Cezaevlerindeki danışmanlık işimle yoğun olarak ilgiliyken bazı konulardaki birikimimi paylaşmak iyi olacak diye düşünüyorum.
Almanya’daki cezaevleri ve bu cezaevlerinde mahkûm olarak bulunan Orta Doğulular yani Araplar, Türkler, Kürtler kısacası Müslümanların sayıları bir hayli fazla. Bu arkadaşların neden orada oldukları konusunda düşünüyorum ve irdeliyorum. Ancak sunabileceğim bir çözüm bulmuş değilim.
Açıkça söylemem gerekirse bu durumun alt yapısında neler olduğunu görüyorum ama bunlar genel olarak Müslüman toplumun kabul edeceği tespitler değil.
Hemhâl’de yer alan ‘Türkiye’de Dindarlık ve Dini Kurumlara Güven Azalıyor’ başlıklı raporu gördükten sonra yapmak istediğim değerlendirmeleri bu bağlamda sunmak istedim.
Almanya’nın Kuzey Rhein Westfalya Eyaletindeki yirmi beş cezaevindeki toplam mahkûm sayısının yarıdan fazlası yabancı. Bu yabancıların büyük çoğunluğu da Müslüman. Sanıyorum irdelemeye buradan başlamak gerekiyor.
Müslümanların bu kadar büyük oranda cezaevlerini doldurması normal mi?
Aklınıza gelen, Türkiye’de de birçok insanın cezaevlerinde olduğu. Cezaevlerinde olmaması gereken insanlar hücrelerde çıkacakları günü bekliyorlar. Ancak Almanya’daki hücrelerde cezalarının bitmesini bekleyenler ‘düşünce suçluları’ ya da ‘darbe kalkışması’ neticesinde cezaevlerine girmiş insanlar da değiller.
Cezaevlerinde olanların işledikleri suçlar, suç olarak kabul edilen fiiller:
- ‘Bıçaklama ve yaralama’
- ‘Ateşli silahla yaralama’
- ‘Yasa dışı uyuşturucu bulundurma, sevkiyatını yapma’
- ‘Yasa dışı uyuşturucu satışı’
- ‘İnternet dolandırıcılığı’
- ‘Vergi kaçakçılığı ve dolandırıcılık’
Bu ve benzeri suçlardan ceza alanların Müslüman olmaları düşündürücü. Aynı şahısların cezaevlerinde İslam adına görevlileri suçlamaları durumun anormalliğini göstermesi bakımından da önemli bir örnek.
Müslüman mahkumların durumlarının analizine başlayarak İslam dünyasının ve genel olarak Müslümanların çıkmazına geçmek gerekir:
Müslüman mahkumların duruşları, davranışları, İslam’ı ele alış biçimleri ve Almanya toplumunu ‘gavur’ ve ‘dinsiz’ olarak tanımlamalarından kendilerini ‘çok iyi’ Müslümanlar olarak gördükleri ve tanımladıklarını anlıyoruz.
O halde bu Müslümanlar bu suçları neden işliyorlar?
Sebeplerin analizine maddeler halinde geçebiliriz:
Birincisi; genel olarak görülen durum cezaevine girenlerin dindarlaşmaları. Sadece İslam’a inananlar değil Hristiyan olarak doğanlar da cezaevlerine girdiklerinde dindarlaşıyorlar.
Bunun sebebi de düşünmek için zamanlarının çok olması ve dini açıdan yasak olanları yaptıkları için pişmanlık duymaları. Bu pişmanlık bir daha yapmamak için pişmanlık olsa da eldeki veriler suçları tekrar tekrar işledikleri yönünde, buradan çıkan sonuç da cezaevinde kaldıkları sürede kendileri için iyi gelmesi sebebiyle dine yönelmeleri.
İkincisi; Müslümanların İslam ülkesinde olmamaları sebebiyle yaşadıkları ülkenin yani Almanya’nın yasalarını önemsememeleri. Bu durum bir bakıma ‘Dârül Harp’ inancından kaynaklanır. Bu durum, özellikle Almanya’da Millî Görüş ve Cemaleddin Kaplan grupları tarafından alenen de söylenmekteydi.
Müslümanlar, yaşadıkları Avrupa ülkelerindeki yasaları kendi ülkeleri gibi hissetmedikleri için önemsemezler. Bu da onların yasa dışı işleri yapmaları konusunda onlara serbestlik sağlar gibi görünür.
Üçüncüsü; sizlerin de düşündüğü gibi, bu kişilerin İslam’ı yaşam olarak kendilerine temel almadıkları, sadece kültürel olarak kendilerini Müslüman görmeleridir. Çünkü İslam sadece inanma ve kültürel bağlılık değil aynı zamanda düşünsel düzlemde varoluşsal bir bağdır.
Dördüncüsü; İslam’ın bugünkü durumundan kaynaklanan çıkmazlar.
Raporda yer alan konu: ‘‘Dindarlık ve Dini Kurumlara Güven Azalıyor’’
Bunun sebebi de aynı çıkmaz.
Bu çıkmazı ben şu şekilde formüle ediyorum: Tarım toplumunda gelen İslam’ın sanayi ötesi modern dünyada anlaşılma, yapılandırma ve yaşama sorunu…
Beşincisi de İslam dünyasındaki değişkenlik anlayışı ve menfaatlere göre İslam yorumlaması. Bu sorun sebebiyle bugün birçok yanlışlar yapılmakta ve çözüm adına alternatifler düşünülmediği gibi bu sorunun üzerini kapatmak için duygusal, orjinal verilerden uzak, mistik ve gösterişe yönelik bir İslam algısı kurulmak istenmekte.
Bir örnekle durumun vahametini açmamız gerekir; Otomobillerinde müzik dinlemeyen Arap Müslümanlara bunun sebebi sorulduğunda ‘Peygamber zamanında müzik yoktu’ cevabı alınır.
Peygamber zamanında müzik yok idiyse, ki bu yanlıştır, müzik dinlenmesin. Ama bu kıyas sadece müzikle değil her alanda yapılsın. Bu kişilere ‘Peygamber zamanında otomobil de yoktu’ dendiğinde alınan cevap Müslüman düşünce yapısının bozukluğunu göstermesi bakımından içler acısıdır: ‘Otomobil başka, müzik başka’.
Aslında bunlar başka başka konular değildir. İslam hukukundaki dört temellendirmeden ‘kıyas’ı ele alıyorsak bunun tam manasıyla yapılması gerekir. Kıstas o zamanda olmaması ise bu her alanda olmalıdır. Bu anlayış yukarıda ifade ettiğim beşinci maddeye girmektedir.
Reform ve Değişim Sorunu
Tarım toplumunda gelen İslam’ın sanayi ötesi modern dönemde yaşanması sorunu kendi içinde aynı zamanda başka bir sorunu da oluşturur; reform ve değişim.
Sanayi ötesi modern hayata İslam’ın uyarlanmaması gerektiğini, İslam’da reform olmadığını ifade eden Müslümanlar, öbür taraftan baktığımızda aslında reform yapmakta ve işleyişte zamana uymaktadırlar.
Bugün silahlı İslamcı gruplar her ne kadar Peygamber zamanındaki gibi yaşamayı bütün dünyaya deklare etseler de ‘ok ve yay’ ile insanlar üzerinde tahakküm kurmaktan ziyade en modern silahları kullanmaktalar. Demek ki reform yapmışlar ve zamana uymuşlar.
Mahremiyet konusu da bu şekildedir. Akıllı telefonlarla yapılan paylaşımlar artık eskisi gibi bir mahremiyet anlayışının olmadığını ve Müslümanların bu konuda da reform yaptıklarını bize göstermektedir.
Görüldüğü gibi, ‘Tarım toplumunda gelen İslam’ın sanayi ötesi modern çağda yaşanma sorunu’ konusu dile getirildiğinde ‘reform yapma’ gibi suçlamayı yönelten Müslümanlar aslında hayatlarında reformlar yapmışlar ve anladıkları İslam’ı bugüne uyarlamışlardır.
Anlaşılan İslam – Anlatılan İslam
Burada ortaya çıkan durum da ‘anladıkları İslam’ konusudur. Başka bir soruyla konuyu açmak yerinde olur: Birey olarak Müslümanların kendilerinin anladıkları İslam mı yoksa onlara anlatılan İslam anlayışı mı?
Birey olarak anladıkları İslam olduğu kanaatinde değilim çünkü böyle bir durum olsaydı birey ve toplum olarak Müslüman ülkeler göç veren değil göç alan ülkeler olurdu. Çünkü İslam kelime manası olarak ‘slm’ demekse ve bu da barış anlamındaysa İslam ülkeleri barışın hâkim olduğu, bilim ve çekim merkezleri olmaları gerekirdi, tıpkı X. Yüzyıl İslam coğrafyası gibi.
Birey olarak anlaşılan bir İslam değilse demek ki Müslümanlara İslam’ı sunanlar İslam hakkında istedikleri gibi yorum yapmaktalar ve popülist yaklaşımla reformlar yaparak Müslüman toplumlara farklı bir İslam sunmaktalar.
Hal böyle olunca da ‘Tarım toplumunda gelen İslam’ın sanayi ötesi modern dönemde yaşanma sorunu’ İslam’ı toplumlara istedikleri gibi sunan kişi ve otoriteleri rahatsız etmektedir. Nedeni de, bu sorunun kabul edilmesi yapısal çözümlerin sunulmasını gerektirir. Ancak bu konuda ne dini otoriteler ne de İslam ülkeleri yeterli donanıma sahiplerdir.
Bu durum toplumlar arası kamplaşmaları attırmakta ve İslam adına yapılan ve nefisleri rahatlatan mesajlar, paylaşımlar ve demeçler Müslümanlara yeterli ve yararlı ve hatta İslami gelmektedir.
Burada karşımıza çıkan psikolojik tablo da Müslümanların kişisel tatmin ve haz yaşamak için İslam’ı kullanmalarıdır.
Şu soruyla sizleri düşüncelerinizle baş başa bırakayım:
‘İslam, duygulara hitap eden ve kişisel haz ve tatmin sağlayan bir din midir; yoksa düşünsel boyutta bütünlüğü olan ve hukuku temel alan bir sistemsel din midir?’
Sevgi ve Bilgiyle…