“İnsan zamanı ölçer, zaman da insanı.” (İtalyan atasözü)
İyi bir kitap kişinin zihin küresinde oluşturduğu çok boyutlu yapının bir temel taşı niteliğindedir. Kitapla kurduğumuz ilişki yalnızca zihinsel süreçlerle sınırlı değildir. Kimi kitap aklımız kadar kalbimize de dokunur, bazen de hayatımıza. Zaman olur okur kitaptan alır ışığını, zaman olur kitap okurdan.
Harfler, kelimeler, satırlar ve sayfalar arasındaki yolculuk büyük hayat yolcuğumuzun bir minyatürü gibidir. Bir ismi vardır kitabın ve noktalardan teşekkül bir harfle başlar. Sayfalar ve bölümler ise günlerimiz, aylarımız ve yıllarımız gibidir.
Geceden gündüze ve yıllardan asırlara uzanan zamanın ontolojik olarak temel unsuru ise ‘’hareket’’tir. Varlığın, yok iken var olma ‘an’ı ile hareket ve zamanın başlaması birdir.
Said Nursi’nin ifadesiyle; ‘’Zaman, harekatın bir rengi, yahut şeridi hükmünde olduğundan, harekatta cari olan bir hüküm, zamanda dahi caridir.’’
Hareket olmazsa, geçmiş ve gelecek, önce ve sonra olmayacaktı.
Zaman ve hareket, bir madalyonun iki yüzü gibidir. Bir kitabın sayfalarıyla akan hareket, zamanın habercisi olduğu gibi, zihin evrenimizin genişlemesinin de bir işaretidir.
Hayatın Kendisi Okunası Bir Kitap
Her varlığın hayatının doğum ‘an’ı, ölümünün habercisi olduğu gibi,
her kitabında ilk kelimesi son sayfadaki son noktanın habercisidir.
Her şey bir nokta ile başlar,
varlık aleminin sırrı misali bir ‘an’ gibi.
Harfler oluşur peşi sıra saniyeler geçer.
Kelimeler dakika, satırlar saat gibi.
Her sayfa; gece ve gündüz, her yaprak; ömürden bir gün.
Kitap, zamana ve mekâna mukayyed bir cisim; insan, hayat içinde bir kitap gibi.
İnsan, hayat ve kitap birbiri arasında kurgulanabilecek en güzel metafor.
Çünkü insan için, hayatın kendisi de okunası bir kitap.
Modern dünya yavaşlamamıza olanak vermeden olağanca hızıyla akarken, bize daraltılmış bir an bırakıyor. Peki çağımız insanı mekânın ve zamanın neresinde? Gerçekten büyük tefekkür alanı; varlığımızla evrenin hangi köşesindeyiz ve hareketimizle tarihin hangi dilimindeyiz?
Cevabını kitapta mı yoksa hayatta mı aramalı?
Çağımızın modern ücretli kölelik biçimi en başta fazlaca zamanımızı çalıyor/öldürüyor. Nedense bu bir ‘suç’ bile sayılmıyor! Tersine çoğu zaman ‘’düşünce suçlularının’’ hapishanelerle (bir mekân sınırlamasıyla) hayattan zamanları çalınıyor…
Hayat tercihlerle dolu, zamanla kitap arasında gidip geliyoruz. Her eylem gibi, kitapta bizden zamanımızı (ya da hayatımızdan bir bölümünü?) ister. Anlamı ıskalamak pahasına umarsızca tüketiyoruz zamanı. Ve tabi kendimizi de. Oysa tercihlerimizi özenle seçmeliyiz. Bir tercih, başka tercihlerden vazgeçmektir çünkü. Peki ya bir kitaba kaç hayat ve bir hayata kaç kitap sığabilir?
Neyse ki hayat sevmeye, düşünmeye ve sorgulamaya zaman bırakmadığı gibi okumaya da bırakmıyor. Buna olabildiğince direnç gösterip aralıksız ve düzenli olarak haftada 1 kitap okuyabilirsek yılda 52 kitap, insan ufkunun verimli dönemi olabilecek bir 25 yılda ise 1300 kitap demek. Bir ömrü ‘oku’makla anlamlandırmak için ne kadarda az. Türkiye’nin yıllık kişi başı kitap okuma oranına bakılacak olursa bu rakamların bile ancak %10’u düzeylerindeyiz.
Bir yazıya da ancak bir kitap sığar; Robert Levine imzalı ‘’Zamanın Coğrafyası’’[1] zaman algılarımız üzerinde duruyor. İnsanların ve kültürlerin doğasında olan iki temel kriter söz konusu. Tarih, antropoloji ve sosyoloji gibi pek çok disiplin aslında bir ‘’zaman’’ üzerine kurgulanıyor. Sosyo-kültürel kodlarıyla toplumların (belki de kaderi) zorunlu şekilde etkileşimde oldukları bir de ‘’coğrafya’’ var.
Evrenin varlık gösterdiği ilk zaman, aslında zamanında başladığı an. Yaklaşık 15 milyar yıl olduğu söyleniyor. Peki zaman makinesinde başlangıç noktasından da geriye, mesela 20 milyar yıl öncesine gidebilir miyiz? Zamanın başladığı ‘an’dan da öncesine! Soru gibi cevabı da anlam sınırlarını zorluyor. Akıp giden bir zaman açısından ‘öncesi’ için bir zaman kurgumuz yok. Çünkü zamanın kendisi de evrenin başladığı yerde başlıyor. Buna ‘’mekân’’ sorunu olarak yerküreyi de ekleyebiliriz. Aslında küçük ölçekte yaşadığımız coğrafyalar…
Zamanında en küçük birimi, bizim küçük dünyamızda. İnsanların kültürel farklılıkları onların yaşam hızlarını ne kadar etkiliyor? İşte ‘’Zamanın Coğrafyası’’ toplumların farklı coğrafyalarda farklı zaman algıları üzerine yoğunlaşıyor. Zaman ölçer cihazların tarih boyunca farklılaşması oldukça ilginç.
Zamanın Hükümdarlığında An’lar ve Anlamlar
Peki ya saatler bizim hükümdarımız olabilir mi? Son yüzyıllarda mega kentlerde saatlerin ve zamanın hükmü nedir? Zamanın genişleyip daraldığı anlar; tıpkı bir kitapla ortaya çıkıp zihnimizde genişleyen ve daralan anlamlar gibi…
Toplumların yaşam hızlarının dillerin aksanlarına göre bile farklılık gösteriyor olması oldukça şaşırtıyor. Mekânın psikolojisi, ekonomik refah, sanayileşme düzeyi, nüfus yoğunluğu ve kültürel değerler gibi daha pek çok etken var.
Psikolojik saatimizin zamanın hızlı akmasını istediğimiz dönemlerde ağır aksak ilerlemesi, tadına varmak istediğimiz dönemlerde ise hızla geçiyor olması hayatın acımasız ironilerinden biri mi?
Çoğu toplumda ise zaman algıları genellikle dogmatiktir. Değiştirilmesi ise oldukça güçtür. Dünyanın sokaklarını dolaştıkça dünyanın dönme hızı her coğrafya da ayrı hızda hissediliyor. Japonya’da, Brezilya’da ya da Amerika’da yürüme, çalışma, yemek yeme, uyuma ve düşün(ebil)me zamanları ne kadarda farklı.
Kitap, bir yandan da size zamanın ve iktidarın kurallarını öğretiyor.
Vakit nakit midir? Zamanı statü mü belirliyor? Para ile zamanı satın alabilir misiniz?
Zaman konulu pek çok sinema filminden biri olarak bu yıl yayınlanan ‘’Cennete Yakın’’[2] filminde olduğu gibi sizin zamanınızı satın alabiliyorlar. Daha doğrusu borcunuzu ömrünüzden yılları vererek ödeyebiliyorsunuz!… Savaşlar ve ölümler yetmiyor gibi, yeni dünya da zaman savaşları yaşıyoruz. Neo-liberal bir sömürme biçimi haliyle kendi hapishanemizde zaman tutsaklığında saatler bizi yönetiyor.
“Düşman kendi hızını dayatarak zamanın efendisi oldu ve zamanın kendisi de bizim düşmanımız.” (Elie Wiesel)
Zamanın Coğrafyası; sizi siyasetin, iktidarların ve etkileri altındaki kitlelerin kültürel zaman algılarını düşünmeye davet ediyor. Batı Avrupa, Afrika, Japonya veya Amerika’da toplumların zaman algılarının sosyo-ekonomik etkilerini gözler önüne seriyor. Siyasetten sanata, şehirleşmeden mimariye kadar aslında kadim tarihlerin kadim coğrafyalarda farklılıklarla buluştuğu zamanlar…
Zamanı düşünmek ve düşünceyi zamanlamak için, zaman algımızı açık tutmalı!
[1] https://www.kitapyurdu.com/kitap/zamanin-cografyasi-kulturlerin-zaman-algisi-uzerine/319085.html