I – Babanzâde Ahmed Naim
Babanzâde Ahmed Naim, XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılın başlarında yaşamış ve İslâm kültür mirasına çok çeşitli katkıları olmuş önemli bir şahsiyettir. 1872 tarihinde Bağdat’ta dünyaya gelen mütercim, düşünür ve yazar Babanzâde Ahmed Naim (ö. 1353/1934), İlkokulu Bağdat’ta okuduktan sonra İstanbul’a gelmiş ve 1891 yılında Galatasaray Sultânîsi (Lisesini) ve 1894 yılında da Mülkiye (Siyasal Bilgiler) Mektebini okumuştur. Babanzade Ahmed Naim medresede okumamakla birlikte, kendisini dinî ilimler ve Arapça alanında iyi bir şekilde yetiştirmiştir.
Babanzâde Ahmed Naim, 1894 yılında Dış İşleri Bakanlığı’na bağlı tercüme bürosunda çalışmaya başlamıştır. Sonra, Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğretim Müdürlüğüne getirilmiş ve ondan sonra da Galatasaray Lisesi’nde Arapça okutmuştur. 1908 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Telif ve Tercüme Odasında görev yapmış ve 1915 tarihinde Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde felsefe, mantık, ruhiyat (psikoloji) ve ahlak dersleri öğretim üyeliğine başlamıştır. Bu arada Ekim 1918-Ekim 1919 tarihleri arasında Darülfünun Umum Müdürlüğü (Rektörlük) görevinde bulunmuştur. 1 Temmuz 1933 tarihinde Darülfünun lağvedilinceye kadar, Edebiyat ve İlahiyat Fakültelerinde ders verme görevini sürdürmüştür. Şafiî mezhebini benimseyen Babanzâde Ahmed Naim’in, aynı zamanda tasavvuf yönü de vardı. Halvetî tarikatına mensuptu ve aynı zamanda kayınpederi olan Fatih türbedarı olan Ahmed Amiş Efendiye intisap etmiştir.
Babanzâde Ahmed Naim, Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi biliyordu; Doğu ve Batı kültürü hakkında tam manası ile bilgi sahibiydi. Edebiyat ve müziğe ilgisi olan Naim, 1901 yılında Servet-i Fünûn dergisinde “Bedâyiu’l-Arab” (Arapların Güzel Yapıtları) başlığı ile yazı hayatına başlamıştır. Tecrid-i Sarih Tercümesi’nde Türkçeyi kullanmadaki ustalığını ortaya koyduğu gibi, Arapça kelimelerin en uygun karşılığını bulmadaki maharetini de göstermiştir. Ayrıca hadis okutma usulünün düzeltilmeye ihtiyaç olduğunu savunmuştur. Eski usul ile Arapça öğretimine şiddetle karşı çıkan Ahmed Naim, dil öğretiminde yeni metotların geliştirilmesinin gerektiğini ileri sürmüştür. Kendisi, öğrettiği Arapça derslerinde ve bu konuda yazmış olduğu eserlerinde bunu ortaya koymaya çalışmıştır.
Mehmet Akif ve Elmalılı Başta Olmak Üzere Etkisi
Mehmet Akif Ersoy (ö. 1355/1936), büyük bir âlim, fikir adamı ve felsefeci olan Babanzâde Ahmed Naim’i çok sevdiği için, adını kendi oğluna vermiştir.
Akif, çok sevdiği Babanzâde Ahmed Naim’in vefat haberini duyunca, “Dağ gibi yıkıldı” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir. Ahmed Naim’in “Ahlâk-ı İslâmiyye Esasları” adlı eserini sadeleştirerek 1963 yılında yayımlayan ve aynı zamanda Mehmet Akif Ersoy’un damadı olan Ömer Rıza Doğrul (ö. 1952), bu kitabın baş tarafında iki sayfalık bir “sunuş” yazmıştır. O, sunuş yazısına “Son asırda yetişen en değerli ilim adamlarımızdan Babanzâde Ahmed Naim” diye başlamış ve “Merhum Üstat Ahmed Naim, ciddi ve kuvvetli bir ilim adamı idi” diye devam etmiştir. Ömer Rıza Doğrul, kayınbabası olan Mehmet Akif’in, Ahmed Naim’e olan hayranlığını çok iyi biliyordu ve bunu edebî ifadelerle de dile getirmiştir. O, Akif’in, bazı dostlarına yazdığı mektuplarda, “onun öldüğünü haber aldığım anda, dünya başıma yıkıldı sandım” ifadesini kullandığını kaydetmiştir. Doğrul, Mehmet Akif ile Ahmed Naim’in dünyada beraber oldukları gibi, yer altında da birbirlerine komşu olduklarını, Edirnekapı Şehitliğinin karşısındaki mezarlıkta adeta birbirlerine bitişik birer kabre gömüldüklerini anlatmıştır.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’da (ö. 1942), Babanzâde Ahmed Naim’in öldüğünü duyunca, ağlamış ve şu sözleri söylemiştir: “Her ne zaman bir kelimede tereddüde düşsem, ona sorar, tereddüdümü giderirdim. Tercümede benim için danışacak biricik âlim, Ahmed Naim idi. Naim’in bilgisi, ele geçmez bir hazine, ilmi ve fazlı ise büyük bir define idi. O gidince, pek sarsıldım, adeta can evimden vuruldum.”
Ahmed Naim, İstanbul’da 1934’te vefat etmiş ve Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Bazı Eserleri
Babanzâde Ahmed Naim, hem telif hem de tercüme yoluyla çok önemli eserler kazandırmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır:
1-Temrînât (Alıştırmalar)(Sarf-ı Arabî’ye Mahsus Temrînât)
2-Hikmet Dersleri
3-Felsefe Dersleri
4-Mebâdî-i Felsefeden İlmü’n-Nefs (Felsefe Açısından Psikoloji Meseleleri)
5-İlm-i Mantık
6-Kırk Hadis (İmam Nevevî’nin el-Erbeûn tercümesi)
7-Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi
8-İslâm’da Davâ-yı Kavmiyyet
9-Ahlâk-ı İslâmiyye Esasları
II – “İslâm Ahlâkının Esasları” Eseri
1912 tarihinde Lahey’de toplanan Terbiye-i Ahlâkiyye(Ahlâkî Eğitim)/Ahlak Terbiyesi Kongresi’nde sunulmak üzere hazırlanmıştır. Eserin; kaleme alınma amacı uluslararası bir konferansta Doğu dünyasını temsil etmek ve İslâm’ın ahlâk anlayışı hakkında Batılılara bilgiler vermektir.
Kitabın kapsamında genel olarak ahlak, İslâm ahlakı, bu ahlakın kaynağı olarak Kur’ân ve Sünnet, ahlakın ilişkili olduğu inanç, ibadet, felsefe, hürriyet ve çeşitli sorumluluklarımız yer almaktadır.
Babanzâde Ahmed Naim’e, düzenlenecek bu ikinci kongreye devleti temsilen katılması ve Doğu’da ahlak eğitiminin temeli olan esasları açıklayan bir raporu sunması talep edilmişti. Devrin Milli Eğitim Bakanı Emrullah Efendi, bizzat Babanzâde Ahmed Naim’den istenen raporun hazırlanmasını istemiştir. O da bu teklifi kabul ederek kongrede sunmak üzere bir taslak hazırlamıştı. Bu raporun hazırlandığı süre içerisinde kabinenin değişmesi nedeni ile kongreye temsilci gönderme kararı iptal edilmiş. Ahmed Naim, hazırlamış olduğu taslağı önce Sebîlü’r-Reşâd mecmuasında yayımlamıştır. Ardından okuyucuların talebi üzerine bu taslak tekrar ele alınarak mevcut eser haline getirilmiştir.
Din, İman, Ahlâk
Babanzâde Ahmed Naim, toplumların tarih içerisindeki başarılarını ve ilerlemelerini göz önüne alarak en sağlam dinin Hz. Peygamberin (s.a.s.) getirdiği İslam dini olduğunu belirtir.
Ona göre İslam dini “ahlâk dini”dir.
Çünkü İslam dininin temel ilkeleri, insanı daima güzel davranışlara ve erdemli olmaya yönlendirerek kötülüklerden uzak durmayı öğütlemektedir.
Din ile ahlâk arasındaki ilişkiyi açıklarken ilk olarak iyiliğin, erdemli ve güzel ahlâklı olmanın İslam dinindeki önemini vurgulayan ayet ve hadislerden örnekler vererek İslam’ın güzel ahlâka teşvik eden yönünü ele almış ve farzlarla ahlâk ilişkisini açıklamıştır. Sonrasında da iman ile ahlâk arasındaki sıkı bağı gösteren ayet ve hadislerden örnekler vermiştir. Verdiği örneklerde aslında İslam’ın emirlerinin ahlâk ilkeleri olduğu, din ile ahlâkın adeta tek bir şey olduğu sonucuna varır.
“Hiçbir ahlâkî emir yoktur ki, dinî ve imanî bir emir olmasın” diyerek aslında İslam’ın her bir hükmünün ahlâkî yasa niteliği taşıdığını vurgulamaktadır.
Dinin Temeli Akıl İlkeleri
Babanzâde Ahmed Naim, ahlak konusu ile ilgilendiği gibi felsefe ile de yakından ilgilenmiş ve yaşadığı dönem itibariyle felsefî birikimiyle adından söz ettirmiştir. “İnsanın dini aklıdır, aklı olmayanın dini de yoktur” anlamındaki hadisi delil göstererek “Dinimizin temeli, akıl ilkeleridir” kuralını savunmuştur.
Babanzâde Ahmed Naim, bir kısım Müslüman toplumunun kader inancını yanlış yorumladığını, bu anlayış biçiminin Müslüman toplumları tembelliğe sevk ettiğini söyler ve kaderin önemli bir kısmının insanın hür fiilleri ile meydana geldiğini savunur. Ona göre İslâm dini, insana irade hürriyeti vermiştir. Buna göre Müslümanlar hem kadere, yani hayır ve şerrin yaratıcısının Allah olduğuna inanırlar, hem de Allah tarafından kendilerine gönderilen mutluluk ile mutsuzluk yolundan hangisine girseler, kendi seçimleri ile o yola girdiklerine inanırlar. İslâm dini, sorumluluk ilkesini gayet açık bir şekilde ortaya koymuştur.
İslâm dininin bize kısaca “Doğruluk ve mutluluk yolu açıktır. Bunları size gün gibi aşikâr ettim. Hangisini isterseniz seçiniz. O yola girerseniz faydası size, ondan uzaklaşırsanız zararı yine size dönecektir” dediğini yazarak konuyu özetlemiştir.
Babanzâde Ahmed Naim, insanın yaptıklarından mesul olduğunu, çünkü insana cüz’î irade verildiğini ifade eder. İnsan iradesine bağlı olan “cüz’î irade”yi, Müslümanların ahlak yasasının dayanağı olarak değerlendirmiştir. Bir de Allah’ın takdirine bağlı olan “küllî irade” vardır. Sevap ile ceza, yani sorumluluk, “cüz’î irade” ile ilgilidir. İnsan, “cüz’î irade” de hürriyet sahibidir. Bu anlamda her insanın sorumluluğunu yerine getirmesinin ve insanları aydınlatmasının gerektiğini anlatmıştır. Aynı şekilde her kişinin kendi yaptıklarından sorumlu olacağını, hiçbir kimsenin başkalarının yaptıklarından dolayı sorumlu olmayacağını ifade etmiştir.
Yine, İslâm ahlakının gereği olarak insanın kendisini maddî manevî her türlü tehlikelerden korumasının ve bunun için gereken tedbirleri almasının gerektiğini savunmuştur. Eserinin çeşitli yerlerinde felsefecilerin “ödev için ödevin yerine getirilmesi” ilkesini savunduklarını tekrarlamıştır. Buna göre felsefeciler, her türlü kötülük ve zararlı şeyden korunmanın bir ödev olduğunu ve bunlardan korunmanın gerektiğini savunmaktadırlar. Ona göre her zararlı şeye karşı korunma tedbirlerini almak icap eder.
Ahlak, Kanun ve Kural
Babanzâde Ahmed Naim’in üzerinde ehemmiyetle durduğu gibi, insanların sosyal hayatta birbirlerine karşı uymaları gereken ahlaki kuralları vardır. Sosyal hayattaki ahlakın kurallaşmasını, kanun diye tanımlayabiliriz. Yani kanun, toplum ahlakının, o toplumun kültürüne göre kurallara bağlanmasıdır. Kişisel ahlak, bireyin uyması gereken kural ve kaideler demektir. Aile ahlakı, aileyi oluşturan bireylerin aile içerisinde uymaları gereken kural ve kaideler demektir. Toplum ahlakı da toplumu oluşturan bireylerin o toplum içerisinde uymaları gereken kural ve kaideler demektir. Kişi, kişisel ahlakı yaşayarak huzur bulduğu gibi, aile bireyleri de aile ahlakına yani hukukuna uygun hareket edince mutlu olur. Aynı şekilde toplum da o toplumu oluşturan bireylerin toplumsal ahlak, kural, kanun ve kaidelerine uygun hareket etmeleri neticesinde toplumsal uzlaşı ve barışa kavuşur.
Her insan, kendi inancını yaşadığı zaman, ahlakını düzeltmiş oluyor. Allah’ın yasası olan “sünnetullah” gereği tabiat ile veya insan biyolojisi ile oynandığı zaman, nasıl oynanan şeyin dengesi bozuluyorsa, ahlak kuralları açısından da yanlış hareket edildiği zaman, sosyal hayat bozuluyor, toplumsal denge bozuluyor. Bu hakikat, Allah’ın yasası olan “sünnetullah”ın gereğidir.
Babanzâde Ahmed Naim, başka çeşitli konularda olduğu gibi, ahlak konusunda da İslâm ile felsefecilerin görüşlerini mukayese etmiştir. O, rasyonalistlerin yani bilginin doğruluğunu düşünce ve zihinde temellendirebileceğini öne süren felsefi görüşe sahip olan akılcıların savunduğu, “ödev için ödevin yerine getirilmesi” ilkesi üzerinde durmuştur.
Ahmed Naim bu görüşün ahlâkî ve amelî anlamını, İslâm inancındaki “bir ödevi, Allah’ın emri/hükmü olduğu için yerine getirme” ilkesi ile mukayese etmiş ve birbirlerine yakın anlam ifade ettiklerini savunmuştur.
Ona göre Müslüman’ın ölçüsü Kur’ân ve Sünnet, gayesi ise Allah rızasıdır. Bilinçli, şuurlu bir Müslüman, cehennem korkusu veya cennet ümidi ile değil, sadece Allah rızası için ibadet eder. “Herşey Allah rızası için” parolası, İslâm inancının ve ahlakının özünü oluşturur. Herhangi bir eylemin ahlaken iyi olması için, “sadece Allah için yapılmış” olmasının gerektiğini bilmeyen Müslüman yoktur.
Yukarıda da belirtildiği gibi felsefeciler, insanın görevinin bilicinde olmasının ve bu bilinçle yerine getirmesinin gerektiğini savunmaktadırlar. İslâm ahlakına göre ise görevler, vahiy ölçüleri dâhilinde belirlenmiştir ve insan, görevlerini bu ölçüler dâhilinde Allah rızası için yapmalıdır. Babanzâde Ahmed Naim bu konu üzerinde detaylı durmuştur. O, Allah rızasını gaye edinip vahiy ölçüleri dâhilinde hareket edenlerin kâmil insan olma derecesine ulaştıklarını ifade etmiştir.
Babanzâde Ahmed Naim’e göre, İslâm ahlakı açısından hem Hz. Peygamberin (s.a.s.) yolundan giden Müslümanlar, aynı şekilde Allah’a karşı da sorumludurlar. Herkesin ibadeti, aynı şekilde sadece Allah rızası için olmalıdır. Ahmed Naim, kitabının sonuna doğru yine bu konuyu detaylı bir şekilde açıklamış, bu konuda çok sayıda ayete yer vermiş ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bu konudaki sorumluluğunu da ayetlerle dile getirmiştir. (Babanzâde Ahmed Naim, 2014)
Sonuç olarak; Arapça, tefsir, hadis, fıkıh, felsefe, psikoloji, mantık, ahlak ve benzeri ilim dallarında ileri derecede bir düzeye gelen Babanzâde Ahmed Naim, yirminci asrın başlarında yaşamış değerli ilim adamlarından biridir.
Yazımıza konu olan “Ahlâk-ı İslâmiyye Esasları” adlı eseri de sahasında yazılmış önemli bir kaynaktır. Bu eserinde İslâm ahlakını çok iyi bir şekilde işlemiştir. Babanzâde Ahmed Naim bu çalışmasında, İslâm ahlakında ölçünün Kur’ân ve Sünnet, hedefin ise Allah rızası olduğunu vurgulamıştır. Dinî emirlerle ahlâkî vazifeler arasında güçlü bir bağın olduğunu ifade eden Babanzâde Ahmed Naim, “İslâm dininde hiçbir ahlâkî buyruk yoktur ki dinî bir emir veya imanî bir buyruk olmasın” diyerek ahlâkî vazifeleri ve dinî emirleri bir tutmuştur.
Yine eserinde “Tedbir gibi akıl ve güzel ahlak gibi asalet yoktur” anlamındaki hadise de yer vererek İslâm ahlâkının akıl dışı hurafelerden uzak olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Aklın üretken olabilmesi için, insanın hür bir şekilde fikir üretme hürriyetine sahip olması gerekir. Allah insana, fikir ve düşüncesinde ve “cüz’î irade”sinde serbestlik tanımış, bunun yanında insanı, “cüz’î irade”sinin sonucundan sorumlu tutmuştur. Ahmed Naim, bu şekilde insan iradesine bağlı olan “cüz’î irade”yi, Müslümanların ahlak yasasının dayanağı olarak değerlendirmiştir.
Allah’ın insanlara verdiği iradeye kaşı çıkmak veya engel olma, Allah’ın iradesine isyan sayılır. Bu ve benzeri ahlak konularını işleyen Ahmed Naim’in bu eserinin, çeşitli eğitim kademelerinde, özellikle akademik çalışmalarda ders olarak okutulmasının ve onunla ilgili çeşitli tezler yazdırmanın faydalı olacağı kanaatindeyim.