Medeniyet, uygarlık, bilim ve benzeri değerler, insanlıkla beraber başlamış ve zamanla gelişme göstermiştir. İlmi kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre bilimsel etkinlikler, uygarlığın tarihi ile başlamıştır. Bilim tarihçilerinin tespit ettiğine göre ilk uygarlık, M.Ö 3000 yıllarında Mezopotamya’da Sümer uygarlığının parlak bir düzeye eriştiği dönemlerde yaşanmıştır. Sümerler, hayvancılık ve tarımın yanında, teknolojide de oldukça ileri gitmişlerdir. Uygarlık, bu dönemlerde Dicle-Fırat, Nil, İndüs gibi nehir vadilerinde gelişmeye devam etmiştir.[1]
Yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz kadarı ile kanunların ilk olarak adilane bir şekilde uygulanması neticesinde güzel ahlakın ve medeniyetin oluştuğu Mezopotamya bölgesine, geniş anlamda “Bereketli Hilal” adı da verilmektedir. “Bereketli Hilal”, Mezopotamya nehir vadilerinin doğusundan başlar ve Akdeniz’in doğusuna doğru uzanır. Bu bereketli toprak, Mısır’a, Nil deltasına kadar uzanır. Bu nedenle Mezopotamya, önemli bir bölge olarak kabul edilmektedir.
Tarih kaynaklarında yer aldığına göre, medeniyetin bu şekilde ilk olarak Mezopotamya’da ortaya çıktığı ve diğer medeniyetlerin de bunun birer uzantısı oldukları haber verilmektedir. Hitit ve Yunan medeniyetleri, Mezopotamya medeniyetinden etkilenerek gelişmişlerdir. Mezopotamya medeniyetinin, Mısır’ın Nil vadisindeki medeniyete ve uzak doğudaki Hint ve Çin medeniyetlerine de etkisi olmuştur.[2] Eski medeniyetlerin kaynağı olarak kabul edilen Hammurabi kanunlarının vahiy mahsulü olduğu ve bu kanunların bir kısmının tasviri, bir kısmının da şifahi ifadelerden meydana geldiği rivayet edilmektedir.
Tarihçilerin kaydettiğine göre, İbrahim peygamber (a.s.), muhtemelen kendisine gelen vahyi kaydedip okuyan, okuma yazmayı bilen biriydi. Hem İbrahim (a.s.) hem de Hammurabi kendilerine gelen vahyi hürmetle dikkate almışlardır.[3]
Böyle bir uygarlığa beşiklik yapan Mezopotamya Bölgesi, İslâm tarihi boyunca da ilim merkezi olarak hep ön sıralarda olmuştur. Buralarda medreselerde çok sayıda ilim adamı yetişmiş, ilme ve irfana hizmet etmiştir. Abdurrahim Zapsu (ö. 1377/1958), yirminci yüzyılın başlarında burada yetişmiş önemli bir şahsiyettir. Kısaca onun bibliyografyasını ve “Büyük İslâm Tarihi” adlı eserini tanıtacağız.
I – ABDURRAHİM ZAPSU
Kürt medreselerinde yetişmiş büyük bir İslâm âlimi ve mütefekkiri olan Abdurrahim Zapsu, 1890 yılında Van’ın Başkale İlçesinde doğmuştur. Eski adı Adamma olan Başkale, o zamanlar Hakkâri’ye bağlı idi. Zapsu’nun babası, Mehmet Pertev Beydir. Annesi ise, Hacı Tayyar Beyin kızı Emetullah Hanımdır. Zapsu, babaannesi vasıtası ile bölgenin tanınmış isimlerinden Bedirhan Paşa sülalesine dayanmaktadır.
İlk tahsilini Başkale’de, orta öğrenimini Van Dârü’l-Muallimîn’de tamamlayan Zapsu, Taha Arvâsî’den icazet almıştır. Ankara Maliye Meslek Mektebinde de okuyan Zapsu, İstanbul Darülfünun Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin son mezunlarındandır. Mezuniyet tezi olarak Ayetü’l-Kürsi tefsiri ile ilgili “Abide-i Tevhid” başlıklı bir yazı yazmıştır.
Doğuda büyük bir etkinliğe sahip olan Abdurrahim Zapsu, Rus işgaline karşı gösterilen mücadelede yaralı olarak esir düşmüştür. Bu esaret sırasında Bediüzzaman Said-i Nursî (ö. 1380/1960) ile görüşmüştür. Önceleri Hazar Denizi’ndeki Nargin adasında ve daha sonra Bakü’de esir olarak kalan Zapsu, zor şartlar altında İstanbul’a ulaşmıştır. O çalkantılı dönemde çeşitli Kürt derneklerinde görev almış. Kürt Talebe Hevi (Ümit) Cemiyetinin kurucuları arasında bulunmuştur.
15 sene öğretmenlik yapan Zapsu, 15 sene de Mal Müdürlüklerinde maliyeci olarak çalışmış ve ardından 7 sene “Ehl-i Sünnet Mecmuasın”ı yayımlamakla meşgul olmuştur.
Çok ileri görüşlü olan Abdurrahim Zapsu, 1947-1948 yıllarında bir kızını Fransız, bir kızını da Alman lisesinde okutmuştur.
Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça, Rusça ve Almancayı bilen Zapsu, çeşitli eserler yazmıştır. “Büyük İslâm Tarihi” adlı kitabından başka yayımlanmış 16 kitabı vardır. Bunun yanında 7 sene boyunca, 15 günde bir yayımlanan “Ehl-i Sünnet Mecmuası” ve Türkçe, Kürtçe, Farsça, Arapça yayımlanmış pek çok şiir ve makaleleri de vardır. Bir de yayımlanmamış çalışmaları da bulunmaktadır. Türkçe ve Kürtçe yayımlanan “Jın” dergisinde de yazılar yazmıştır.
Hayatının sonuna doğru rahatsızlanan Zapsu, 26 Aralık 1957 tarihinde vasiyetnamesini yazmıştır. Vasiyetnamesinin başında eşinden ve çocuklarından haklarını helal etmelerini dilemiş, kendisinin de onlara olan haklarını, Allah’a ibadet etmeleri, düzenli namaz kılmaları şartı ile helal ettiğini kaydetmiştir. 10 maddelik bir vasiyetnameyi yazan Zapsu, son maddesinde şu ifadelere yer vermiştir: “Kimsenin ırzına, namusuna, malına göz dikmeyiniz. Allah’tan korkunuz. Peygamber aleyhisselatuvesselamdan utanınız. Cenab-ı Hak sizin ve benim dünya ve ahiretimi mamur etsin. Evlatlarınızı da Allah’ın emirlerine alıştırınız.”
Zapsu, bu vasiyetnameyi yazdıktan 45 gün sonra 9 Şubat 1958 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş ve cenazesi Edirnekapı şehitliği karşısındaki Necati Bey Mezarlığında defnedilmiştir.[4]
II – BÜYÜK İSLAM TARİHİ
Abdurrahim Zapsu, bu kitabı üç cilt halinde hazırlamayı tasarlamıştı. Birinci ve ikinci cildi tamamlamış ve 1957 yılında İstanbul’da yayımlanmasını sağlamıştı. Üçüncü cildin yayımlanmasını sağlamadan vefat etmişti. Torunları Geylan Abdülaziz Zapsu ve Hasan Cüneyd Zapsu, üç kitabın üç cildini bir araya getirerek tek cilt halinde yayımlanmasını sağlamışlardır.
Kitap, 2006 tarihinde İstanbul’da Risale Yayınları tarafından yayımlanmış. 453 sayfadan oluşan kitap, önsöz ve üç bölümden oluşmaktadır. Zapsu, önsözde özet olarak İslâm dinini mükemmelliğinin, taraftarlarının lüzumsuz tutuculukları, karşıtlarının insafsızca iftiraları, tarafsızların da hakikate nüfuz edememeleri yüzünden ihmale uğradığını kaydetmiştir. Kitabın birinci bölümünde din, tarih ve peygamberlik kavramları üzerinde durulmuş ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) çocukluk dönemi hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gençlik yıllarından itibaren Medine’ye hicret olayına kadar olan hayatı işlenmiştir. Üçüncü bölümde ise, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke hayatı kısaca hatırlatıldıktan sonra, Medine döneminin bütün yılları tek tek anlatılmıştır. Kitabın sonunda da bazı sonuç ve değerlendirmelere yer verilmiştir.
Kitabın baş tarafında, Geylan Abdülaziz Zapsu ve Hasan Cüneyd Zapsu’un yazmış oldukları bir sunuş yazısı bulunmaktadır. Onların sunuş yazılarından sonra, Hasan Basri Çantay, Ali Rıza Sağman ve Ahmet Davudoğlu gibi o zamanın âlimlerinin, eser hakkında yazmış oldukları nadide ifadeler yer almaktadır.
Zapsu, tarihin tanımı hakkında da geniş bilgi vermiştir. O, bu bilgilerin başında şu ifadelere yer vermiştir: “Tarih, kelime anlamı olarak vakit tayini demektir. İlim lisanında öyle bir vakit tayinine derler ki bir millet, bir devlet veya bir toplulukta ortaya çıkan hadiseleri bir araya getirmiş olsun.” Zapsu, tarih tanımı için bu rivayetleri naklettikten sonra şu yorumda bulunmuştur: “Bu tarife göre tarih, ilim zümresine girer ve insanlara bilgi verir. Fakat bu bilgi, herhangi bir pozitif ilim gibi kesinlik ifade etmez. Tarihçinin ve vakanüvisin karakterine bağlıdır.”[5]
Tarih hakkında bu tanımı yapan Zapsu, kitabında İslâm tarihi yazanları izledikleri yollara göre dört kısım halinde değerlendirmiştir:
Birinci yol: Bazıları hakikatleri biliyorlar. Fakat dini ve milli kindarlıkları ve bağnazlıkları nedeni ile İslâm düşmanlıkları ile ortaya çıkarlar. İslâm’ın hakikatlerini bir takım batıl fikirlerle süsleyerek tarihe mal etmeye çalışıyorlar. Bunlar, hain maksatlı kişilerdir.
İkinci yol: Bazı kişiler İslâm’ın hakikatlerini bilmiyorlar. Bu tür kişiler, İslâm aleyhine yazılan yanlış ve kötü bilgileri okuyarak o yanlış bilgileri aktarıyorlar. Bunlar, gerçeklerden haberdar olmadan İslâm hakkında gerçekdışı bilgileri aktarmaktadırlar.
Üçüncü yol: Bazı kişiler, İslâm’ın gerçeklerini bilmiyorlar. Kötü niyetli kişilerin aleyhte yazdıkları iftiraların yalan ve uydurma olduğunu da anlıyorlar. Ancak gerçek bilgilere sahip olmadıkları için, bunlara gereken cevapları veremiyorlar. Bu gibi kişiler, kendilerine göre bir yol takip edip gidiyorlar.
Dördüncü yol: Bağnazlıktan ve cahilce fikirlerden tamamı ile kurtularak hakkı hak, batılı batıl olarak kavrayan bazı kişiler de vardır. Onlar, İslâm’ın ana ilimlerine dayanarak zamanın felsefesini hazmetmişlerdir. İslâm’ın aleyhinde yapılan iftiraların hangi yoldan geldiğini ilmi delillerle ispat ederek tahrif edilen hadiseleri bu tahriften kurtarmakta, gerçekleri bütün çıplaklığı ile ortaya koymaya çalışmaktadırlar. İşte bunların takip ettikleri yol, gerçek yoldur.[6]
Zapsu’nun dördüncü maddede işaret ettiği gibi tarih yazanların, bağnazlıktan, cahilce fikirlerden tamamı ile kurtulmaları ve tarihi olayları gerçeklere uygun, tarafsız bir şekilde yazmaları gerekir. İslâm âleminde bu gerçek yakalanamadığı için, doğrular olduğu gibi su yüzüne çıkamamaktadır.
Nitekim Kur’ân’ı ve Sünneti çok iyi bir üslupla savunmuş olan bir oryantalist olmasına rağmen Nabia Abbott (1897-1981), İslâm âleminde gerçek bir fikir ve düşünce hürriyetinin olmadığını, özellikle egemenlerin eleştiriyi kabul etmediklerini, bu nedenle İslâm âleminin çok geri kaldığını çeşitli örneklerle açıklamıştır. Abbott, halife ve sultanların cariyelerden oluşturdukları haremleri hakkında çeşitli örneklerle bilgi vermiştir. İslâm tarihçilerinin serbest bir şekilde bu konuda yeterli açıklamalarda bulunma hürriyetini bulamadıklarını, konuyu yuvarlak ifadelerle geçiştirdiklerini anlatmıştır. Onun tespitine göre Müslüman tarihçiler, çoğunlukla olayları naklederken bu olayların nedenleri hakkında yorum yapmaktan çekinmişlerdir. Herhangi bir olayı değerlendirirken, “Neden böyle oldu? Ne için bu olay işlendi?” gibi soruları soramamışlar ve söz konusu olayı değerlendirememişlerdir. Özellikle yöneticiler hakkında değerlendirmelerde bulunmamışlar, konuyu laf kalabalığına boğmuşlar, tarafsız değerlendirmelerde bulunanlar da çeşitli cezalara maruz kalmışlardır.[7] Zapsu da kitabında bu gerçeğin aralanmasının gerektiğine işaret etmiş ve bunun dışındaki tarih yazmaların sağlıklı olmadıklarını anlatmıştır.
Sonuç
Dünya medeniyetlerinin kaynağı olan Mezopotamya, ruh ve bilinç olarak bu özelliğini sürdürmektedir. Tarihin çeşitli dönemlerinde buradan yetişen ilim adamları, dünyanın çeşitli yerlerine ışık saçmışlardır. 1890 yılında bugün Van’a bağlı Başkale/Adamma’da dünyaya gelen Kürt şair, yazar ve mücadele adamı Abdurrahim Zapsu, bu bölgede yetişen ve gittiği yeri aydınlatmaya çalışan değerlerden biridir. Çok ileri görüşlü olan ve Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça, Rusça ile Almancayı bilen Zapsu, çeşitli eserler yazmıştır. “Büyük İslâm Tarihi” adlı kitabından başka yayımlanmış 16 kitabı vardır. Duygu dolu bir vasiyetname yazan Zapsu, 9 Şubat 1958 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş ve cenazesi Edirne kapı şehitliği karşısındaki Necati Bey Mezarlığında defnedilmiştir. Abdurrahim Zapsu’nun hayatı, eserleri ve “Büyük İslâm Tarihi” adlı kitabı hakkında Yüksek Lisans ve Doktora gibi çalışmaların yapılmasının yararlı olacağı kanaatindeyim. Kapsamında faydalı bilgileri barındıran bu kitap, her okuyucunun bilgilerine katkı sağlayacak ve önünde yeni ufuklar açacak kalitede bir eserdir.
[1] Cemal Yıldırım, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2012, s. 17.
[2] Ömer Ferruh, İslâm Aile Hukuku, Sebil Yayınları, İstanbul 1969, s. 22 vd.; Ayşe Afet İnan, Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992, s. 2.
[3] İsmail Raci el-Faruki – Luis Lamia el-Faruki, İslâm Kültür Atlası, trc. Mustafa Okan Kibaroğlu – Zerrin Kibaroğlu, İnkılap Yayınları, İstanbul 1999, s. 111.
[4] Abdürrahim Zapsu’nun hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgi için bkz. Abdürrahim Zapsu, Büyük İslâm Tarihi, Risale, İstanbul 2006, s. 11 vd.; Mustafa İsmet Uzun, “ZAPSU, Abdürrahim”, DİA, İstanbul 2013, XXXXIV, 127-128.
[5] Zapsu, Büyük İslâm Tarihi, Risale, s. 31.
[6] Zapsu, Büyük İslâm Tarihi, s. 165.
[7] Nabia Abbott, Hayzuran İle Zübeyde Bağdat’ın İki Kraliçesi, trc. Suat Kaya, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, 2000, 96 vd.; Ali Karakaş, Nabia Abbott ve Hadise Yaklaşımı, Ensar Neşriyat, İstanbul 2018, s. 148 vd.