Asabiyet, kavmiyet ve milliyet; üçü de birbirine yakın anlamları ifade eden kavramlardır. Kendi ırkını ve kavmini savunmak ve büyük ölçüde üstün tutmak milliyetçilik olarak yorumlanabilir. Bu konuda da Müslümanlar olarak ölçümüz Kur’an ve Hz. Muhammed’in sünneti olmalıdır. Aşırıya gidip fanatik davrandığımız zaman istikameti ve vasatı bırakmış oluruz. Tabi normal olarak her insan kendi ırkını, kavmini ve milletini sevebilir. Çünkü insanlar kendi kültürünü sever yaşar ve onunla mutlu olur. Biz kendi kavmimizi sevdiğimiz gibi başkasının da aynı şekilde kendi kavmini, ırkını ve milletini sevmesine saygı göstermeliyiz. Meşru ölçüler dahilinde herkes birbirine saygılı olmalıdır.
Her insanın bu konularla ilgili görüşlerine ve düşüncelerine eşit düzeyde hak ve hukuk tanımak gerekir. Ölçümüz olan Kur’an’ın, özeti niteliğindeki Fatiha Suresinde, Allah’ın tüm varlıkların ve aynı zamanda bütün insanların rabbi olarak Alemlerin Rabbi olduğu vurgulanır. Rab ise, özellikle tabii haklarda herkese eşit hak tanımış. Bu eşit hak, adalet ölçüleri dahilinde değerlendirilmelidir.
Bu anlamda adalet herkesin kendi hakkını koruması, başkasının hakkına tecavüz etmemesi ve başkasının da kendi hakkına müdahale etmesine müsaade etmemesi demektir. Asabiyet, kavmiyet ve milliyet konularında da durum böyledir.
Bir Arap Arap’ım der dilini sever, kültürüyle yaşar ve medeniyetini kurar. Bir Türk’te öyledir. Kendi dilini, kültürünü, tarihini, inancını, edebiyatını sever ve kültürü üzerinden medeniyetini kurar. Bir Kürt’te öyledir. Kendi dilini, kimliğini, tarihini, örfünü, adetini, kültürünü sever ve medeniyetini onun üzerinde kurar. Tüm insanlar başkasının hakkına ve hukukuna tecavüz etmediği sürece bu konularda hürdür. Ancak kendisine tanıdığı hak, hukuk ve hürriyeti başkalarına tanımadığı zaman bu İslam’ın reddettiği ırkçılık, kavmiyetçilik ve milliyetçilik olur.
Dünyanın her yerinde Müslümanlar toplu olarak her nerede yaşıyorsa cuma namazlarında evrensel bir ayet okunur. Bu ayet özellikle bu konuda da mesajlar vermektedir; Şunu kesin olarak bilin ki mutlaka ve muhakkak Allah her konuda adaletle hareket etmenizi, çevrenize yardımcı olmanızı, onlara iyilikte bulunmanızı emretmektedir. Yine muhakkak bilin ki kötülüğü menetmekte ve yasaklamaktadır. (Nahl: 90)
Hak ve Hukukta Eşitlikçi Adalet
Adalet evrenseldir ve bütün insanlar için eşit düzeyde uygulanması gereken bir kavramdır. Ortak ana hedef tüm insanların malını, canını, neslini, inancını, fikrini, düşüncesini ve aklını korumaktır. Bütün bunlar insanların ortak değerleridir. Onun için herkesin ortak değerlerine eşit ölçüde saygılı olmamız ve korunmasını temin etmeye çalışmamız gerekmektedir. Adaletin olmadığı ve insanlar arasında ayrımın yapıldığı yerde insanlıktan ve İslam’dan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü Allah Rabbül Alemin’dir, bütün insanlar aynı düzeyde Allah’ın kullarıdırlar.
Peygamberimiz, kendin için, maddi ve manevi değerlerin için arzu ve kabul ettiğin her şeyi bütün insanlar için istemedikçe iman etmiş olamazsın diyor. İman ve İslam da odur ki; kendi maddi manevi değerlerime, malıma, canıma, namusuma, dinime, dilime, kültürüme ve tüm değerlerime tanıdığım hak, hukuk ve hürriyeti eşit düzeyde tüm insanlara istediğim zaman kabul ettiğimdir. Aksi takdirse İslam’ın reddettiği ırkçılığı, kavmiyetçiliği ve milliyetçiliği yapmış oluruz. Kendine arzu ve kabul ettiğini başkasına da aynı şekilde kabul edince toplumsal uzlaşı ve barışta kendiliğinden sağlanır.
Yine, inananlar değil, ‘’Ey İnsanlar’’ diyerek başlayan Hucurat Suresi 13. ayet; Kesinlikle bilinki sizi bir anne ile bir babadan yarattık, sonra sizi kabile kabile, millet millet ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız. Sizin en üstün olanınız takva sahibi ve en dürüst olanınızdır diyor.
Önce kendi hakkımızı bilip tanımamız gerekir. Bir insan kendi kavmini ve milliyetini tanıyacak, bilecek ve kültürünü yaşayacak. Çünkü insan kültürünü yaşayınca şahsiyet sahibi olur. Kendi kültürünü yaşamayan insanların kişiliğinde problemler olur. Onun için kendinizi de tanıyın, başkalarını da tanıyın, yani birbirinizin hakkına ve hukukuna saygılı olun. Başkasının hakkını tanımamak Allah’ın ve Kur’an’ın emrini reddetmek ve isyan etmek demektir.
Bugün Müslümanlar arasındaki problemlerin temelinde de bu konu yatıyor. Kendi değerlerine tanıdığı hakkı karşıdakine tanımayınca toplumsal uzlaşı da bozulmuş oluyor. Düşünebiliyor musunuz? Müslüman Müslüman’ın zulmünden kaçarak gayr-i müslim dediklerine sığınmaya gidiyor. Kaçarken de denizlerde boğulup ölüyorlar ve çocukların cesetleri sahillere vuruyor. Bu Müslümanların birbirilerine karşı müsamahalarının olmadığını gösteriyor.
Kendi aralarında adaleti, hak ve hukuku sağlasalar insanlar niye kaçsın? Bugün en çok kaçış İslam aleminden yapılmaktadır. Bütün İslam aleminde insanlar memleketlerindeki sıkıntılardan kurtulmak için Batıya kaçıp gayr-i müslimlere sığınıyorlar. Kamplarda yaşamayı kendi memleketlerinde yaşamaya tercih ediyorlar. Bu bütün İslam alemi için bir yüz karasıdır. Bu durum Müslümanların birbirlerine ve maddi manevi değerlerine gereken saygıyı göstermemelerinden kaynaklanmaktadır. Yalnız ırkçılık ve milliyetçilikte değil, her konuda fanatik ve aşırı olmak topluma zarar vermektedir.
Bir yerde Müslüman egemen olunca egemenliğini, kavmiyetini ve milliyetini korumak için Allah’ın koyduğu adalet ölçüsünü çiğniyorsa o Allah’a değil, egemenliğine tapıyor demektir.
Şirke Götüren Egemenlik
Egemenliğini korunması için Allah’ın adaletini ve iradesini geri plana ittiğim zaman çok tehlikeli bir şirke düşmüş oluyor. Çünkü egemenliğini, kavmiyetini ve milliyetini Allah’tan daha kutsal kabul ettiğinden dolayı böyle hareket ediyor. Bu da maalesef acı bir şirktir.
Oysa onurlu Müslüman şahsiyet menfaati gereği değil, Allah rızasının gereği olarak hareket etmek mecburiyetindedir. Müslümanlar bu ölçüyle hareket ederse bütün problemler kendiliğinden çözülür. Kendi değerlerimizi kabul ediyorsak bütün insanların değerlerine de aynı şekilde saygılı olmalıyız.
Kendi kavmiyet ve milliyet menfaatimizin egemenliği için değil, hakkın, hukukun ve adaletin egemenliği için mücadelede bulunmalıyız.
Bu şekilde hareket edilirse Allah Müslümanları dünya milletleri arasında daha ileri bir düzeye götürür. Bunun neticesinde dünya milletleri arasındaki problemlerin çözümünde de etkili olurlar. Müslümanlar adaleti kendi aralarında yaşasalardı Allah onlara öyle bir güç ve kuvvet verecekti ki dünyadaki pek çok savaşın son bulmasında olumlu etki yapar ve küresel barışı sağlarlardı.
Netice olarak dini duyguda dahil hiçbir konuda aşırı olmamak lazım. Ben Müslümanım, dindarım ve inancım var diyebilirsin, Allah kabul etsin ancak bu insanla Allah arasında olan bir şeydir. Diğer inançları hor görmek yanlıştır. İnancın haksa, bunu yaşıyorsan ve bu ahlakla ahlaklanıyorsan herkesin inancına, kişiliğine, kültürüne, örfüne ve adetine de saygı duyman gerekir. Onlar da kendi kimlikleri ve kültürleriyle mutlu olup huzur buluyorlar. Vebal ve günah varsa o da insanlarla Allah arasında olan bir şeydir.
Benim cemaatim, tarikatım, grubum, partim, düşüncem herkesinkinden iyidir ve üstündür, diğerleri yanlıştır ve kötüdür dediğimiz zaman bu da aşırılık oluyor. Bilgi, kültür, akıl, ikna ve ciddi üslup ile kendini anlatmaya ve tanıtmaya hakkın var ama hangi konu olursa olsun başkalarını incitmeye, küçümsemeye, hor görmeye ve aşağılayıcı kırıcı bir üslup kullanmaya hakkın yoktur.
Nitekim bunu Kur’an’ı Kerim’den ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) sünnetinden anlıyoruz. Kur’an’ı Kerim’de insan unsuru üzerinde çok durulmaktadır. Başlarken Allah’ın ‘Rabbül Alemin’ olduğunu ve herkese ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ olduğunu söylüyor. Son kelimesini ise ‘nas’ yani insan ile noktalıyor.
Onun için tam olma onurunu, şahsiyetini ve kimliğini kazanmak gerekir. İslam’ın bize önerdiği en güzel ahlak budur. Asabiyeti, kavmiyeti ve milliyeti ne olursa olsun bütün insanları insan olarak değerlendirip, onların maddi ve manevi değerlerine saygı duymak gerekiyor. Allah bizi öyle yaratmış ki hiç bir kavmin başka bir kavimden üstünlüğü yoktur.