[vc_row][vc_column][vc_column_text]Son yıllarda popülaritesi artan bir Güney Kore (Hallyu) dizileri gerçekliği var. Siz bu konu üzerine neden çalıştınız? Sizi bu çalışmaya sevk eden motivasyondan bahseder misiniz?
Aslında bir hikâyesi var; bunu kitabımın girişinde belirttim. Arka planını da kavramsal olarak şöyle tanımlayabilirim: Benim akademik ilgi alanım ile konu arasında bir seçici yakınlaşma oldu diyebiliriz. Nihayetinde alanım din sosyolojisi ve bu bağlamda medya ve siyasal iletişim, medya ve din gibi konuları çalışmıştım. Öncesinde böyle bir backgroundum vardı.
Yanlış hatırlamıyorsam 2013 ya da 2014 yılıydı; bir lisans dersinde öğrencilerimle televizyon dizileri üzerine konuşurken bir öğrencim Kore dizilerini seyredip seyretmediğimi sordu. İlk kez duymuştum. Spesifik, bireysel bir durum mu diye düşünürken sınıftaki diğer öğrencilerden de benzer tepkiler almaya başladım. Yani büyük bir hayranlıkla Kore dizileri seyrettiklerini gördüm. Sonra konu aynı ders ve aynı bağlam itibarıyla diğer sınıflarda da açıldı. Farklı sınıflarda farklı öğrencilerin yine aynı şekilde Kore dizilerine ilişkin bir hayranlığı olduğunu anladım. Derken konu ilgi çekici olmaya başladı ve bir araştırma fikrine dönüştü.
Tabii durup dururken de bir araştırma fikri gelişmedi; söz konusu dönemde özellikle Türk dizilerinin bir popülaritesi vardı. Hatta diziler üzerine akademik birtakım çalışmalar da artık yoğunlaşmıştı. Türk dizilerinin özellikle hem yurt içinde hem de yakın coğrafyalardaki alımlanması ve etkisi üzerine akademik çalışmalar yapılıyordu. Hatta o dönem dizi ve filmler, içerikleri itibarıyla seçim meydanlarında konuşuluyordu; yani siyasal propagandanın bir aracı hâline dahi gelmişlerdi. Hâl böyleyken, Türkiye’de yerel bağlamda Türk dizilerinin etkisinden bahsedilirken, bu Güney Kore dizileri de nereden çıktı, nasıl oldu, nasıl gelişti soruları çerçevesinde konuyla ilişki kurdum. Bu çerçevede bir motivasyon oluştu. Bunu yaparken, özellikle bu dizileri izleyen, kendilerinin deyimi ile bağımlılık tarzında bir hayranlığı gelişmiş söz konusu öğrencilerin sosyal gerçeklikleri ile bu diziler arasında nasıl bir ilişki var sorusu gündeme geldi.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Özünde, Koreli olan her şeyin kültür endüstrisi ve popüler kültür mantalitesi veya mantığı çerçevesinde kurgulanmasıyla oluşturulmuş ve bu çerçevede pazarlanan ve bu bağlamda küresel/küyerel nitelik kazanmış bir fenomenden bahsediyoruz.[/quotes]
Derste izlemek için sonraki haftalarda bir dizi film getirdiler, sınıfta birlikte seyrettik. Tabii benim kendi dünyam açısından çok da fazla bir anlam ifade etmedi ama onların dizilere ilişkin anlatıları ve o diziyi birlikte seyrederkenki deneyimleri ve duruşları benim açımdan konuyu daha ilgi çekici hâle getirdi ve bu bağlamda Kore dizileri üzerine teorik bir incelemeye yöneldim. Aslında bizim ülkemizde o yıllar itibarıyla tanınmıyor olsa da dünya çapında akademik ilgiyi oldukça üzerine çekmiş bir alan olduğunu gördüm. Bu bağlamda Türkiye’de henüz ilgili nesnel, sistematik, bilimsel yöntemlerle yapılmış çalışmaların olmadığını da fark edince çalışma benim açımdan biraz daha özgün hâle geldi. Derken bu çalışmaya başlamış olduk.
Tabii dönemin şartları itibarıyla çalışmanın kendi başına temel bir kurgusu, bir perspektifi ve seçilmiş bir örneklemde ele alınmış bir bağlamı var. Temel bağlamı itibarıyla, özünde aslında muhafazakâr nitelikli veya kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan gençlerin gözünde bu dizilerin alımlanmasının nasıl gerçekleştiğine yönelik bir araştırma problemi çerçevesinde söz konusu çalışma ortaya çıkmış oldu.
Biraz Güney Kore popüler kültüründen bahsedelim. Karakteristik özellikleri nelerdir? Nasıl küresel bir hayran kültürüne dönüşmeyi başarmıştır?
Güney Kore popüler kültürü derken aslında Hallyu’dan; Kore ateşi veya Kore dalgası diye tercüme edilebilecek bir fenomenden bahsediyoruz. Küresel bakımdan popüler nitelik kazanmış bir fenomen. İçerik itibarıyla film, pop müzik, moda, kozmetik ve hatta biyopolitika uygulamaları diyebileceğimiz birtakım uygulamalar çerçevesinde gelişmiş popüler kültür unsurlarını kapsamaktadır. Tabii içeriği itibarıyla, bugün geldiğimiz noktada çok boyutlu ve çok bileşenli bir fenomendir. Bir sürü unsurundan bahsetmek mümkün. Bununla birlikte özünde, Koreli olan her şeyin kültür endüstrisi ve popüler kültür mantalitesi veya mantığı çerçevesinde kurgulanmasıyla oluşturulmuş ve bu çerçevede pazarlanan ve bu bağlamda küresel/küyerel nitelik kazanmış bir fenomenden bahsediyoruz.
Son tahlilde, aslında Koreli olan her şeyin öncelikle Çin’de sonra Japonya ve diğer Uzakdoğu ülkelerine yayılmasıyla birlikte önce bölgesel, sonra da diğer kıtalara yayılıp bugün karşılaştığımız şekli itibarıyla küresel bir forma dönüşen bir popüler kültür fenomeni veya akımından bahsediyoruz.
Yayılması itibarıyla aslında diziler bu fenomenin truva atıdır diyebiliriz. Zaten ortaya çıkışı ve tanımlanması Güney Kore dizileri üzerinden gerçekleşiyor. Yayılma hikâyesinin tarihçesine baktığımızda şunu görüyoruz; ‘What Is Love’ adlı Güney Kore televizyon dizisi 90’lı yılların sonunda Çin’de gösterime giriyor ve büyük bir reyting başarısı kazanıyor. Bir süre sonra söz konusu başarı sadece Çin ile sınırlı olmaktan çıkıp diğer Uzakdoğu ülkelerine, sonra da dünyanın geri kalan kısımlarına yayılıyor.
Aslında nasıl yayıldığının sırrını bu söz konusu popüler kültür fenomeninin temel karakteristiklerinde görebiliriz. Her şeyden önce kültürel bir içeriğe sahiptir; yani küresel veya Koreli bağlamda yerel olan kültürel ürünlerin senkretik bir tarzda yeniden üretilerek pazarlanmasına dayalıdır, dolayısıyla içeriği itibarıyla kültürel bir boyuta sahiptir. İkinci olarak tam da kültür endüstrisinin mantığı çerçevesinde söz konusu ürünler kapitalist eğilim veya güdümler çerçevesinde üretilmekte ve yayılmaktadır. Bu bağlamda ekonomik bir boyutu vardır. Ekonomik ve kültürel boyutunun bir türevi veya uzanımı olarak aynı zamanda Güney Kore ülkesinin veya devletinin ilgili fenomen üzerinden yürüttüğü birtakım politik uygulamalar da söz konusudur; bu yönüyle de politik boyutludur.
Hallyu Herkesin Aradığını Bulabildiği Bir Kültürel Fenomen
Politik boyutu itibarıyla ilgili içerikler Güney Kore’nin diğer ülkelerin kamuoyunu kendi lehine etkilemeye yönelik stratejisininin, bilindik bir kavram olan yumuşak güç politikasının bir enstrümanına dönüşmüştür. Kültürel içeriği, ekonomik arka planı ve bu bağlamdaki politik uygulamalara konu olmasıyla çok geçmeden Güney Kore tarafından aslında stratejik-lojistik bir endüstriye dönüşmeye başlamıştır. Bu bağlamda yaygınlığının arttığını söyleyebiliriz.
Tabii ki sadece fenomenin ortaya çıkışı veya arka planındaki nedenlere odaklanarak nasıl yayıldığını anlamak pek mümkün gözükmüyor. İçeriğinin ve hedef kitlenin özellikleri de etkilidir diyebiliriz. İçerik, genel yapısı ve formatı itibarıyla melez ve ulus ötesidir; yani ne Uzakdoğuludur ne Batılıdır; hem Uzakdoğulu-yerel veya Koreli-yerel olan ile Batılı veya küresel olanın senkretik bir tarzda -eklektik, yamalı bohça misali değil- kurgulanmasına dayalıdır ve bu yönüyle aslında bu tür ürünleri, yani melez ve ulus ötesi ürünleri tüketmeye alışkın kitlelerin söz konusu olduğu bir dünyada başarılı olmuştur.
İkinci bir özelliği tam da bu saydığımız karakteristiğinin bir türevi olarak, melezliği ve ulus ötesiliği bağlamında girdiği her ülkede farklı bir etki yapması ve farklı alımlanmalara konu olmasıdır. Herkes için her şeyi üreten bir endüstridir veya bir fenomendir. Herkes aradığını bulabilir. Bu içeriğine binaen girdiği ülkelerde etkisi çeşitlidir ve farklı tarzlarda alımlanabilmektedir. Hatta ülkeler arası farklılıklarla birlikte aslında herhangi bir ülkede söz konusu dalganın alımlanmasının sosyal tabakalar hatta yaş kategorileri arasında bile farklılaştığını söylebiliriz.
Benim çalışma bağlamım daha çok fenomenin truva atı konumundaki diziler üzerinden gerçekleştiği için, bu bağlamda bir örnek vermek gerekirse; örneğin yayıldığı dönem itibarıyla Japonya’da yaşlı kadınların söz konusu dizilerde buldukları ile genç kızların veya gençlerin buldukları şeyler birbirlerinden farklı olmuştur. Kimi Uzakdoğu ülkelerinde, özellikle modernleşmenin etkisiyle birlikte kaybedilmeye yüz tutmuş Konfüçyüsçü geleneksel değerleri hatırlatmakla değerli addedilmiştir. Özellikle Ortadoğu ülkelerinde başarı yakalayan diziler, cinsellikten uzak birtakım içeriklere sahip olmaları itibarıyla güvenli addedilerek değer kazanmıştır.
Bir diğer özelliği tüketici üzerinde yaygın ve yoğun bir etki yaratmakla birlikte aynı zamanda tüketiciler arasında bir etkileşim oluşturma özelliğidir. Yani etkilediği kitleler sadece onun etkileri karşısında pasif, edilgen bir pozisyonda kalmazlar, aynı zamanda söz konusu ürünlere ilişkin yorumlarını, eleştirilerini, beğenilerini paylaştıkları birtakım platformlar oluştururlar. İnternet üzerinden veya dijial teknolojiler üzerinden, hatta gerçek yaşamda kitleler arası yüz yüze ilişki ve etkileşim çerçevesinde bir etkileşim ilişkisi ve ağı oluşturmaya sebep olurlar.
Bunun en ilginç örneği, Japonya’da yaşanmış ve Yon-Sama sendromu olarak tanımlanmış durumdur. Aslında Yon, bir Güney Kore dizisinin baş aktörünün ismidir, Sama ise hatırladığım kadarıyla Japoncada saygınlık ifade eden bir kavramdır. Söz konusu aktör Tokyo’ya bir ziyarette bulunuyor ve Tokyo havalimanına giden yollar tıkanıyor. Hayranlık içerisinde olan kitleler karakteri görmek için oraya hücum ediyorlar. Japon devlet başkanının bir Kuzey Kore ziyareti sonrasında ilgili dizi yayından kaldırılınca Japon devlet televizyonuna dizinin neden kaldırıldığına ilişkin binlerce telefon yağıyor.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Başka bir özelliği de internet ve dijital teknolojiyi oldukça yaygın ve yoğun bir şekilde kullanarak etkinliğini artırması ve dijital teknolojinin küreselleşmesinden ve onun nimetlerinden faydalanmasıyla ilişkilidir.[/quotes]
Bir diğer özelliği gençlik kaynaklı ve gençlik odaklı olmasıdır. Güney Kore nüfus yapısı itibarıyla genç popülasyonun fazla olduğu bir ülkedir. Bu bağlamda Hallyu feonomeni aslında o gençliğin temel özelliklerini yansıtmaktadır. Bu özelliği itibarıyla refleksiftir; yani sürekli kendi üzerine düşünen, yeni durumlara karşı tepki geliştiren bir karakteri vardır. Buna paralel olarak aynı zamanda fenomen gençlik odaklıdır.
Başka bir özelliği de internet ve dijital teknolojiyi oldukça yaygın ve yoğun bir şekilde kullanarak etkinliğini artırması ve dijital teknolojinin küreselleşmesinden ve onun nimetlerinden faydalanmasıyla ilişkilidir.
Tespit edip tanımlamaya çalıştığım kadarıyla başlangıçta amatör ve stratejik bir durum söz konusu. Yani Çin televizyonunda yayınlanan bir dizinin reyting başarısı örneğinde de facto bir durum. Fakat Güney Kore devleti çok geçmeden bu fenomenin etkilerinden ekonomik ve politik bağlamlarda faydalanma yolunu tercih ediyor. Başlangıçta amatör ve stratejik bir süreç iken bir süre sonra bütün imkânların, fırsatların bu uğurda değerlendirildiği lojistik-stratejik bir endüstriye dönüşüyor.
Arka planına baktığımızda Shim tarafından, tanımlanmış şekliyle bir ‘Jurassic Park’ faktöründen bahsedebiliriz. 1994 yılında Başkanlık Bilim ve Teknoloji Danışma Kurulu, ‘bir Hollywood filmi olan ‘Jurassic Park’ ile 1,5 milyon adet Hyundai marka otomobilin satışından kazanılan kadar para kazanıyor. Niçin Güney Kore de bu yolla ekonomik fayda kazanmayı denemiyor’ öncülüne dayanan bir rapor hazırlıyor. Yani neden biz de kültür endüstrisini bu bağlamda kullanmıyoruz şeklinde bir ön fikirden hareket ediyorlar. Derken bu endüstriyi kullanmaya yönelik bir bilinç, arkasından politik, hukukî ve yasal düzenlemeler gelişiyor. Güney Kore içerisinde özellikle kültür ve sinema endüstrisini korumaya ve geliştirmeye yönelik birtakım politik düzenlemeler yapılıyor. Bu bağlamda artık diğer politik-kültürel enstrümanlar devreye sokularak söz konusu fenomenin yaygınlaşması çerçevesinde temel stratejiler oluşturuluyor ve derken yayılma serüveni başlıyor.
Diziler Hallyu Fenomeninin Truva Atıdır Diyebiliriz
Türkiye’de Hallyu dalgası ne zaman başladı? Ekseriyet hangi ürünler üzerinden gerçekleşiyor bu hayranlık kültürü? Muhafazakâr gençlik ne ölçüde bu hayran kültürüne dâhil oldu?
Söz konusu çalışmaya ilk başladığım dönem 2014-15 yıllarıydı. Bu dönemde, özellikle benim örneklem grubu olarak seçtiğim gençler Güney Kore dizileriyle ilk tanışmalarının 2007-2008 yılında, yanlış hatırlamıyorsam TRT’de yayınlanan ‘Düşlerimin Prensi’ adlı dizi ile olduğunu söylüyorlardı. Bu bilgiden hareketle aslında 2005 sonrası dönemde bu dalganın artık Türkiye kıyılarına vurduğunu söyleyebiliriz. Tabii sonra diğer televizyon kanallarında da Güney Kore dizilerinin yayınlanmaya başlandığını biliyoruz. Nasıl yayılıyor? Aslında benim incelediğim ve vâkıf olduğum kadarıyla hemen her ülkeye öncelikle televizyon dizileri aracılığıyla girmiş. İlginç olan şeylerden birisi de şu, girdiği ülkelerin birçoğunda bizde olduğu gibi resmî devlet televizyonu eliyle yayına sokulmuş. Bu nedenle aslında diziler söz konusu fenomenin truva atıdır diyebiliyoruz. Yani önce ilk etkiyi veya ilk tanışıklığı diziler aracılığıyla kazandırıyor. Dolayısıyla Güney Kore dramaları veya televizyon dizileri aslında dalganın lokomotifidir diyebiliriz.
Sonrasında lojistik-stratejik bir endüstriye dönüştü dediğim andan itibaren Güney Koreli olan her şeyin pazarlanması veya bu uğurda kullanılması çerçevesinde bir genişleme göstermiştir. Öncelikle diziler, sonrasında sinema filmleri, bugün en yaygın formu itibarıyla K-pop dediğimiz Güney Kore pop müziği, ondan sonra kozmetik, yiyecek-içecek, elektronik eşyalar, giyim kuşam, hatta beden estetiğine yönelik biyopolitika uygulamalarını ve enstrümanlarını da içerecek tarzda birtakım ürünler üzerinden yaygınlaşıyor ve bu hayranlık kültürü bu çerçevede gerçekleşiyor diyebiliriz.
Muhafazakâr gençlik arasında ne kadar ve ne ölçüde yaygın sorusu bir oran içerir; bu soruyu cevaplayabilmek için nicel ve oldukça büyük çaplı bir alan araştırmasına ihtiyaç var. Benim çalışmam, bağlamı itibarıyla aslında nitel ve bu bahsettiğimiz perspektiften biraz uzak. Ama benim o dönem, özellikle öğrencilerimden aldığım tepkiler, gerek liseden getirmiş oldukları çevreleri gerekse üniversite ortamı içerisinde sınıf arkadaşları veya kaldıkları yerlerdeki arkadaşları itibarıyla muhafazakâr çevre içersinde oldukça yaygın olduğu kanaatini bende uyandırdı. Tabii kitap yayımlandıktan sonra gelen tepkileri ve bu bağlamdaki geri bildirimleri de dikkate alırsak, muhafazakâr kesim veya gençler örneğinde oldukça yaygın olduğunu söyleyebilirim. Ama ne ölçüde, ne miktarda yaygındır? Ona şu an benim elimdeki verilerle bir cevap verebilme şansım pek yok.
Çalışmanızda ‘Hallyu dizilerinin hayalin gerçeğe transfer edilebileceğine dair umudu besleyen bir içeriğe sahip olduklarını, Türk ve Batı dizilerinden farklı olarak muhafazakâr gençlerin empati kurabilmesine imkân tanıdıklarını’ söylüyorsunuz. Bu dizilere yönelik özdeşleşme/imrenme mekanizmaları nasıl çalışıyor? Gençler bu dizilerin hayalî dünyasını kendi gerçekliklerine nasıl transfer ediyorlar?
Hallyu benim gördüğüm kadarıyla tipik bir kültür endüstrisi formu, ama bildiğimiz klasik kültür endüstirisi tanımını aslında yeniden üretiyor; ona yeni şeyler katıyor, onu ihya ediyor diyebiliriz. Öncelikle herkes için her şeyin var olduğu bir dünya. Herkes için her şeyin arz edildiği bir dünyanın kitleler düzeyinde özdeşleşme imkânı da oldukça geniştir. Bu bağlamda yüksek bir potansiyele sahip.
Örneğin benim çalışmamı yaptığım dönem itibarıyla söz konusu örneklemin en fazla izlediği diziler, aşk, ölüm, mutluluk, sosyal ikilemler ve sosyal çelişkiler gibi aslında tarihte insanoğlunun edebî olarak en fazla ilgi duyduğu, üzerine en fazla konuştuğu, dikkat çekici temalardan besleniyor. Oldukça bilindik, âşina olunan temalar söz konusu. Özellikle aşk, ölüm, aşkın gerçekleşmesi veya kavuşmanın önündeki o sosyal ikilemleri; zengin-yoksul ikilemi gibi çelişkileri içeriğinde barındırmasıyla oldukça tanıdık, alışıldık hatta klişe diyebileceğimiz temalardan besleniyor. Bunlar dünya üzerindeki bütün farklı kültürlerden, toplumlardan insanların oldukça alışkın olduğu temalardır. Bu alışılmışlık aslında alımlanmayı kolaylaştırıyor diyebiliriz. Birinci unsur bu.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”center”]Söz konusu dünyanın hayalî ve kurmaca olduğu üzerinde hepsi hemfikir. Yalnız bu hayalî veya kurmaca dünyayı gerçekçi hâle getiren iç tutarlılığından bahsediyorlar. Yani kendi içsel mantığı içerisinde hayalî olanın, ütopik olanın oldukça gerçekçi hâle geldiğinden dem vuruyorlar.[/quotes]
Çalışmam özelinde keşfettiğim şeylerden birisi de yayılmayı veya o hayalî dünya ile gerçek dünya arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu açıklayabilmek için sadece söz konusu fenomenin kendi özsel niteliklerine odaklanmanın yetmediği, aynı zamanda hedef kitlelerin sosyolojisinin önemli olduğuydu. Bu çerçevede itici ve çekici koşullardan bahsedebiliriz. İtici koşullara bakarsak söz konusu gençleri yönlendiren şeylerin başında gençlik ve ergenlik dönemi bunalımları veya problemleri sınav stresi, gelecek kaygısı gibi şeyler geliyor. Gençlik bir geçiş dönemi, kendi üzerine düşünmenin en fazla cereyan ettiği bir dönem olduğu için söz konusu faktörlerin etkisi devreye giriyor. Bununla birlikte çevresel itici faktörler de var. Ev veya yurt ortamında yapacak bir şeyiniz yok; canınız sıkılıyor, ne yapacaksınız? Hazırda internet ve bu bağlamda size sunulan bir arz var. Dolayısıyla o söz konusu yaşam koşullarının iticiliği de bir sebep olarak devreye girebiliyor.
Söz konusu dizilerin bir de çekici yapısal özellikleri söz konusu. Birincisi, özellikle muhafazakâr gençler özelinde cinsellikten uzak, o gençlerin kendi deyimleriyle saf ya da meşru aşk ilişkisini veya temasını işliyor olmaları. Aşkın işleniyor olması zaten başlı başına çekici unsur. Bir diğer özelliği de sıradan insanların hayatlarını anlatan bir biçimde sunulması; çalışmaya katılan arkadaşlardan birisinin söylediği bir cümle vardı; diyor ki: “Bizim dizilerimize bakıyorsunuz, dizinin kurgusu, başrol karakterlerinin üzerinden gerçekleşiyor. Oysa Kore dizilerinde içerikte bulunan herkesin hayatı olması gerektiği düzeyde resmedilebiliyor”. Bu bağlamda sıradan ve herkesin hayatından izler taşıyan bir tarzda kurgulanması, bu dizilerin ayrı bir çekiciliği.
Bir diğer şey iç tutarlılık. Söz konusu dünyanın hayalî ve kurmaca olduğu üzerinde hepsi hemfikir. Yalnız bu hayalî veya kurmaca dünyayı gerçekçi hâle getiren iç tutarlılığından bahsediyorlar. Yani kendi içsel mantığı içerisinde hayalî olanın, ütopik olanın oldukça gerçekçi hâle geldiğinden dem vuruyorlar. Dolayısıyla bu ister istemez bir özdeşleşme veya hayali gerçeğe transfer edebilme imkânını da genişletiyor diyebiliriz.
Özdeşleşmeden Ziyade Bir Empati Kurma Durumundan Bahsedebiliriz
Yani dizilerin bir dünyayı okuma sistemleri var. Bu sistemde izleyicinin gözünde oldukça tutarlı. Basit bir örnekle ifade etmek gerekirse, söz konusu dönemde Türk televizyonlarında yayınlanan, ‘Adını Feriha Koydum’ adlı bir dizi vardı. Katılımcılarımdan birisi, bu dizide yaşanan bir sahneden bahsederken diyor ki: “Erkek kıza evlenme teklif etmek için helikopter kiralıyor. Bu gerçekliğin içerisinden baktığımda bana çok mantıklı, tutarlı gelmiyor. Ama Kore dizilerinde bu tür temalar öyle bir işleniyor ki; siz hayal de olsa, gerçekte de yaşanabilir diyebiliyorsunuz”. Tabii bunu yaparken aynı zamanda yine onların ifadeleriyle müzik oldukça önemli. Bu çerçevede müzikle sahnenin uyumu, dizilerin kısalığı, kısa sürede ve kolay tüketilebilir olma özellikleri; bizim o klasik Türk televizyon dizilerinde olduğu gibi yıllarca sürmeyen, 10-15 bölümde biten yapılarının da çekici unsurlar olarak devreye girdiğini söyleyebiliriz.
Özdeşleşme konusunda konuşurken katılımcılarım genelde özdeşleşmeye mesafeli duruyorlar; daha çok kendilerini dizideki oyuncuların yerine koyma veya onların yerine konumlandırma diye bir şeyden bahsediyorlar. Bu bağlamda özdeşleşmeden ziyade bir empati kurma durumundan bahsedebiliriz. Empati tam da hayalin gerçeğe, kimi zaman da gerçeğin hayale transfer edilebilmesine imkân sağlıyor.
Tabii ki kültür endüstrisi araçlarının genel formları itibarıyla bir de önemli bir hususiyetleri devreye giriyor. Bizlere parasosyal, yani sosyal ötesi bir etkileşime girebilme imkânı sunuyorlar. Oradaki insanları tıpkı bir yakınımız gibi algılamaya başlayabiliyoruz. Orada oynadıkları rolleri, onların gerçek hayatlarıymış gibi algılayabiliyoruz. Bu perspektiften baktığımızda, aslında söz konusu dünyadaki hayalî ve kurmaca olduğu bilinen şeylerin gerçeklik düzlemine kolay bir şekilde aktarıldığını söyleyebiliriz. Ama burada yine benim gördüğüm, oradaki gerçekliği her hâlükârda bir tırnak içerisine alma var. Ama bununla birlikte onların düzleminde kimi zaman o tırnak içerisinde olan şeyin sınırlarının genişletildiği, gerçek ve hayalin bu bağlamda birbiri içerisine gömüldüğünü söyleyebiliriz.
Hallyu dizileri, çalışmanız için görüştüğünüz muhafazakâr gençleri Güney Kore ve Türkiye toplumları arasında karşılaştırma yapmaya sevk ediyor mu? Bu doğrultuda Hallyu dizilerinin geleneksel cinsiyet rolleri, toplumsal cinsiyet ilişkileri ve cinsiyetler arası sınırlara ilişkin konularda görüştüğünüz gençlerin bakış açılarını dönüştüren bir etkisi var mı?
Öncelikle orada anlatılan dünya kendi başına bir gerçeklik hâline geldiği andan itibaren gerçek dünyaya transfer ediliyor. Bu bağlamda bireysel hayatlarından dinî, politik, siyasi ya da daha genel konulara ve ayrıca diğer insanları veya Türk toplumunu değerlendirmeye varıncaya kadar artık gerçek dünya ile benzerliği ve mesafesi tanımlanmaya başlanıyor. Aslında orada edinilen toplum imajı Konfüçyüs’ün tanımladığı bağlamda bir gönye enstrümanına dönüşerek kendi toplumsal gerçeklerini algılamada işlevsel hâle geliyor diyebiliriz. Tabii benzerliklere de dikkat kesiliyorlar. Örneğin bizdeki gibi, geleneksel evlerimizde olduğu gibi yer sofrasında yemek yemeyi bir benzerlik olarak ele alabiliyorlar. Aile içi ilişkilerde birtakım hususiyetlerin benzerliğinden dem vurabiliyorlar ama bununla birlikte özellikle sözsel eğretilemelere başvurarak farklılıkları da tanımlıyorlar.
Bu çerçevede söz konusu fenomenin sunduğu toplum imajının Türk toplumunu değerlendirmenin kıstasına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Şunu diyorlar meselâ: “Her yer çok temiz orada göründüğü kadarıyla. Çok çalışkan insanlar; bizde de çalışmak önemli ama biz örneğin onlar gibi çalışmıyoruz ya da bizim dizi filmlerimizde insanların çalışma hayatlarına dair herhangi bir şey göremiyoruz; sanki o insanlar durup dururken uzaydan paraşütle yalıların, villaların, büyük büyük şirket merkezlerinin içerisine atılmış gibi duruyorlar, ama orada anlatılan dünyada öyle bir şey yok; çalışmak çok önemli bir değer”. Ayrıca Güney Kore’nin oldukça güvenli olduğuna kanaat getiriyorlar. “Yalnız başıma gitsem başıma herhangi bir şey gelmez. Bizim ülkemizde örneğin ıssız bir parkta gece geç saatte oturamazsın ama orada öyle ters bir şey yaşanmıyor” diyorlar.
Örneğin bizim geleneksel kültürümüzün biraz da yaralı tarafı olan baba kız ilişkilerinden dem vuruyorlar; meselâ bir katılımcım: “Benim babam benimle çok konuşmaz. Arar: Kızım nasılsın? Bir ihtiyacın var mı? der, kapatır. Bilmez beni, tanımaz. Ablamın düğününde ablamı evden çıkaracaklar, çok mutlu olduğunu biliyorum ama babamı odadan çıkaramıyoruz; çünkü babam ağlıyor. Ama orada bakıyorum, baba gelinlik giymiş kızının koluna girip onu damadın yanına kadar götürüp kızım sana emanettir diyebiliyor. Diğer taraftan erkek kardeşim evlendiğinde babam çok mutlu oluyor. Tam anlamıyla onlar gibi olmasın ama benim babam da benim mutluluğumla mutlu olmayı bilsin” diyor.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Oradan referans alarak, toplumsal cinsiyet kalıpları itibarıyla bizim toplumumuzda kadına ve erkeğe biçilmiş rollere bir karşı çıkış var.[/quotes]
Tabii ki bu bağlamda, arka plandaki o baba-kız ilişkisine dair kültürel kodların sosyolojik anlamı itibarıyla farklı şekillerde yorumlanması, açıklanması söz konusu. Bu bir yana, aslında orada yaşanılanın bu çerçevede kendi gerçekliğini değerlendirme kıstasına dönüştüğünü; baba-kız ilişkileri ve cinsiyet rolleri üzerinden de birtakım değerlendirmelere gidildiği görülebilmektedir. Bir kere, oradan referans alarak, toplumsal cinsiyet kalıpları itibarıyla bizim toplumumuzda kadına ve erkeğe biçilmiş rollere bir karşı çıkış var.
Örneğin çalışmaya katılan bir genç kız diyor ki: “Güney Kore’de erkek ile kadın birlikte mutfağa girip gayet güzel ve mutlu bir şekilde yemek hazırlayabilir. Kadın erkekten bir şey istediğinde karşısındaki erkek maço tavırlarla hayt huyt etmiyor, dinliyor, anlamaya çalışıyor. Hatta onun için sürprizler yapıyor. Örneğin bizim kültürümüzde bir erkeğin makyaj yapması pek hoş karşılanmaz. Orada makyaj yapan erkek karakteri ilk izlediğimde kültürel belleğim itibarıyla rahatsız oldum ama bir süre sonra çekici gelmeye başladı. Bu bağlamda artık benim için de öyle bir erkek imajı gayet makûl ve olması gereken bir imajdır” diyebiliyor.
Bir diğer şey, Güney Kore dizilerinde sunulan erkek vitrini veya algısı ile bizdeki erkek veya kadın imajı arasında bir değerlendirme, karşılaştırma süreci devreye giriyor. Örneğin bir katılımcım bu durumu şöyle ifade ediyor: “…‘Kırk Dokuz Gün’ inancının anlatıldığı dizide kız, başka bir kızın ruhuna girip dünyaya gelmişti. Sevdiği oğlan onu bir davranışından dolayı tanıdı. Ben de nişanlıma sordum, ‘ben böyle bir durumda olsam sen beni davranışlarımdan tanır mısın?’ diye. ‘Meselâ ben en çok hangi tatlıyı seviyorum?’ dedim. Her buluşmamızda aynı tatlıyı yememe rağmen bilemedi” diyor. Şimdi bu çerçeveden baktığımızda, temel sözsel eğretilemeleri itibarıyla örneğin; “biz de böyle olduğumuzu iddia ediyoruz ama Güney Koreliler bizden daha iyi. Biz Müslüman olduğumuzu iddia ediyoruz ama onlar sanki İslamî değerlere bizden daha fazla sahipmiş” gibi bir takım eğretilemeler devreye girip oradan edinilen imaj, toplumsal veya gündelik gerçekliği kıskacına alarak değerlendirmenin referansına dönüşüyor diyebiliriz.
Röportajın ikinci ve son kısmına buradan ulaşabilirsiniz…[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]