Fizyoterapi alanıyla ilgilisiniz. Bu alanla ilişkinizi tarif ederek başlayalım. Fizyoterapi, gündelik hayata ne gibi etkiler eder?
Fizyoterapi bölümü birinci sınıf öğrencisiyim. İkinci sınıfa geçtim. Kendi keşfim üzerine üniversitemden araştırma için onay aldım.
Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu onayıyla ‘Beyin ile Nefes Alma Egzersizleri’ (BİNAE) adlı bir çalışma yürütüyorum üniversitemde. Çalışma üç farklı bilimdalından akademisyenlerin katılımlarıyla devam ediyor.
Egzersizi keşfettiğim teknik ile uygulayan 10 kişinin 8’inde beyin hacmi büyümesi sağladık.
Fizyoterapi, bedenin keşfi ve bedenin fizyolojik hareketlerle dışarıdan kimyasal bir etki dışında -mesela elektroşok, su terapisi, solunum terapisi, egzersizler gibi- farklı fonksiyonları çalıştıran araçlar ile bedenin iyileştirilmesini konu alıyor. Geniş bir çalışma alanı. Ben solunum fizyoterapisi üzerinde odaklandığım beyin ile nefes alma egzersizlerini 2018 yılında kendi üzerimde keşfettim. 32 yaşında hayatım değişti. Sonrasında bedene etkisini araştırmak için üniversiteye kaydoldum. Kendi üzerimdeki bulguları, 10 denek üzerinde de bulgulayıp bulgulayamayacağımız üzerine bir metodoloji ürettik danışman hocalarımla. Egzersizi keşfettiğim teknik ile uygulayan 10 kişinin 8’inde beyin hacmi büyümesi sağladık.
İlk keşfettiğimde beynimde serinlik hissi, beynimin karıncalanması, beynimin akciğerlerimiz gibi kabarıp sönümlenmesi ve gözlerimin iki yana doğru çekilme hissi bana beynimin açıldığını ve büyüdüğünü düşündürdü. Farklı katılımcılarla da aynı bulguları elde ettik.
İki katılımcımız sağlık çalışanı olduğu için egzersizlere devam edemedik. Fakat belirlediğimiz süre dolduğunda onların da yeniden MR (Manyetik Rezonans) görüntülerini çektik. Karşılaştırma yaptığımızda sağlık çalışanlarının beyninde ciddi oranlarda küçülme olduğunu gördük. Maske kullanımına bağlı olduğunu düşünüyoruz. Araştırmamız kontrol grubu çalışmalarıyla devam ediyor. Sağlık çalışanları verilerini, örneklemi genişletip ayrı bir makalede inceleyeceğiz.
Beyin Hastalıkları Dünyada En Çok Ekonomik ve Manevi Zarara Yol Açanlar Arasında
BİNAE isimli çalışmanızdan bahsedelim. Beyin ile nefes almak ne anlama geliyor? Beynimiz kas dokularında olduğu gibi geliştirilebilir bir organımız mıdır? Eğer öyleyse, bu esneklik ve geliştirilebilme ne anlama gelir, bireye ve toplumsal hayata faydası ne olabilir?
500 yıl önce birisi size deriniz nefes alıyor dese gülerdiniz. Çünkü 500 yıl önce deri solunumu yapıldığı keşfedilmemişti henüz. Beyin ile nefes alma egzersizi de benzer bir keşif yolunda gidiyor. BİNAE burun yoluyla alınan nefesi beyine yönlendirmekle ilgili. Bilinçli nefes alma tekniği diyebiliriz. Sinüslerin uyarılması, şakak bölgesi ve kafatasının üst bölümlerinin masaj yoluyla rahatlatılması, nefes alma-verme farkındalığı ve beyne alınan nefesin etkilerinin deneklerce doğrulanması şeklinde aşamalardan oluşuyor. Yaklaşık 30 dakikalık egzersiz sonunda kafatasının belirli bölgelerinde serinlik, kabarma, sönümlenme, gözlerin iki yöne doğru seğirmesi gibi belirtiler görülüyor.
Sıraladığım parametrelere pozitif onam aldığımızda egzersiz başarılı olarak uygulanmış kabul ediliyor. Evrimsel gelişimimize baktığımızda, beyin hacminin dünyayı algılayışımızda, bedenimizi ve ilişkilerimizi algılayışımızda, evreni algılayışımızda büyük sıçramalar yarattığını görüyoruz. Bizim büyüdüğünü bulguladığımız alanlar daha çok beyaz ve gri cevher alanları. Beyaz ve gri cevherler sinir lifleri ve nöron gövdelerinin olduğu alanlara deniyor. Sinir lifleri demek yeni bağlantılar demek. Kendi beynimde 18 ayda %9,6 oranında beyaz cevher artışı bulguladık. Beyin büyüme oranım %3,5. 18 ay önceki Turgay’ın hayata bakış açısıyla şu an konuşan Turgay’ın hayata bakış açısı arasında büyük bir makas var. Talamusta -duyu merkezimiz- ve beyincikte de ciddi bir büyüme olduğunu gördük. Beyincik, nefes alma, yürüme, konuşma merkezi olarak faaliyet gösteriyor. BOS sıvısında (Beyin omurilik sıvısı) ciddi oranda azalmalar var. Şu anda araştırmamızın birinci etabını tamamladık; 12 etap olarak devam etmeyi planlıyoruz. Yıllarca devam edebilecek bir araştırma.
Beyin hastalıkları dünyada en çok ekonomik ve manevi zarara yol açan hastalıklar arasında. Mesela Alzheimer hastalığının, beynin hacminin küçülmesi ile ilişkili olduğu biliniyor. Küçülmeyi tersine çevirebiliriz, ilaçsız beynimizi koruyabiliriz. Şu anda dünyada 50 milyonun üzerinde Alzheimer hastası var ve sadece Alzheimer hastalığının dünyaya ekonomik maliyeti 1 trilyon doların üzerinde.
Amigdala ne kadar aktif olursa, büyürse, beyin o kadar kendini çekiyor, küçülüyor. Çünkü kaygı halinde tetikte oluyoruz, refleksif hareket etmeye açık hale geliyoruz ve düşünce mekanizması aradan kalkıyor.
Ekonomik ve manevi maliyeti ağır olan bir diğer rahatsızlık depresyon. Çevremizde pek çok insanda bulgularına rastlayacağımız bir hastalık. Dünyada şu an teşhisi konulmuş 300 milyon depresyon hastası olduğu düşünülmekte ki, sayının daha yüksek olduğu biliniyor. Yine depresyon hastalarının işgücüne katılamamasından dolayı dünya ekonomik sistemine 1 trilyon dolardan fazla kayıp oluşturduğu düşünülmekte. Çok yetenekli insanlarımız ışıklarını, sevgilerini, bilgilerini, yeterince dünyaya aktaramadıkları için kendilerini kapatmış durumdalar. Araştırmayı keşfetmeme sebep olan şey de benim kişisel depresyonum oldu. 15 yıllık bir süreç yaşadım. Birçok tedaviyi denedim, başarıya ulaşamadım ancak beynim ile nefes alarak kendimi buldum.
Evrendeki büyük resmi görüp algılayabilmek için bağlantı kurabilmeniz lazım. Toplumsal olarak birlik bilinci ve şu an ortaya konulmak istenen pek çok iyi niyet ve duygunun bağlantısallıkla alakalı olduğunu gösteren birçok bulgu mevcut. Bizim araştırmamızın toplumdaki en büyük karşılığı sanırım dünya insanı olmayı, bedenimizin potansiyelini keşfetmeyi ve ruhsal ışığımızı olduğu gibi dünyaya ve evrene yansıtabilmeyi öğrenmek olacak diye umuyorum.
Araştırmanızın bulgularında tüm beyin hacmi ve bilişsel fonksiyonlarımızda artışla birlikte duygularımızla ilgili olan amigdalanın küçüldüğü gözlemlenmiş. Bugün özellikle siyasetin tehdit, kriz ve duygulara yönelik bir politika ile insanların kararlarını belirlediğini ve yönlendirdiklerini görebiliyoruz. Buna göre araştırmanızın toplumsal sonucu olarak duyguları yöneten siyasete karşı psikofizyolojik bir mücadele imkânı ortaya çıkıyor diyebilir miyiz?
Ekleme yaparak diyebiliriz. Siyasi hedefleri korku iklimi ile gerçekleştirmeyi şu an için uygun görüyorlar. Fakat amigdalanın yüksek oranda aktif olması beyin hacmini küçültüyor. Biz bunu yaptığımız araştırmada bulguladık, benzer araştırmalarda da destekleyen bulgular var. Amigdala ne kadar aktif olursa, büyürse, beyin o kadar kendini çekiyor, küçülüyor.
Çünkü kaygı halinde tetikte oluyoruz, refleksif hareket etmeye açık hale geliyoruz ve düşünce mekanizması aradan kalkıyor. Politik ilişkilerin bu yönde ilerlemesi bilinçli yapılan bir strateji olabilir. Buna karşılık muhalefetin aynı kriz ve korku temaları üzerinden söylem geliştirmeleri bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir.
Toplumsal tekâmül süreçleri ayrı, kişisel tekâmül ayrı. Zaten kendini keşfetmeyi öğrenmiş bir insan dışarıdan gelen etkilerden nasıl arınacağını da öğrenmiş oluyor. Toplumlara uygulanan politik tutumları ve sonuçlarını genel geçer olarak değerlendirmemek gerekir. Türkiye toplumu farklı öğreniyor, Küba toplumu farklı öğreniyor, Çin toplumu farklı öğreniyor, Amerika toplumu bambaşka öğreniyor. Oradaki insanların tekâmül süreçlerini tam olarak bilmiyoruz. İnsan bilincinin gelişiminde o kadar fazla parametre var ki, parametreleri bilmeden bazı söylemlerin kimine iyi kimine kötü geldiği hakkında bir yargı edinmek, olmaması gereken bir bağ oluşturuyor, bir düğüm oluşturuyor. Aslında o düğümün dışına çıkmak lazım. Yani iplikçikleri açık tutmak lazım. Siz bilincinizi bir yere bağladığınızda oraya enerji harcarsınız, ite kaka gidip gelir. Fakat serbest bıraktığınızda duyularınız halen açıktır, akan bilgiyi alma ihtimaliniz artar.
Bu araştırmayla ve görüşlerinizle birlikte evrimsel açıdan insanın ne olmak istediği ya da nereye gitmek istediğine dair bir vizyon, bir yol ortaya çıkıyor. İçinde yaşadığımız politik ve ekonomik sistemlere döndüğümüzde, biyoteknolojiyle, teknolojiyi bedene entegre ederek bildiğimiz insanın dışında bir şekilde evrimleşmeye çalışıldığına dair eğilimlerin olduğunu görüyoruz. Bu anlamda bahsettiğiniz evrimsel yol, biyoteknoloji üzerinden ilerleyen yolun alternatifi olabilir mi? Bu konudaki tercihimizi neler belirleyecek?
Öncelikle insanı ne olarak tanımlıyoruz? Bunun üzerinden değerlendirmek uygun olur. Çünkü insana eklemlenen unsurlarla bir araya geldiğimizde ‘insanlık dışı’ bir şekilde evrimleşeceğimiz yargısı doğru olmayabilir. İnsanlar bedenlerini farklı madde ve materyaller eklemleyerek deneyimliyor. Bedenin keşfi milyonlarca yıllık bir serüvene yayılıyor.
İnsanların bedenlerine bir şey ekleyip bedenlerini farklı konularda sınamaları, sınırlarını ölçmeleri aslında onlara yabancı bir şey değil. Temel duruşumuz yargısız kalmak olmalı. Bedenine protez bir göz alan insanın yaşadığı duyguları bilemeyiz, ne yaşayacağını bilemeyiz. Şu an pek çok protez, engelli dünyaya gelen veya sonradan engele sahip olan insanlar için büyük sevinçler yaşatıyor. Beyne veya bedene yapılacak eklentilerle iradenin farklı otoriteler tarafından yönetilmesi toplumları nasıl etkileyebilir ve bunun karşısına kendi bedenini keşfeden insan nasıl davranır diye düşünürsek, iki olasılıkta da tek bir kanun var. İkisinde de bir tekâmül süreci var.
Kişi fizyolojisini yönetemiyorsa bir başkası tarafından yönetilebilir. Gözle görülen, irade sahibi bir varlık olması da gerekmiyor, gözle görülmeyen bir varlık da bedeni yönetebilir. Gözle görülen bir otorite de yönetebilir. İnsan kendi bedensel, duygusal, zihinsel süreçlerini yönlendirebilecek kapasiteye vardıysa kontrolü yitirmez. Bu iyi, bu kötü diye bir ayrıma gidemeyiz o yüzden. Bu konuda yargıya varmadan olasılık halinde kalmak çok önemli, neye dönüşeceğimizi bilmiyoruz.
Sağlık çalışanları ve maske ile çalışmak zorunda olan tüm insanların kaderini, pandemi süreci çok yakından ilgilendirdi. Beyin hacmini negatif yönde etkilediğini biz araştırmamızda gözlemledik.
Bedensel ve zihinsel aktivasyonun araştırmanızda da görüldüğü gibi insanı fizyolojik olarak olumlu yönde geliştirdiği biliniyor. Ancak günümüzde bu aktivasyonun biyopolitik ve psikopolitik uygulamalarla tükenmişliğe ve bitkinliğe dönüştüğünü görebiliyoruz. Yani insanı belli şekillere, tanımlamalara, kurallara ve engellere yerleştiren sistemin insanı hasta olmaya ittiği düşünülüyor. Bu yönden değerlendirdiğimizde fizyolojik kapasitemizin gelişimi toplumsal hayatımıza nasıl katkı sağlayabilir?
İçinde bulunduğumuz sistem değişmek üzere olan bir sistem. İnsanlığın evriminde bir sıçrama noktasındayız. İstemli olarak beyin hacmini büyütebileceğimizi biliyoruz. Keşfettiğimiz egzersiz, süreci hızlandıran bir katalizör. Bedenimiz beynimize dakikada yarım litre kan pompalıyor, oksijenlenebilmesi için. Beynimiz bedenimizin %2’si olmasına rağmen bedene giren oksijenin %20-25’ini tüketiyor. Niçin? Sürekli bir etkileşime ihtiyacı var.
Egzersizi uygulayan insanların araştırmayla ilgili öznel görüşlerini de aldık. Önceki hayatlarına göre kendilerini çok daha enerjik hissediyorlar. Katılımcılarımız arasında 60, 67, 82 yaşında olanlar daha enerjik hissettiklerini beyan ediyorlar. Ben egzersizi keşfetmeden önce çok üşengeç, sürekli yatıp uyumak isteyen, günü böyle geçiren, intihar etme düşüncesiyle yaşayan bir insandım. Egzersizleri keşfettikten sonra yükselen frekansları kademe kademe kontrol etmeyi öğrendim. Hastalıkların sebebi fizyolojik frekans değerlerimizin düşüşüyle ilgili. Bahsettiğiniz toplumsal hastalıkların oluşmasının sebebi de frekansın düşmesinden kaynaklanıyor.
Bir hayal edelim. Tüm insanlara bir duyuru yapsak: Hepiniz sadece sevdiğiniz işi yapın, size izin verilecek. Yarın kalktığınızda sevdiğiniz işe gidin desek ne olur? Enerjimiz yükselir, kendimizi iyi hissederiz. Sürekli hale geldiğinde fizyolojimiz de o yönde gelişir, iyileşir. Kendimiz oluruz. Kendimiz olabilmek için imkânlarımız açılır. Kurulu sistemlerden bağlarımızı kesebilmeyi ve evrende nasıl hayatta kalabileceğimizi öğrenebiliriz. İnsanlar dünyada nasıl hayatta kalacakları üzerine bir kurgu ile ilerliyorlar. Bunu ancak kendi potansiyelimizi ortaya koyarak dönüştürebiliriz.
Sağlık Çalışanlarının Beyninde Küçülme Gördük
Pandemide eve tıkılan, hareketliliğini ve üretkenliğini kaybeden toplum fizyolojik olarak neleri kaybediyor? Amigdala uyarımının, yani korku ve tehdidin hala devam ediyor oluşunun uzun dönemli toplumsal sonuçları neler olabilir? Maske kullanımının dikkate almamız, bilmemiz gereken olumsuz sonuçları var mı?
Araştırmamızda iki sağlık çalışanı vardı. Birinin beyin hacminde %3,5, diğerinde %1,5 küçülme gördük. %3,5 küçülen sağlık çalışanının yakın çevresinden çok fazla arkadaşı pandemi dolayısı ile hayata veda etti. Amigdalasının %781 oranında büyüdüğünü bulguladık. Çok büyük bir oran. Ne kadar korku, stres yaşadığını tahmin bile edemeyiz. Sağlık çalışanları ve maske ile çalışmak zorunda olan tüm insanların kaderini, pandemi süreci çok yakından ilgilendirdi.
Beyin hacmini negatif yönde etkilediğini biz araştırmamızda gözlemledik. Daha fazla MR çekimi ile örneklem genişletilebilir. Fakat beynin oksijenle olan ilişkisi biliniyor, bu konuda pek çok çalışma var. Oksijensiz kalırsa beyin kendini küçültüyor, korumaya alıyor. Tedavisi var, kaybedilen hacmi geri alabiliriz ve kendimizi koruyabiliriz. Fakat kaybedilen hacimlerin beyinde yaratacağı patolojilere engel olmak mümkün olmayabilir.
Beyin hacmi %3,5 küçülen sağlık çalışanının talamusunun %28 küçüldüğünü gördük. Algınızın %30 kapandığını düşünün, 4 ay için çok büyük oranlar. Algı olmazsa tepki olmaz. Ve kendisi de belirtiyor: “Ben iki işi bir anda yapamıyorum artık. Eskiden çok aktiftim, yorulmazdım ama şu an iki işi bir anda yürütecek enerjiyi bulamıyorum”. Diğer sağlık çalışanımız da bütün gün maskeyle çalışıyordu. Sadece sağlık çalışanları değil, maske ile çalışan tüm insanların, beyin fizyolojilerinde bir değişim gerçekleşiyor. Umarım yetkililer önlemlerini alırlar. Gerekli kurumları bilgilendirmeye çalıştım elimden geldiğince.
Önerilerim oldu. Hastanelerde ve büyük iş yerlerinde oksijenlenme odaları oluşturulması, her bir saatte on beş dakika mutlaka nefeslenme molaları verilmesi, mümkünse açık havaya çıkmalarının sağlanması, nefes alma eğitimleri verilmesi şeklinde önerilerde bulundum. Maske takarken de egzersiz yapılabilir. Çok farklı nefes eğitim teknikleri var. Bunların eğitimini veriyorum. Kişinin beden fonksiyonlarının maksimum fayda ile çalışabilmesi için oksijen kullanımı şart.
Araştırmanızı hangi kurumlarla paylaştınız? Nasıl karşılık gördü? Nerede yayımlanacak?
Araştırmamızın 1. etabını, 3 Temmuz 2020 yılında son MR çekimleri ile bulgulama açısından tamamladık. 25 Temmuz’da makalemizi yazdık, yayın için gönderdik. Şu anda araştırmamız akademik dergilerin değerlendirme süreçlerinde. Araştırmayı biz kendi sitemizde yayımladık. İlgilenenler, ‘İnsanlığın Ortak İradesi’ isimli sitemizden çalışmamızı inceleyebilir.
Çalışmanın sağlık çalışanları ile ilgili bulgularını 8 Temmuz’da Türk Tabipler Birliği, Türk Hemşireler Derneği, Sağlık Emekçileri Sendikası, T.C. Sağlık Bakanlığı ve üniversitem (Medipol Üniversitesi) ile paylaştım. Henüz verdiğim bilgiler üzerine bana geri dönüş yapan olmadı. Diliyorum yetkililer gerekli önlemi alırlar. Çünkü sağlık çalışanları özellikle ön planda, vakalarda artışlar yeniden yükselirse ve maske kullanımı şu an olduğu gibi devam ederse sonuçlarını birlikte göreceğiz, özellikle beyin fonksiyonlarındaki sonuçlarını. Sadece beyin hastalıklarındaki artışı bulgulayarak bile pandemi sürecinin neyi, ne kadar etkilediğini gözler önüne serebiliriz. Epidemiyolojik olarak Nörolojik vaka artışları yakından incelenmeli.
Çalışmanızın sonraki aşamalarnda neleri araştırmayı planlıyorsunuz?
İkinci etapta beyne nasıl hava gidiyor, onun üzerine daha detaylı çalışmak istiyoruz. Öngörümüz kafatası kemiğinin içinde bulunan mikrotüneller ve kribriform plakadaki sinir ağlarının geçtiği küçük delikler. BİNAE yaparken havanın beyin ile nasıl temas ettiği üzerine çalışmalarımız devam ediyor.
Beyin büyümeye devam ederse kafatası da büyüyor. Beynimizin üst kısmındaki 8 kemik bağ dokuyla birbirine bağlı. 20 yaşından sonra kemikleşmeye başlıyor. Özellikle çocuklarla ve gençlerle egzersizlerimizi çalışmayı istiyorum. BİNAE ile kendi potansiyellerini gerçekleştirmeyi öğrendiklerinde nasıl bir insan ortaya çıkacak? Ben çok merak ediyorum.
Epilepsi hastalarında, beyin embolisi geçirmiş, beyin ameliyatı geçirmiş hastalarda, farklı nörolojik problemleri olan hastalarda egzersizin etkisini çalışıyoruz. Tüm grupları ayrı ayrı çalışarak bulguları paylaşacağız. Umarım insanlara faydası olur.
Araştırmanın makalesine buradan ulaşabilirsiniz.: http://ioi.com.tr/wp-content/uploads/2020/08/BINAE-Makale.pdf
Öneri Yazı: