[vc_row][vc_column][vc_column_text]19.yy’ın toplum sağlığı alanında en önemli başarılarından biri sayılan aşılama neredeyse keşfedilmesiyle eşzamanlı olarak karşıtlarını da üretti. 19.yy’ın sonlarında İngiltere ve ABD’de çiçek, difteri, tetanos, kızamık,kızamıkçık ve kabakulak aşılarının kullanımı hakkında ciddi tartışmalar yaşandığı biliniyor. 19.yy’ın başında bulunan çiçek aşısı, sıhhi, dini, bilimsel ve politik sebeplerle halkın inanılmaz ölçüde eleştirisine maruz kalmıştı. O yıllarda bu aşı, bir çocuğun kolunun çizilerek önceden hastalığı geçiren bünyedeki kabarcıktan alınan sıvının sürülmesi şeklinde uygulanıyordu. Bu uygulama dine aykırı bulundu ve salgını arttıracağı düşünüldü. ABD 1853’te bu direnci aşmak için zorunlu aşı yasaları koydu ama halk buna mukabil anti-aşı birlikleri kurmaya ve aşı karşıtı yayınlar yapmaya başladı. 1885’te İngiltere Leicester’da 80-100 bin kişinin katıldığı ve tarihte o zamana kadarki en büyük gösterilerden biri yapıldı.
Tıp Dünyasından da Kısmen Destek Bulan Bir Karşıtlık
Daha yakın geçmişte 70’li yıllarda difteri aşısının güvenliği ile ilgili uluslararası bir tartışma ortaya çıktı. İngiltere’deki bir hastaneden gelen raporda 36 çocuğun difteri aşısı olduktan sonra nörolojik hasara uğradığı iddia edildi. Aşı oranındaki düşüşler ve 3 büyük boğmaca salgınından sonra İngiltere’deki bağımsız ve uzman bir aşı komitesi aşının güvenilirliğini onayladı. Buna rağmen tıp mesleği içindeki aşı karşıtı doktorlar aşı sonrası nörolojik bozuklukların rapor edildiği bir kitap yayınlayarak toplumun kafa karışıklığına katkı yaptılar. Daha sonra bu raporların gerçeği yansıtmadığı ortaya çıksa da tartışmalar bitmedi.
Difteriden 25 yıl kadar sonra İngiltere’de kızamık aşısı tartışmaları başladı. Kızamıkçık ile otizm hastalığının bağlantılı olduğunu iddia eden bir hekim halkın korku ve karamsarlığını ateşledi ama yapılan çalışmaların hiçbirinde kızamıkçık ile otizmin bağlantılı olduğu ortaya konamadı. Bu iddianın merkezinde bulunan ve aşılarda koruyucu madde olarak kullanılan timerosal’in zararlarına dair hiçbir kanıt olamamasına rağmen 1999’da ABD’de bu maddenin aşılardaki miktarının ihtiyati olarak azaltılmasına karar verildi. 2000’de yine ABD’de bu maddenin çocuklarda otizme sebep olduğuna dair elde hiçbir kanıt olmadığını ortaya koyan bir rapor yayınlanmış olmakla birlikte halen bilim adamları timerosal ve otizm arasında bir bağlantı olup olmadığını araştıran çalışmalarına devam etmektedirler.
Günümüzde aşılama yoluyla her yıl yaklaşık 2-3 milyon ölüm önlenmektedir. Çiçek hastalığı yeryüzünden silinmiş. Polio silinmek üzere, kızamıktan ölümler de %73 azaltılmıştır. Bağışıklama hizmetlerinin aşıyla önlenebilir hastalıklar ve buna bağlı ölümlerin önlenmesi açısından en önemli toplum sağlığı müdahalesi olmasına rağmen dünya genelinde aşılanma oranlarının halen istenilen düzeyde olmamasının en önemli sebeplerinden biri de gittikçe artan aşı reddi ve aşıyla ilgili olumsuz tutumlardır.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]Aşı reddine yol açan en önemli etken, son Covid-19 pandemisine kadar aşılama sayesinde düşen ölüm olayları nedeniyle bu hastalıklara dair korkunun unutulması ve yaşamın bir parçası olarak görülmesi, salgın hastalık ve ölümlerle karşılaşmamış nesillerde hastalık korkusunun yerini aşı korkusunun almış olmasıydı.[/quotes]
Tıbbi terminolojide “aşı reddi”, tüm aşıların reddedilmesi, “aşı tereddüdü” ise herhangi bir aşıya karşı çekimser tutum takınılması olarak kullanılmaktadır. Dünya ülkelerinin %90’ından fazlasında aşı tereddüdü rapor edilmiştir. Aşı reddinin artması, bir bulaşıcı hastalığa karşı toplum bağışıklığının oluşması için gereken aşılanma oranını düşürdüğü için salgınların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Birçok yerde toplum bağışıklığı oluşması için gerekli olan %95 eşiğin altına düşüldüğü için kızamık, kızamıkçık ve kabakulak hastalıkları dünya yüzünden silinememiştir. Aşı reddine yol açan en önemli etken, son Covid-19 pandemisine kadar aşılama sayesinde düşen ölüm olayları nedeniyle bu hastalıklara dair korkunun unutulması ve yaşamın bir parçası olarak görülmesi, salgın hastalık ve ölümlerle karşılaşmamış nesillerde hastalık korkusunun yerini aşı korkusunun almış olmasıydı.
Dünyanın halen yaşamaya devam ettiği Covid-19 pandemisinde ise aşı içeriğinde zararlı kimyasal maddelerin bulunduğu, aşı firmalarının maddi çıkar peşinde olduğu, doğal(?) yollarla virüs hastalıklarından korunmanın mümkün olduğu şeklindeki söylemler ön plana çıkmıştır. Bu söylemler, dini, felsefi ve aşı güvenilirliği ile ilgili söylemler olmak üzere de sınıflandırılabilir. Bilimsel hiç bir dayanağı olmayan bu söylemler medya ve internet üzerinden hızlıca yayılmakta, bazen medyatik kişiler ve hatta hekimler de buna katkı yapmaktadır. Geçmişte dini ve felsefi nedenler daha baskın iken bugün daha çok aşıların etkinliği ve riskleri sorgulanmaktadır. Tarihsel süreç, bağışıklanmanın halk sağlığı için önemini ortaya koyan bir ders niteliğinde gözlerimizin önünde durmaktayken ve bu süreçte daha güvenilir asellüler aşıların ve etkin yan etki bildirim sistemlerinin geliştirilmesi mümkün olabilmişken aşı karşıtlığının dünya genelinde yükselmekte olması multidisipliner çalışmaları gerekli kılmaktadır.
Türkiye’de aşı üretimi Osmanlı imparatorluğu döneminde başlamış ve Cumhuriyet döneminde de devam etmiş olmasına rağmen aşı karşıtlığının yıllar içinde arttığı gözlenmektedir. 2017’de 23 bin aile çocuklarına aşı yaptırmayı reddetmiş, 2018’de ise tam aşılı olma oranı geçmiş tarihlere göre en düşük seviyeye ulaşmıştır. Aşı reddinin en fazla görüldüğü bölge olan güneydoğuda sebep olarak kısırlaşma endişesi, en az olduğu Karadeniz bölgesinde ise dini çekinceler ön plana çıkmaktadır. Tüm Türkiye’de aşı reddine yol açan sebeplerin başında ise %53 oranla aşı içeriğindeki maddelerden duyulan endişeler gelmektedir. Dünyada da gittikçe artan bu dirence karşı en iyi cevabı ABD Hastalık Kontrol Merkezi “Aşılamayı Durdurmanın Muhtemel Sonuçları’’ başlıklı raporuyla vermiş, bu raporda aşılamalardan sonra hastalık ve ölüm oranlarındaki dramatik düşüş ve aşıların muhteviyatındaki maddeler hakkında ileri sürülen suçlamaların geçersizliği ispat edilmiştir.
Sağlık Hizmetlerinin Piyasalaşması Aşı Karşıtlığını Körüklüyor
Aşılar diğer hastalıklardan farklı olarak hem birey hem toplum üzerinde etkili araçlardır. Hiçbir aşı %100 etkili olmadığından bağışıklamanın başarısı aşılamanın hızı ile doğru orantılıdır. Aşı karşıtlığını görünür hale getiren medyanın aşı direncinin artmasında hatırı sayılır ölçüde pay sahibi olduğunu da teslim etmeliyiz. Bilimsel olgulardan değil de algılardan yola çıkan aşı karşıtlarının aşılamanın uzun dönemde idiopatik hastalıklara yol açtığı, immün sistemi olumsuz etkilediği, yan etkilerinin gizlendiği, hastalıkların yaşamın doğal bir parçası olduğu ve aşı politikalarının ticari kaygılarla yürürlüğe konduğu şeklindeki iddiaları medya vasıtasıyla hızla ve kolayca yayılma imkânı bulmaktadır. 1990 yılı sonrasında uygulamaları hızla artan neoliberal politikalar sonucu piyasalaşmaya başlayan aşılama hizmetleri günümüzde tamamen piyasalaşmış ve merkez kapitalist ülkeler üretilen aşıların %20’sini tüketirken toplam üretimin %82’si çok uluslu şirketler tarafından yapılmaya başlamıştır.
Bu durumda aşı karşıtlarının aşılama ile ilgili “politik ve ticari kaygılarla yapıldığı, kişisel çıkarlarını düşünen hekimlerin de onlarla işbirliği halinde olduğu’’ iddialarının kuvvet kazanması da beklenen bir gelişmedir. Ancak aşı üreten ilaç şirketlerinin aşıların önlediği hastalıkları tedavi eden ilaçları da üretip satmakta oldukları ve salgınlarda aşı değil de ilaç üretmenin çok daha fazla kar getirici olduğu dikkatlerden kaçmaktadır. Dünyada bu alanda istisna sayılabilecek bir ülke olan Küba’da ise aşılar büyük çoğunlukla (14 hastalığa karşı uygulanan aşıların 8’i ) kamu tarafından üretilmekte, halk tarafından yoğun bir rağbet görmekte ve Küba, % 98 aşılama oranı ve bin canlı doğumda 4,3 bebek ölümü ile bu alandaki yeterliliğini ispatlamış ülkelerin başlarında yer almaktadır.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”center”]“Covid-19 enfeksiyonuna karşı aşı oluşturma hızının arkasında bilime yapılmış 30 yıllık yatırımın olduğunu görmek gerekir.”[/quotes]
Çocukluk çağı aşılarında bebek ve çocukların yerine anne babanın karar vermek zorunda olması, aşı güvenilirliği konusunda ikna edilemeyen ebeveynin suçluluk duygusu hissetmesine ve aşılar hakkında mütereddit davranmasına sebep olmaktadır.
[quotes quotes_style=”bpull” quotes_pos=”left”]“Dünya nüfusunun yaklaşık yarısının bilim ve bilimsel çalışma metodları ile ilgili bir bilgisinin olmaması bu şüpheleri izale etmenin önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir.”[/quotes]
Aşı karşıtlığının katı bir karşıtlıktan reddetmeye, aşıya direnç göstermeye ve kararsızlığa kadar uzanan geniş bir skalaya sahip olduğu dikkate alındığında bunlardan birinci grubu doğrudan hedefe koyup ikna etmeye çalışmanın çoğunlukla başarısızlığa mahkûm olması şaşırtıcı değil. Aşıları güvenli bulmayan, kendisini risk altında görmeyen ve dini gerekçelerle itiraz eden aşı karşıtlarının bu gruplardan birine dâhil olması da mümkün. Toplumlarda risk algısı kişiden kişiye değişir ve bireylerin sahip oldukları referans çerçevesine dayanır. Bazı kişiler salgın hastalığın ortaya çıktıktan sonra kolayca tedavi edilebileceğine inanırlar. Sağlıklı diyet ve yaşam tarzının, hijyen ve sanitasyonun artmasına bağlı olarak hastalıkların kendiliğinden azaldığını düşünürler ve doğal yollardan elde ettikleri bağışıklığın aşılamayla elde edilenden daha güçlü olduğunu iddia ederler. 2019 yılının sonunda başlayan Covid-19 salgını için kısa sürede aşı üretilebilmesi de aşı karşıtlarının şüphelerini desteklemiştir.
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısının bilim ve bilimsel çalışma metodları ile ilgili bir bilgisinin olmaması bu şüpheleri izale etmenin önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir. Salgının başlamasından bir ay sonra alt yapı hazırlıkları zaten mevcut olan laboratuvarlarda aşı çalışmaları başlamış, iki hafta sonra virüsün parçalanması ve sentezlenmesi mümkün olabilmiştir. Yani Covid-19 enfeksiyonuna karşı aşı oluşturma hızının arkasında bilime yapılmış 30 yıllık yatırımın olduğunu görmek gerekir. Çevre kapitalist ülkelerde hızını arttıran ve zor ikna edilebilen bir grup olan dini temelli aşı karşıtları ise ülkemizde “aşı içeriğinde domuzdan elde edilen maddelerin bulunduğu’’ iddiasına istinad etmektedir. Bunun dışında “geleneksel alternatif tıp’’ adı altında son yıllarda gittikçe yayılan uygulamaların da “nebevi tıp’’ etiketiyle sunulması sayesinde din faktörünün güçlü etkisinden istifade edilebilmektedir.
Türkiye’de bu konudaki en önemli kırılma noktalarından biri, 2009’da dünya genelinde yaygın bir şekilde görülen “domuz gribi’’ne karşı sağlık bakanının başlattığı aşı kampanyasına dönemin başbakanının katılmaması, aşının güvenilirliğini kamuoyu önünde tartışmaya açması ve aşı yaptırmanın bireysel bir tercih olduğunu söylemesi olmuştur. Bunu takiben anayasa mahkemesi, aşı yaptırmayı kişisel tercihe bırakmıştır. Çok sınırlı bir alanda aşılama ile ilgili kanuni düzenlemenin mevcut olduğu ülkemizde çocukluk çağı aşıları da zorunlu tutulmamaktadır.
Avrupa ülkelerinde de durum hiç iç açıcı değil. Dünyada en fazla aşı güvensizliği Avrupa’da görülmekte ve insanların gelir seviyesi arttıkça aşı güvensizliği de artmakta. Avrupa ülkelerinden iki örnek vermek gerekirse; Görece az eğitimli ve çoğunlukla 25-34 yaş arasında aşı karşıtlarının bulunduğu İtalya’da aşıya dirençli bir şekilde karşı olanların oranı %15, nötr bir tutum geliştirenlerin oranı ise %25 seviyesinde. Muhtemelen yaşlılar salgınlarda gerçekleşen yüksek ölüm oranlarını gördükleri için aşıya daha fazla güveniyor, genç nüfusta ise aşılama ciddi bir dirençle karşılaşıyor. Fransızların %33’ü aşıların güvenli olduğunu düşünmüyor. Dünya genelinde aşıya güvenin en az olduğu ülkenin Fransa olmasına sebep olarak da geçmişte yaşanan aşı ve ilaç skandalları ile birlikte özgürlüklerine düşkün Fransızların aşılamanın devletin özel hayata müdahalesi anlamı taşıdığını düşünmeleri olarak görülüyor.
ABD’de de halkın %14’ü asla aşı olmayacağını ifade ediyor. Bu grubun %69’u beyaz ve cumhuriyetçi. Bir süre bekleyip aşı olanlarda bir sorun olup olmadığını gözledikten sonra karar vereceklerini söyleyenler ise ağırlıklı olarak siyah ve Latin. Türkiye’de kısırlaşma endişesiyle aşıyı reddeden ve güneydoğu bölgesinde ağırlıklı olarak yaşayan Kürt nüfus ve önce beyazların aşı olmasını bekleyen siyah ve Latin nüfusun davranışlarındaki benzerliğin temel motivasyonunun otoriteye güvensizlik olduğu aşikâr. Buna rağmen ABD, Covid-19 pandemisinde 100 milyon kişiyi aşılayarak önemli bir başarıya ulaşabilmiş durumda.
Son dönemde Türkiye’de aşı karşıtlığı, organize bir hâl alarak ilerliyor. Pandemi yerine ‘Plandemi’ kelimesini kullanarak aşılamanın küresel bir planın parçası olduğunu ima eden aşı karşıtları, Tabip Odaları tarafından “şarlatan’’ olarak isimlendirilen hekimler tarafından yönlendiriliyor. İşi açık alanlarda miting benzeri toplantılar yapma noktasına kadar taşıyan bu gruplar, eğitimleri ve entelektüel düzeyleri yetersiz ve paranoyaya eğilimli kişilerin katılımıyla gittikçe büyümekte. Sağlıklı bir haber akışı ve güvenilir bir medyanın olmadığı, insanların görüşlerini ifade etmekte zorlandığı toplumlarda bu tür hareketlerin oluşması tabii karşılanabilir.
Aşı karşıtı olan ve aşıyı destekleyen kesimlerin birbirleri için “bir insan nasıl bu kadar aptal olabilir?’’ diye düşünmelerinin sebebi ise algoritmalarının herkese duymak istediği haberleri göndermesidir. Herkesin kendi zihinsel kapasitesi, kavramsal çerçevesi ve vizyonunun yönlendirdiği akıma meyletmesi anlaşılabilir olsa da karar alıcıların toplum sağlığının önemine binaen halkın makul ve bilimsel açıklamalara ulaşması için gayret göstermek gibi bir mesuliyetlerinin bulunduğu unutulmamalıdır.[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]