Göç konusunda tartışmaların büyük çoğunluğu istatistik vermekle başlıyor, zira göçün ne kadar yaygın bir olgu olduğunu bilsek de aslında bizi etkileyen ve hayatlarımızda görünürlüğü olan kısımlarını düşünmeye meyilliyiz. Özellikle Türkiye’de yaşayan insanlar için göç meselesini Türkiye özelinde düşünmek elbette ki oldukça anlaşılır bir durum; sonuç olarak Türkiye, dünyada en çok göçmene ev sahipliği yapan ülke olma özelliğini sürdürüyor. Ancak, göçün sadece mülteci ve sığınmacı göçünden ibaret olmadığını hatırlamakta fayda var. Dünya Göç Örgütü (IOM) verilerine göre, 2019’da dünyada 272 milyon uluslararası göçmen kaydedildi ki bu sayı dünya nüfusunun %3,5’ine denk geliyor.
Bu bağlamda, göç tahminleri yapmak, devletler açısından elzem bir durum. Zira göç tahmini, ileriye dönük öngörülerde bulunabilmekten sınır güvenliği politikalarına, ülkede bulunan kaynakların etkili kullanımından göçmenlerin ülkelerine iade edilmesine yönelik politikalara ve göç ettikleri ülke toplumuna entegre edilmelerine kadar birçok farklı alanda devlet yönetimlerine yön verebilmek açısından faydalı bir araç. Bu nedenle bu yazıda öncelikle göç olgusunun karmaşıklığını ve tahminlerde bulunmanın ne kadar zor olduğunu ortaya koymaya, sonrasında ise bu karmaşıklığa rağmen göç tahminlerinde bulunmanın ne kadar elzem olduğunu göstermeye çalışacağım.
Göç tahminini zorlaştıran etkenlerden ilk akla geleni, olgunun kendisinden kaynaklanan karmaşıklık. Göç akımlarını etkileyen birçok sosyal, ekonomik, siyasi ve ekolojik (iklim) etmen mevcut. Ülkelerdeki ekonomik durum, silahlı çatışma olasılığı, siyasi durumdaki değişiklikler veya doğal afetler gibi faktörler, göç akımlarının niceliğini ve olgunun tahmin edilemezliğini, zamanlamasını ve etki alanının öngörülemezliğini arttırıyor.
Göç Olgusunu Analiz Eden Teoriler
Bu bağlamda, göç olgusunu ve göç trendlerini analiz edebilmek için birçok teori ortaya atılmış durumda. Bu teorilerden başlıcalarını şu şekilde özetleyebiliriz: Yaşanan yerde ve gidilecek yerde göç kararını etkileyen faktörlere odaklanan itme ve çekme teorisi (Lee, 1966); gidilecek ülkedeki fırsatların uzaklık veya göç veren ülkedeki nüfus kaynaklarından daha az etkilendiğini öne süren kesişen fırsatlar teorisi (Stouffer, 1940); göçmenlerin göç ettikleri ülkelerde kurdukları göçmen ağları ve göç alan ülke ile göç veren ülke arasında kurulan sosyal ağların göçe sebep olduğunu savunan ilişkiler ağı teorisi (Taylor, 1986); göç kararının merkezinde kendinin veya hane halkının fayda ve kazançlarını maksimize etmek isteyen rasyonel bir bireyin bulunduğunu ve göç ederek sağlanan faydanın göç maliyetini aşması durumunda göçün gerçekleştiğini öne süren neoklasik teori (Sjastaad, 1962); ekonomilerin hem vasıflı hem vasıfsız işgücünün olduğu sermaye-yoğun ekonomiler ve vasıfsız işgücünün hâkim olduğu emek-yoğun olmak üzere iki şekilde örgütlendiğini öne süren ve gelişmiş ülkelere yönelik göç olgusunun temelinde düşük vasıflı işçilere duyulan talebin yattığını iddia eden düalist işgücü piyasası teorisi (Piore, 1979); göçün temelinde ucuz işgücü, hammadde gibi ihtiyaçlarını karşılamak için çevre ülkelere ihtiyaç duyan kapitalist merkez ülkeler ve kapitalist gelişimlerini tamamlamak ve refah düzeylerini arttırmak için merkez ülkelere ihtiyaç duyan çevre ülkeler arasındaki bağımlılığın olduğunu öne süren dünya sistemleri teorisi (Wallerstein, 1974) ve göçten önce var olan ilişkilerin göç sistemleri oluşturduğunu öne süren göç sistemleri teorisi (Kritz vd., 1992).
Bu noktada genel geçer bir göç tanımının olmadığını, farklı göç türleri, dolayısıyla göç tanımları olduğunu ve yukarıda kısaca açıkladığımız üzere çok fazla teorinin farklı farklı perspektifler getirdiğini hatırlamakta fayda var.
Bu noktadan hareketle söylenebilir ki ortaya atılan teorilerin her birinin göçü belirli bir bakış açısından (örneğin sosyolojik veya ekonomik) incelemesi (1), göç tahmininde kullanılacak, farklı göç çeşitlerini analiz edebilen tek ve ‘mükemmel’ bir teorinin geliştirilememesine ve bütüncül bir bakış açısının yakalanamamasına sebep olmakta.
Göçün nasıl açıklandığına bağlı olarak göç süreçleri, büyüklükleri ve göçe iten nedenler hakkında doğru bilgi edinebilmek, göç yönetimi yapabilmek ve politika geliştirebilmek için elzem. Ancak bu bilgilerin edinilmesini ve buna bağlı olarak göç tahmini yapılmasını etkileyen birçok faktör söz konusu. Göç tanımının nasıl yapıldığı göçün nasıl ölçüldüğünü doğrudan etkileyen temel bir faktör konumunda. Bu noktada genel geçer bir göç tanımının olmadığını, farklı göç türleri, dolayısıyla göç tanımları olduğunu ve yukarıda kısaca açıkladığımız üzere çok fazla teorinin farklı farklı perspektifler getirdiğini hatırlamakta fayda var.
Göçün nasıl tanımlandığına bağlı olarak bu tanıma uygun bir göçmen tanımı ortaya çıkıyor. Benimsenen tanıma göre odaklanılan göçmen grupları, ölçülen göç verileri değişiyor ve sonuç olarak bu durum, olası göçün analizi için toplanan verilerde farklılıklara sebebiyet veriyor ve karşılaştırma yapmakta zorluklar yaratıyor. Veri toplama süreçleri, idari açıdan kolaylık veya kullanılan metotlardaki farklılıklar gibi veri kalitesini etkileyebilen anlayışlarla yürütülebiliyor. Bütün bunlara ek olarak, ölçüm yapılabilse bile kullanılan verilerin kalitesi, yeterli ve detaylı bilginin mevcut olup olmaması ölçümler için her zaman temel bir problem teşkil ediyor.
Göç olgusunun kendisinden, tanımından ve ölçüm biçimlerinden kaynaklanan farklılıkları genel hatlarıyla ele aldıktan sonra, göç tahminlerinin nasıl yapıldığını açıklamaya başlayabiliriz. Göç tahminleri yapılırken kullanılan üç farklı yaklaşımdan bahsetmek mümkün, bunlar; Early Warning Systems (erken uyarı sistemleri, EWS), Forecasting (tahmin, FC) ve Foresight (öngörü, FS) yöntemleri (2). Bu yöntemlerin üçünün de ortak noktası, aşağıda da açıklanacağı üzere, yüzde yüz doğru tahminlerde bulunamamalarına rağmen politika geliştirme aşamasında bir ölçüde hazırlığa katkıda bulunabilmeleri ve risk azaltım planı yapılabilmesi için alan yaratmaları. Ancak bu yöntemlerin sınırları olduğu unutulmamalı ki göç politikaları geliştirilirken yanıltıcı bir kontrol hissi vermesin. Göç tahmininde kullanılan metotlara tamamen güvenip göçün karmaşıklığı ve belirsizliği göz ardı edilirse, karar alıcılar her şeyin kontrol edilebileceği yanılgısına düşebilir, bu da üretilen politikaların başarısız olmasına veya hedeflenenin aksi sonuçlar getirmesine sebep olabilir. Bu durum, göç tahmini yapılmasının nafile bir çaba olduğu anlamına asla gelmemeli, ancak göz ardı da edilmemeli.
Early Warning Systems (EWS), hem nicel (haberler, sosyal medya) hem nitel (uzman görüşleri) verileri kullanarak göç olgusu yaşanırken ve buna bağlı olarak çok hızlı değişen şartlar içinde kısa zamanlı hesaplamalar yapabilmeyi öngören bir yaklaşım. EWS kapsamında göçmen akışlarını takip eden göstergeler ve harekete geçmek için yeterli sayılacak eşikler seçilerek önceden oluşturulmuş protokoller gerektiğinde devreye sokulur. Örneğin, bir sınırı geçen göçmen sayısı eşik sayılır ve ‘olağan’ geçiş sayısı da gösterge sayılırsa, kişi sayısının belirli bir eşiği aşması durumunda önceden belirlenmiş göç politikaları yürürlüğe konur. Bu açıdan EWS, hızlı karar alabilmeyi sağlayan faydalı bir araç; ancak not edilmeli ki göstergelerin ve eşiklerin doğru belirlenmesi her zaman mümkün olamayabiliyor.
Ayrıca veri toplanmasında karşılaşılabilecek problemler ve tutarsızlıklar da gösterge ve eşiklerin belirlenmesini etkilediği için karar alabilmeyi etkileyen çok önemli bir unsur. Yine bunlara ek olarak, EWS, göçün nedenleri ve göç trendlerinin anlaşılması konularında bir açıklama sunmamakta. EWS’ye verilebilecek bir örnek IOM’in kullandığı Displacement Tracking Matrix (DTM, Yerinden Edilme İzleme Matrisi). IOM, DTM sayesinde seçilmiş lokasyonlardaki göçmen sayısını ve akışlarını ölçerek acil durumlarda (koruma endişeleri, gıda kıtlığı, hastalık vb.) hızlı harekete geçebiliyor ve gerekli otoriteleri de uyarabiliyor. İlk olarak IOM’in Irak misyonunda (3) kullanılmaya başlanan DTM, şu an başka ülkelere de uyarlanmış durumda.
EWS için verilebilecek bir diğer örnek ise, bir Avrupa Birliği kuruluşu olan Avrupa Sığınma Destek Ofisi’nin (European Asylum Support Office, EASO) kullandığı Erken Uyarı ve Hazırlık Sistemi (EPS). EASO, EPS dâhilinde AB üye ülkeleri, Norveç ve İsviçre’den aylık topladığı bilgilere ek olarak Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat), Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı (Frontex), Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) gibi kuruluşlardan da bilgi alarak olası bir sığınmacı akışına karşı gerekli olduğu durumlarda üye ülkelerin harekete geçmesine ve AB’nin sığınmacı politikalarının şekillenmesine katkıda bulunuyor.
Göç tahminlerinin yapılabilmesinde kullanılan bir diğer yöntem Forecasting (FC) yöntemi. FC, düzenli aralıklarla ve sistematik şekillerde toplanan nitel verilere dayanan bir yöntem. Temelde, geçmişten gelen verilerin geleceğe dair öngörüler oluşturmasına ve bu verilere dayanılarak modeller üretilmesine dayanıyor. EWS’nin aksine daha uzun zaman dilimlerini kapsamakta, hâliyle de orta ve uzun vadeli politikalar üretilmesini mümkün kılmakta. Bu yöntemin en aşikâr zayıflığı, kaynağının geçmişte toplanmış veriler olmasıdır diyebiliriz. İzlenilen konuda geçmişe dönük yeterli, düzenli ve sistematik bir şekilde toplanmış, karşılaştırma yapılabilen ve yeterli kalitede veriye erişim elbette her zaman için mümkün değil. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Bölümü’ne bağlı Nüfus Bölümü’nün 2019 yılında yayınladığı, nüfus projeksiyonları ve uluslararası göç tahminleri yaparken kullandığı metodoloji raporunda da açıkladığı üzere, ülkelere giren ve çıkan uluslararası göçmen sayısının net bir şekilde ortaya konamaması, geçmiş trendlere dayanan bu yöntemin en büyük zayıflığı.
Tahmin yöntemine bir başka örnek Avrupa Komisyonu’nun yayınladığı, son 60 yılın verileri kullanılarak yapılan ve 21. yüzyıl için tahminlerde bulunulan bir araştırma. Araştırmada 2014 yılında yayımlanan ‘Demographic and Human Capital Scenarios for the 21st Century’ adlı araştırmanın datalarının güncellenmiş hâli kullanılmış. Her iki araştırmada da toplanan verilerdeki eksikliklere dikkat çekiliyor. Örneğin özellikle göç ve eğitim seviyelerinin anlaşılmasında birçok ülkede sağlıklı veriye ulaşmanın mümkün olmadığının altı çiziliyor. Avrupa Komisyonu’nun yayımladığı bu araştırmada, hiç göçün olmadığı, son 60 yılda gözlenen göç oranlarının sürdüğü ve bu oranların iki katının baz alındığı üç farklı varsayım üzerinden tahminler yapılmıştır.
Bu araştırmada, AB, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Sahra Altı Afrika gibi farklı bölgelerde toplam 201 ülke için çeşitli analizlerde bulunuluyor. Araştırmanın temel amacı ise bu ülkelerdeki farklı nüfus ve insan sermayesi senaryolarını analiz ederek AB’ye gerçekleşecek olası göç tahminlerinde bulunabilmek. Araştırmayla beraber AB’nin nüfusunun gelen göçlere bağlı olarak ne kadar değişebileceği hesaplanmaya çalışırken, bunların eğitim ve işgücüne katılım üzerindeki olası etkilerine de yer verilmiş ve hesaplanmaya çalışılmış.
Foresight (FS) yöntemiyse, Forecasting yönteminin aksine nicel, istatistiksel bilgilere daha az yer verirken uzman görüşleri gibi nitel verileri kullanır. Varsayım üzerine kurulu bir anlayış benimseyen bu yöntemde yapılan tahminlerin kesin olması beklenmez; daha ziyade uzun vadeli, farklı senaryoların uzmanlar arası görüş alışverişi sonucu oluşturulması ve değerlendirilmesi söz konusudur. Bu yöntemin iki zayıflığından bahsedilebilir; birincisi uzman görüşlerine dayandığı için uzmanların bilişsel önyargılarından etkiler taşıyabilir ve uzmanlar arası anlaşmazlıklar değerlendirmelere yansıyabilir. İkincisi, hızlı aksiyon alınamayabilir ve üretilen senaryolar her zaman somut politikalara dönüşemeyebilir. Bu nedenle acil karar alınması gerekli durumlarda kullanılmaya uygun olmayan bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz.
Sadece AB’nin göçmenlere yönelik bütçe politikalarında yaşanan dalgalanmalar ve öngörülemezlikler düşünüldüğünde bile bu konuda sağlıklı tahminler ve planlamalar yapabilmenin önemi ortaya çıkmaktadır.
FS yöntemine örnek olarak, Assessment Capacities Project’in (ACAPS) (4) 2017 yılında yayımladığı, birçok organizasyondan uzmanın katıldığı çalıştaylar sonrası üretilen ve Türkiye-Yunanistan üzerinden gerçekleşecek olası göçlere dair senaryoların geliştirildiği Orta Doğu – AB göç raporu verilebilir. Raporda 5 farklı senaryoya yer verilirken, her senaryo olasılık ve etkisi açısından değerlendiriliyor. Bu senaryolar içinde olası tetikleyici sebeplere, insani yardım açısından sonuçlara ve müdahale edilmesi durumunda karşılaşılabilecek kısıtlamalara yer veriliyor. En olası olarak değerlendiren senaryo ise Yunanistan’a göçün devam etmesi ve buna bağlı olarak sığınmacı sayısının daha da artması. Diğer senaryolar ise Yunanistan’daki sığınmacı sayısının azalması, artması, Suriye’ye dönüşlerin hız kazanması ve Türkiye’ye göçte artış.
Tahmin Yöntemleri ve Planlama Göç Konusunda Bütçe Politikalarını Belirliyor
Bu yazıda daha önce de belirtildiği üzere, sağlıklı göç tahmininin yapılması ne kadar zor olursa olsun, hata payı ne kadar yüksek olursa olsun, bu konuda araştırmaların ve çalışmaların üretilmesi bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu çok iyi ortaya koyan bir örnek vermemiz iyi olacaktır. AB’nin 2014-2020 yılları arasında göç için ayırdığı bütçe, ilk aşamada 8,4 milyar Euro iken 2018 yılında toplam bütçe 14,2 milyara çıkmıştır. Sağlıklı göç tahminleri ve planlamalarda yaşanan problemleri kabul eden AB, 17 Aralık 2020’de onayladığı 2021-2027 bütçesi içerisinde ‘göç ve sınır yönetimi’ adı altında yeni bir birim oluşturmak zorunda kaldı.
21. yüzyıla girerken, küresel bir mesele olan göçmen meselesinde planlamalar yapabilmek ve sağlıklı politikalar geliştirebilmek için tüm ülkelerin bu çalışmaları teşvik etmesi ve gerçekleştirmesi bir zorunluluktur. Zira bugünkü plansızlığın, politikasızlığın hem insani hem mali bedeli yarın çok ağır olacaktır.
Söz konusu dönem için ayrılan bütçe ise 22,7 milyar Euro. Bu bütçenin 12,7 milyarı sınır yönetimine, kalan 9,8 milyar ise göç politikaları için (sığınma, entegrasyon ve geri dönme politikaları başta olmak üzere) ayrılmış. Sadece AB’nin göçmenlere yönelik bütçe politikalarında yaşanan dalgalanmalar ve öngörülemezlikler düşünüldüğünde bile bu konuda sağlıklı tahminler ve planlamalar yapabilmenin önemi ortaya çıkmaktadır.
Bu bağlamda, art arda yaşanan göçmen krizleri sonrası göç konusunun uluslararası alanda giderek daha da önem kazanmasıyla beraber, göç tahminlerinin daha sağlıklı yapılabilmesi için hem veri toplama hem de metodoloji alanında çalışmaların devam ettiğini de eklemek iyi olacaktır. Hedeflenenin imkânsız olduğunu düşünsek bile, 21.yüzyıla girerken, küresel bir mesele olan göçmen meselesinde planlamalar yapabilmek ve sağlıklı politikalar geliştirebilmek için tüm ülkelerin bu çalışmaları teşvik etmesi ve gerçekleştirmesi bir zorunluluktur. Zira bugünkü plansızlığın, politikasızlığın hem insani hem mali bedeli yarın çok ağır olacaktır.
Dipnotlar:
1. Açıklamakta fayda var, bahsedilen teoriler gönüllü göçü işlemektedir.
2. Çeviriler öneridir, standard literatürde henüz karşılıkları olmadığı için önerilen kavram çevirilerini parantez içinde belirttik.
3. BM Irak Misyonu (the United Nations Assistance Mission for Iraq, UNAMI), BM’nin Irak’taki insani, siyasi ve seçim düzeylerinde kalkınmasına yardımcı olmak için 2003 yılında Irak hükümetinin talebi üzerine, BM Güvenlik Kurulu’nun yetkilendirmesiyle kurulmuştur
4. ACAPS (Türkçesi ile Değerlendirme Kapasiteleri Projesi), uluslararası, bağımsız, insani analiz sağlayan ve kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum projesidir.
Yazarımızın diğer makalesi: Küresel Salgında Göçmen Olmak