Doğu toplumlarında politika çoğunlukla toplum için değil topluma rağmen ve hatta zaman zaman topluma karşı işleyen bir sürece dönüşüyor. Muhtemelen Batı toplumlarıyla aramızdaki önemli farklardan biridir bu. Batı’da toplumun istemediği, onaylamadığı ve teveccüh göstermediği bir durumun ya da aktörün politik alanda yaşamını ve varlığını sürdürebilmesi pek mümkün değil.
Kürtler söz konusu olduğunda bu durumun seviyesi ise oldukça kompleks, çelişkili ve sorunlu görünüyor. Öyle ki Kürt meselesindeki kısır döngüde tabloyu sadece politika yapıcılarla tanımlamak yetersiz kalabilir. Akademisyeninden araştırmacısına, sivil toplumcusundan gazetecisine kadar neredeyse herkes toplumsal konularda birkaç ezberin içerisine sıkışmış halde çalışıyor. Kürtler aktörlerin gözünde duyguları, düşünceleri, ihtiyaçları ve istekleri olan özneler olarak değil, şekil verilecek ve araç olarak kullanılacak nesneler olarak muamele görüyor. Bu yazıda elimizden geldiğince bu iddianın politik psikoloji açısından temellerini ve somut verilerle olan bağlantılarını görmeye çalışacağız.
Politik Psikoloji ve Temel Yöntem İlkeleri
Psikoloji bilgisinin politikliği ve politikası üzerine tartışmalar yarım yüzyıldan fazladır devam ediyor. Eleştirel psikologlar ana akım psikolojiyi tartışırken psikoloji alanı bir bütün olarak bundan fayda gördü, genişledi, çeşitlendi ve zenginleşti. Tartışmaların merkez noktasını oluşturan sosyal psikoloji muhtemelen bu çift yönlü devinim sayesinde en zengin dönemini yaşıyor. Bu zenginlik birçok yeni alt çalışma alanının doğuşunu sağladı ya da gelişimini hızlandırdı. Politik psikoloji bu alanlar içerisinde hem muhtevası ve yöntemleri hem de konumuzla ilgisi bakımından ön plana çıkıyor.
Özetlemek gerekirse; Politik psikoloji, davranışı kişilik ve çevre arasındaki etkileşimin sonucu olarak görerek sosyal psikoloji tanımına “tutum” kavramı ile derinlik kazandırmaktadır. Duygular, düşünceler, tercihler, yetiştirilme, yönetilme ve etkiler gibi çok katmanlı ve dinamik bir kavram olan tutum, ‘politik olanın psikolojisi’ üzerine çalışırken önemi yadsınamayacak bir anahtar işlevi görüyor. Tutumların temel kodları taşıdığı siyasal toplumsallaşma sürecinde hem bireylerin hem de onların bir araya gelmesiyle oluşumu başlayan toplumun psikolojik yapısı oldukça önemlidir. Politik psikoloji bize mevzu bahis süreçlerin içsel ile dışsal arasındaki tüm etkileşimleri kapsadığını göstermektedir. Yani birey gibi toplum da öznedir ve öyle muamele görmelidir.
Toplum bir insan yapısıdır; açıklanırken ve anlaşılırken insan özeliklerinden ayrı düşünülemez.
Tutumlar ve davranışlara giden süreçler dinamiktir ve yaptığınız her şeyden az ya da çok, eksi ya da artı, iyi ya da kötü bu süreçten etkilenir. Her şeyden etkilenen insan doğasının boyutlarıdır çünkü. Bunun bilincinde olmak toplumsal konularda çalışan herkesin sorumluluğudur. Bununda yolu insanları ve toplumu doğru anlamakla başlar.
Bu bağlamda yoğun ve ciddi araştırmalar yapılır, elde edilen sonuçlar analiz edilir, ilişkili olgularla ne tür karşılıklı etkileşimler taşıdığı incelenir ve değerlendirmeler, öneriler ve konseptler geliştirilir.
Toplumu doğru anlayıp içinde bulunduğu koşulları okuyabilirseniz, sunacağınız önerilerin, konseptlerin ve geliştireceğiniz politikaların faydalı ve başarılı olma şansı vardır. Yoksa sadece kendi zihinsel sınırlarınızı topluma dayatmış olursunuz ki bunun sonucu her zaman kötüdür.
Kürtler söz konusu olduğunda ise yapılanları ve yapılmayanları etraflıca incelediğimizde temel kurallara riayet konusu sır olmayan şekilde önümüzde duruyor.
İki önemli alan olarak ise Psikoloji temelli akademide ve kamuoyu araştırmalarında Kürtlerle ilgili yapılan çalışmaların neler olduğu ve nasıl ele alındığının incelenmesinde fayda var.
Psikoloji Temelli Akademik Çalışmalarda Kürtler
Kasım 2022’de yayınlanan Eleştirel Psikoloji kitabının Aydın Bayad, Ercan Şen, Kenan Alparslan ve Ümit Eser ortak imzalı “Toplum ve Psikoloji İlişkisini Kürt Meselesi Üzerinden Okumak” başlıklı bölümü bu konunun peşinden gitmiş. 2000-2019 yılları arasında Psikoloji ana bilim dalında yazılan 3895 tez incelenmiş ve bu tezlerin içerisinde 28’i doğrudan, 5’i ise dolaylı olarak sadece 33 tanesinin (%1’in altında) Kürtlerle ilişkili olduğu görülmüştür. Bu konuda hem sayısal hem de oransal açıdan ciddi bir fakirlik söz konusu. Yine tezlerin kapsam, içerik ve yöntem açısından da ihtiyaca hizmet etme noktasından uzak kaldığı söylenebilir.
Söz konusu kitabın ilgili başlıklı yazısında yer alan iki önemli vurgu ise şu şekilde:
“Özetle, kırk yıla yayılan kanlı ve şiddetli geçmişi bulunan bu uzun soluklu meselenin (Kürt meselesinin) sadece kimlik ve tanınma konusu etrafında çalışılmasının, olguyu ve tarihsel gerçekliğin tekabül ettiği psikolojik etkiyi anlamakta oldukça yetersiz buluyoruz. Üstelik çalışıldığında dahi yöntemsel kısıtlamalara ve (oto)sansüre maruz kalmak yaygın bir uygulama olarak beliriyor. Anlaşılan, Kürtler ve Kürtlerle ilgili çalışmalar Türkiye psikoloji camiasında ancak araçsallaşarak veya görünmez kılınarak varlık gösterebiliyor.”
“…Buna karşın, nedenlerini tartıştığımız bu meselenin farklı bireyler ve toplumsal gruplar üzerinde bıraktığı psikolojik etkilerin saptanması ve meselenin çözümü için psikoloji biliminin katkı sunması önemlidir. Zira psikolojinin farklı disiplinlerinin yer alacağı ve farklı yöntemler, yaklaşımlar ve çözümleme düzeylerinin kullanılacağı araştırmaların hayata geçirilmesi için aktif rol alma gereği, bilimsel ve toplumsal bir sorumluluk olarak hâlâ önümüzdedir. Çünkü dar ve geniş anlamlarıyla “Kürt meselesi” halen Türkiye’nin en önemli toplumsal sorunlarından biridir.”
Kamuoyu Araştırmalarında Kürtler
Psikoloji literatüründen sonra ikinci önemli konu olarak ise Kamuoyu Araştırmaları’nda Kürtlerin nasıl ve ne şekilde yer aldığı ve araştırma sonuçlarının neler söylediğine bakalım. Ülke içerisinden KONDA, SETA, TEAM, KSC (Kurdish Studies Center), Rawest gibi kurumlarla birlikte yabancı birçok kuruluşunda araştırmalar yaptığını biliyoruz.
Uzun süre boyunca ‘’Kürtler ne istiyor?’’ sorusunun pek dışına çıkılmayan bu sahada son yıllarda Kürtler kimdir, tarihi, kültürel ve sosyal özellikleri, yaşam biçimleri gibi pek çok farklı boyutlarda merak edilmeye ve çalışılmaya başlandı.
Fakat yine de ‘Kürt Çalışmaları’ alanı halen çok yeni ve yapılan araştırma sayısı oldukça kısıtlıdır.
Akademideki birçok sınır maalesef burada da izlenebiliyor. Buna rağmen kamu idaresine tabi olmayan merkezler tarafından yapılan araştırmalarda dil ve yaklaşım bakımından önemli farklar bulunmaktadır.
Araştırmalarla ilgili ön plana çıkan temel boyutun Kürtlerle ilgili siyasal merakı karşılamaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Araştırmalar genelde Kürtlerin kime ne kadar oy verdiği ve ne tür siyasal tercihlerde bulunduğu soruları etrafında şekilleniyor. Diğer tüm sorular ise bu merkezin etrafına yerleşiyor. Anlamaktan çok görmek amacı ön plana çıkıyor. Tabi bazı merkezlerin yakın oldukları siyasal formasyonun ihtiyaçlarını öncelediğini de görmek zor değil. Kürtler mevcut araştırmaların büyük bölümünde izlenen ve incelenen nesneler gibi duruyor.
Siyasal araştırmalar yapılırken siyasal toplumsallaşma sürecini görmezden gelen çalışmalar doğal olarak bir derinlik kazandıramıyor. Toplum ve psikoloji bağlamını, neden-sonuç ilişkilerini ve tarihsel bakışı bulamadığımız tüm çalışmalar bir anlamda fotoğraf seviyesinde kalıyor ve video olamıyor; yani durağan kalırken hareket ve dinamizme ulaşamıyor. Verili durum ise tek kareyle film analizi yapmaya benziyor. Dolayısıyla diyaloglar ve etkileşimler de duyulamıyor.
Kürd Araştırmaları Dergisi’nde Ferhat Buğday’ın Kürt Edebiyatçı Mihemed Şarman ile Haziran 2023’te yaptığı röportajda “Kürt politik bir hayvan değil velhasıl” cümlesi çarpıcıydı. Kürtler; düşünen, hisseden, yiyen, içen, çalışan, sevişen, hayal kuran insanlar muamelesini görmüyor. Çoğunlukla Kürtlere ‘nesne’ ya da yer yer de ‘politik hayvan’ gibi davranılıyor. Bu durumun vahametini teğet geçen her siyaset başarısız olmaya ve doğal olarak zarar vermeye mahkumdur. (Bunun esas boyutuna daha sonra hakkıyla çalışabilme umuduyla virgül koyalım.)
Kamuoyu araştırmalarının bulgularına gelirsek; tam sınırlarını belirlemek idari, siyasi ve teknik sebeplerle zor olan Türkiye’deki Kürt nüfusu konusu bile nicelik olarak 15-25 milyon gibi geniş bir aralıkta değerlendiriliyor. Kürtlerde nüfus artışı ve çocuk-genç nüfus oranı diğer etnisitelerden yüksek olduğu için Türkiye nüfusunun içerisindeki payı büyümeye devam ediyor. Nüfus büyüdükçe de sorunlar ve sorumluluklarda büyüyor. Tüm zorluk ve eksikliklerine rağmen birtakım araştırmaları incelemekte fayda var.
Araştırma Örnekleri
- KSC ve Rawest Araştırma’nın yaptığı “Kürt Gençler ’20; Benzerlikler, Farklar, Değişimler”[1] ile “Kürtlerde Değerler ve Tutumlar Araştırması’21”[2] birçok veri içeriyor. Kürtlerin kendilerini en çok Müslüman, Özgürlükçü, Milliyetçi, Demokrat ve Dindar kavramlarıyla tanımladıklarını görüyoruz. Kürt Milliyetçiliği’ne özel olarak odaklanan sorularda ise ‘’Hiç milliyetçi değilim’’ diyenler %19 iken, az ya da çok kendisini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayanların oranı ise %81. Araştırma sonuçlarına göre Kürtler arasında yaşam memnuniyeti oldukça düşük seviyede. Eşitsizlik algısı güçlü iken anadil ise ortak bir talep olarak ortaya çıkıyor. Yine verilere göre göç tecrübelerinin birçok şeyi etkilemeye devam ettiği görülüyor.
- Avrupa Sosyal Psikoloji Derneği-EASP (European Association of Social Psychology) desteğiyle Canan Coşkan ve Ercan Şen’in 2021’de yaptığı “Kürt Gücü; Temsiller, Aidiyetler, İlişkiler, ‘Barış’ ve Toplumsal Eylem”[3] çalışmasında kendisini ‘’Kürt-Kürdistani’’ olarak tanımlama oranı %80’i bulurken, bu oran test ortalamasının çok üzerinde ve ‘’Türkiyeli’’ tercihini ikiye katlıyor.
- TÜBİTAK 1001 programı çerçevesinde 2014 yılında Mesut Yeğen, Ulaş Tol, Mehmet Ali Çalışkan, Esra Atalay, Saygın Alkurt, Melek Özmüş ve Kadir Beyaztaş’tan oluşan ekibin yürüttüğü ‘’Kürt Seçmenlerin Oy Verme Dinamikleri’’[4] araştırması ve “Kürtler Ne İstiyor”[5] isimli kitap çalışması birçok sosyolojik ve siyasal bilgi sunuyor. Araştırmada Türkiye Kürdistan’ında yaşayan nüfusun %86’sının Kürt olduğunu görüyoruz. Diğer birçok araştırmada gördüğümüz gibi anadile dair talepler çok büyük ölçüde destek buluyor. Siyasal taleplere dair durum ise araştırma kitabının özet bölümünden bir kesitte şöyle yer alıyor; “Kürtler federasyon ya da bağımsızlık istiyor mu: Sürpriz burada. Kürtlerin büyük çoğunluğu esas olarak yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasını ya da demokratik özerkliği desteklerken, federal ya da bağımsız Kürdistan fikrinin alıcısı da az değil. ‘Bağımsız bir Kürt devleti ister misiniz?’ ve ‘Federal bir yönetim ister misiniz?’ sorularına ‘kesinlikle evet’ diyenlerin oranı %50’lere yakın. Kürt hareketinin bağımsız ya da federal Kürdistan fikrine uzaklığı ve bağımsız ya da federal Kürdistan fikrini savunan Kürt partilerinin cılızlığı hesaba katıldığında, bu meselede beklenenin epey dışında bir manzarayla karşı karşıya olduğumuz açık.”
- 2016 yılında Etnisite ve Milliyetçilik AraştırmalarıDerneği adına yayınlanan Nations and Nationalism dergisinde Bilkent Üniversitesi’nden Zeki Sarıgil ve Binghamton Üniversitesi’nden Ekrem Karakoç imzasıyla yayınlanan “Who supports secession? The determinants of secessionist attitudes among Turkey’s Kurds”[6] (Ayrılıkçılığı kim istiyor? Türkiye’deki Kürtlerin ayrılıkçılık fikrini belirleyen faktörler) adlı makalede özerklik ve ayrılık taleplerinin araştırma sonuçları yer alıyor. Kürtler arasında özerklik talebi 2011’den 2013’e kadar %55’ten %66’ya yükseliyor. Aynı dönemde ayrılık talebi %23’ten %32’ye yükselirken, özerk ya da bağımsız bir Kürdistan talebi toplamda %78’ten %98’e kadar çıkıyor. Araştırma, Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’unda okunan mektubu ile yapılan birlik çağrısının Kürtlerin ayrılık talebi üzerinde sadece %1 etki yaratabildiğini de içeriyor.
Adına ve içeriğine değinmediğimiz ve birçoğu kamuoyu ile paylaşılmamış çok sayıda başkaca araştırmalar da mevcut. Elde edilen sonuçları bir araya getirdiğimizde Kürtlerin kimliğini koruma, anadilde kamu hizmetleri ve Kürdistan’da kendini yönetme gibi talepleri tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor.
Yakın Dönem Türkiyelileşme Politikası
Siyasetin Kürtlerin bu taleplerine cevabı ve yaklaşımı nasıl oldu? Yapılanlara ve sonuçlarına bakarak yazımızın başında yer alan iddiayı değerlendirebiliriz.
Ana Akım Kürt Siyasal Hareketi tarafından temelleri “demokratik cumhuriyet” ile atılan ve günümüzde “Türkiyelileşme’’ siyaseti olarak devam eden politik muhteva silahlı muhalefetin “barış” ile, Kürtlerin de entegrasyon ile bir çözüm noktasına varacağını iddia etti. Türkiye siyasetindeki başat pozisyonu ile halen gücünü koruyan AKP’nin politik anlayışı da buna uygundu. Farklı kelime ve kavramlarla Türkiyelileşme önerisinde AKP-HDP ortaklığından bahsedilebilir.
Barış ve entegrasyon bu konseptin iki ana sac ayağını oluşturuyor. Konseptin “silahsızlanma ve barış” ile ilgili kısmı Kürt ve Türk milletlerinin, yer yer farklı sebeplerle de olsa olumlu bulduğu ve bulmaya devam ettiği bir boyut. 40 yıla yaklaşan çatışmanın faturası herkes için ağır oldu ve hiç kimseye bir şey kazandırmadı. Çağımızda sürdürülmesi zaten imkânsız bir hal alıyor. Haliyle istense de istenmese de bitmek durumundadır.
Bu konseptin sorunlu kısmı ise entegrasyon boyutunda yaşanıyor. Öncelikle yukarıda değindiğimiz verilerden de çok net anlaşıldığı gibi Kürtlerin talepleri ile Türkiyelileşme politikaları birbirine zıt yönlere akan nehirler gibi duruyor.
Bu zıtlık doğru tanımlanmadığı ve anlaşılmadığı içinde siyaset-toplum ilişkisinde sorunlar artıyor. Sorunlu bir tabloda “şiddetsizlik ve barış” hedefinden de uzaklaşılıyor. Sorunlar siyasal stresi besliyor, aktörler karışık akıllarıyla bu stresi yönetemiyor ve herkes mevcut tablodan zarar görmeye devam ediyor.
Entegrasyon; Nasıl ve Ne Şekilde?
Öncelikle entegrasyonun mantığını ve uygulamadaki problemleri tespit etmek lazım. Birbirine entegre olacak siyasi birimlerin birleşme, ortaklaşma ve organize olma aşamaları vardır. En başta farklı birimlerin varlığını net bir şekilde kabul gerekir. Sonrasında ortaklığın getireceği yeni organizasyona giden süreç kimlik, hukuk ve kurumlar ortaklığıyla dizayn edilir. Türkiye ve Kürtler bağlamında bir ‘’ortak yeni”nin inşası gereklidir. Doğru bir uygulamada Kürtler Türkiye’nin sosyo-politik ve sosyo-ekonomik süreçlerine “ortak” pozisyonuyla dâhil olabilirler(di). Lakin mevcut siyaset Kürtlere ve çözüme değil ideolojik heyecana odaklanınca tablo tersine dönüyor.
Başka bir deyişle Türkiyelileşme siyaseti bütün enerjisini bu ana gereklilikler yerine Kürtlerin var olana entegrasyonu için harcayınca hem Kürtlerin “kendi olma hakkı” kendinden olanlar tarafından gasp edilmiş oluyor hem de benlik ve kendilik algıları zarar görüyor. Bu durum da psikolojik olarak kırılgan, edilgen ve sağlıksız bir tablo yaratıyor. Türkiyelileştirilmek istenen Kürtler Türkleşti, Türkiyeleşti, Türkiye gibi oldu. Geride kalan döneme baktığımızda ne Kürtlerin ne de Türkiye’nin bu işten bir şey kazandığını söylemek oldukça zor.
Eğer Türkiyelileşme doğru bir strateji olsaydı sosyal, siyasal, ekonomik vb. verilerden bunu izleyebilirdik. Bu politikanın ısrarla uygulandığı dönemde iyiye giden hiçbir sosyal gösterge bulunmamaktadır. Hiçbir siyasal gelişme Kürtlerin yaşamını ileriye taşımamış, üstüne ekonomi tıkanma noktasına gelmiştir. Basit bir örnek vermek gerekirse; başarılı bir politika uygulandığı zaman farklı toplumsal kesimlerin sosyo-ekonomik tabakaları dikey kestiğinizde yukarı doğru hareket kabiliyetlerinin arttığını görmeniz gerekir. Kürtler için maalesef bunun tam tersi geçerlidir.
Türkiyelileşme siyasetinin taraftarları en başta görev ve pozisyonlarını karıştırıyor. Sürekli olarak vurgu yapılan şey Kürtlerin mevcutta kültürel olarak Türkiyelileştiği iddiası. Bunun kabul edilebilecek yanları kadar tartışmalı boyutları da var. Bu durum tamamen doğru olduğu varsayılsa bile tamamen iyi olduğu anlamına gelmiyor. Nihayetinde “ne oluyor” sorusu ticaretin, “ne olmalı” sorusu siyasetin görevidir. Siyaset ve sivil toplum aktörleri bol satanı değil, doğruyu, iyiyi ve faydalı olanı aramalı. Kürt aktörlerin –uzun zamandır olmadığı gibi– konforlu pozisyonlarıyla vedalaşma cesareti olmadıkça toplumlarına bir katkıları da olmayacaktır.
İddia edilenin aksine Türkiyelileşme dönemi söz konusu aktörlerin demokrasiden de en çok uzaklaştıkları dönem oldu. Kürt siyaseti en antidemokratik dönemini yaşıyor. Siyaset ve sivil toplum alanını kendileri gibi düşünmeyen kimseyi istemeyen, konuşturmayan ve etkinliklere bile katılımına tahammülü olmayan Türkiyeli ve öfkeli bir azınlık yönetiyor. Geçmişin halk katılımlı, eğilim yoklamalı, mahallelerin bile sesinin duyulduğu dönemlerinin yerinde yeller esiyor artık. Türkiye’ye benzemekle bir ilgisi olabilir mi?
En nihayetinde ortaklık mantığına dayalı yeni bir stratejinin günümüz ve gelecek için potansiyel taşıdığı bir gerçek. Bir toplumun kaybettiği hiçbir denklemde başka toplumlar da kazanamıyor. Kürtlerin ve Türklerin diğerine kaybettiren, asimile ya da entegre olunan değil birlikte kazanma dengesi ve birlikte inşa üzerine yeni bir hikâyeye ihtiyaçları var.
___
[1] https://kurdish-studies.org/yayinlar/kurt-gencler20-benzerlikler-farklar-ve-degisimler/
[2] https://rawest.com.tr/kurtlerde-degerler-ve-tutumlar21-arastirmasi/
[3]https://www.researchgate.net/publication/353741350_Kurt_Gucu_Temsiller_Aidiyetler_Iliskiler_Baris_ve_Toplumsal_Eylem_Saha_Calismasi_Genel_Degerlendirme_Ic_Raporu_Kurdish_Power_Representations_Identifications_Peace_and_Collective_Action
[4] https://docplayer.biz.tr/675359-Kurt-secmenlerin-oy-verme-dinamikleri.html
[5] https://iletisim.com.tr/kitap/kurtler-ne-istiyor/9308
[6] https://repository.bilkent.edu.tr/items/d4f8f11c-9701-4bcb-ba91-7c5179330a5f