyledir.
Daha öncesinde söylediğim gibi: “Ve biz istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lütfedelim.”
Bu bağlamda Allah her birimizin Ensarıdır. Nebi İsa(a.s)’nın ‘’benim yardımcım kim olacak?’’ diye sorduğunu hatırlayalım. Şimdi hepimiz Ensarullah, Allah’ın yardımcıları olmak istiyoruz.
Yeni toplumun oluşturulması on ya da yirmi yılın işi değildir. Bu toplumu kurma mücadelesi şimdi ve burada, benim içimdedir. Siyah derili olan birinin karşısında beyaz derili olarak ben, bir kadın karşısında bir erkek olarak ben, İngilizce konuşmayanların karşısında İngilizce konuşmanın gücü temsil ettiği bir dünyada İngilizce konuşan bir kişi olarak ben.
Böylece yeni bir Türkiye, yeni bir ümmet, farklı dinlere inanan ya da herhangi bir dine inanmayanlarıyla birlikte yeni bir insanlık için verilen mücadele de aynı şekilde bizimle, bireysel ve toplumsal düzeyde başlar.
Prof. Dr. Farid Esack
Johannesburg Üniversitesi, Güney Afrika
Çeviri: Hemhâl