Son zamanlarda ‘’Kur’an İslâmı’’ konusunda akademik çalışmaların sayısı giderek artmaktadır. Bu çalışmalardan birisi de eğitimci Dr. Filiz Orhan’ın kaleme almış olduğu “Türkiye’de Kur’an İslâmı Arayışları” adlı eseridir. Kur’an İslâmı söylemini ele alan bu kitapta, söylemi sahiplenen 20 popüler isimle yapılan mülakatlar yer almaktadır. Bu çalışma, Kur’an İslâmı olgusunu etrafında oluşturulmaya çalışılan polemiklerden uzak, anlayıcı bir şekilde ele alarak sosyal olarak nasıl bir gerçekliğe tekabül ettiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Genellikle Kur’an İslamı tek ve bütünlüklü şekilde algılanmakta ve genellemeci bir tavır içerisinde değerlendirilirken eser Kur’an İslamı içerisindeki çeşitliliği görme fırsatı sunarak her birinin farklı şekilde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Eser, zengin bir akademik literatür kullanılarak hazırlanmış olup alanında önemli bir boşluğu dolduracaktır.
***
Müslümanların Kur’an’la ilişkisi tarihsel süreç boyunca nasıl bir seyir izledi?
Kur’an, indiği dönemde doğrudan Peygamber tarafından tebliğ edilip beyan ediliyor ve yorumlanıyordu. Peygamberin ölümünden sonra Kur’an’ın yorumlanmasında Peygamber’in örnekliğinin pratiğe dönüşmüş şekli olan sünnet öne çıkmaya başladı. İbn Kesir vb. gibi isimlerin ilk dönem rivayet merkezli bu yorumlama çabası, Müslümanların fetihler sonucu farklı toplumların birikimleriyle tanışması sonucu dirayet merkezli bir yorumlamaya doğru evrilmiştir. Modern dönemde ise hakim paradigma olan bilimin Kur’an’ın yorumunda etkili olduğu görülmektedir. Bu nedenle araştırmada bundan böyle Kur’an yorumunda etkili olan modern toplumsal gerçeklik olarak ele alınmaktadır.
Modern dönem aklın yüceltildiği, doğanın keşfedildiği ve sadece beş duyuyla görülen nesnel verilerin doğruluğuna inanıldığı yeni bir kırılmayı ifade etmekle beraber dinin irrasyonel olarak kabul edildiği dünyanın ayrılarak seküler bir çerçevenin benimsenmesine karşılık gelmektedir. Batı’nın kendi iç dinamikleri sonucu ulaştığı bu modern değerler, modernleşme adı altında Batı’nın fiili ve kültürel olarak hâkimiyeti altındaki Batı dışı ülkelere İslam dünyasına aktarılmıştır. Bu durum ise Müslüman dünya ile çeliştiği izlenimi edinilen dini kaynakların meşruiyetini tartışmalı hale getirmiş, böylece “kaynak sorunsalı”na neden olmuştur. Müslümanların referans dünyasını tanımaya çalışan oryantalistlerin öncelikli başvurduğu kaynak Kur’an’dır. Kur’an’ın ilahiliği (peygamber tarafından yazdırıldığı iddiası) ve Kur’an’ın sistematik şekilde düzenlenmemiş olması nedeniyle kompozisyonuna yönelik birtakım eleştiriler yöneltilmiştir. Fakat Kur’an’ın Müslümanlar için tartışmasız bir meşruiyete sahip olması Kur’an’dan ziyade eleştirilerin başta hadis olmak üzere geleneksel kaynaklara yöneltilmesine neden olmuştur. Geleneksel kaynakların tarihsel şartlar ilişkisi itibarıyla beşeri katkılara uygun sosyolojik bir zeminle teşkil etmesiyle nedeniyle hadisler, kaynakların meşruiyetine dair sorgulamanın öncelikli hedefi ve Müslüman toplumların kaynaklara yönelik sorgulamaya başladıkları başlıca alandır. Kaynaklara ilişkin bu türden sorgulama, ilk olarak İslam dünyasında sömürüye maruz kalan Hint alt kıtasında olmuştur. İngiliz hâkimiyetine giren Hindistan’da uygulamaya konulan modern hukukla (civil code) İslam hukukunun çatışması modern gerçeklikle uyumlu bir Kur’an yorumuna gidilmesinde etkili olmuştur. Burada gelenekselden farklı daha radikal yorumların benimsenmesinde bölgenin İslam dünyasının geri kalanından daha uzun süreli işgale uğramasının etkisinden söz edilebilir. Bu tür aşırı yorumlarıyla dikkat çeken isim, Hintlilerin İngiliz yönetiminin kurallarına bağlılık göstermesi adına Kur’an’ı sonuna kadar araçsallaştıran Sir Seyyid Han gelmektedir. Kendisi için Ehli Kur’an, Kuraniyyun gibi adlandırmalar kullanılan Sir Seyyid Han hadisi devre dışı bırakarak Kur’an’ı dinin tek kaynağı kabul ettiği gerekçesiyle eleştirilmektedir.
Kaynaklara ilişkin sorgulamanın olduğu bir diğer İslam coğrafyası, oryantalizmin etkisi altındaki Mısır’dır. Burada köklü selefi bir geçmişe sahip olan Ezher’in varlığı Kur’an’ı yorumlamasında modern gerçekliğe mesafeli olmasının yanı sıra rivayetlere sıkı şekilde bağlıdır. Bu nedenle Mısır, gelenekle irtibatını belli oranda da olsa sürdürmektedir. Bu anlamda Kur’an ile çelişmediği sürece geleneksel teolojik birikimden yararlanma yönünde Mısır’da kaynakların eleştirisine bağlı bir teamülün varlığı söz konusudur. Mısır’ın Batı’yla ilişkisine bakıldığında ise Hindistan’dan farklı olarak Batı’nın kültür ve yaşam tarzının kendilerini ifsat edeceğinden endişe eden bir eğilim görülmektedir. (Choueiri, 1990: 53).
İslam dünyası geçmişte de benzeri müdahalelere maruz kalmış ve buna mukabele edecek teolojiler geliştirmiştir. Örneğin İbn Teymiye, Müslümanların 13-14.yy’da uğradıkları Moğol saldırısı üzerine yaşadıklarının sorumlusu olarak vahye aykırı geleneksel uygulamalar olan biatlerin karışmasını göstererek bunlardan kaynak sadeliğine dönüşle kurtulmayı önermektedir.
Modern döneme gelindiğinde ise Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Muhammed İkbal, Seyyid Kutup, Hasan Benna, Reşit Rıza gibi isimler İslam dünyasının Batı karşısındaki yenilgisinin ekonomik siyasi sonuçları üzerinde düşünerek İslam’ı siyasi bir ideoloji olarak hayatın bütününe etki edecek şekilde İslamcılık adı altında kurgulamışlardır.
İslam dünyasında modern gerekçelerle kaynaklar ve özelinde Kur’an’la ilişki konusunda karşımıza bu resim çıkmaktadır. Nitekim Tarık Zafer Tunaya’nın “gelenekçiler, yeni gelenekçiler ve Modernistler” şeklindeki tasnifi de bunu kanıtlar niteliktedir[1].
Görüldüğü üzere gelenek ve modernite karşısındaki bu farklılıklar Kur’an’a ilişkin yaklaşımlara da yansımaktadır. Aşağıdaki tablo bu değişimi göstermektedir:
Katılımcılar | Tutum |
İslamcı Kur’ancı (Metinselci) | Literal (Lafzi) |
Modern Kur’ancı (Yarı Metinselci) | Ahlaki yasal içerik (Ethico-legal) |
Modernist (Bağlamsalcı) | Sosyo-Tarihî Bağlam |
Tablo 1. Katılımcıların Kur’an’a Yönelik Tutumları
Buna göre “metinselci” olarak adlandırılan Müslümanlar, modern duruma uyma gereksinimlerinden dolayı Kur’an’ın anlamını değişmez ve evrensel kabul etmektedir. Bu nedenle onlar, metnin ortaya çıktığı vasatı, onun “sosyo-tarihî yönünü” düşünmeden lâfzî olarak ele almaktadırlar. Temsilcileri, selefî ve gelenekçiler olmak üzere bugün de vardır (Saeed, 2006: 3).
“Yarı metinselciler” de metinselciler gibi ilk bakışta lafza vurgu yaparak Kur’an’ın sosyo-tarihî yönünü önemsememektedir. Buna karşılık Kur’an’ın ahlaki-hukuki (ethico-legal içerik) ayetlerini ise savunmacı (apolegetic) bir tarzda ele aldıkları dikkat çekmektedir. Bu yaklaşımı benimseyenlere örnek olarak, Müslüman Kardeşler (Mısır), Cemaati İslami (Hint alt kıtası) modernistleri verilebilir (Saeed, 2006: 3).
“Bağlamsalcılar” ise Kur’an da sabit ve değişken alanların olduğunu belirterek Kur’an’ı yorumlamada ahlaki-hukuki ve sosyo-tarihî konteksin ikisine birden yer vermektedirler. Bağlamsalcılara örnek olarak, neo-modernist, içtihatçı, ilerici (progressive), liberaller verilebilir.
Ortaya konan bu genel çerçevenin ardından oldukça geniş bir etkinlik alanına sahip Osmanlı ve özel de ise Türkiye’yi etkileyen modernleşme süreçlerinin din dolayısıyla kaynaklarla ilişkinin yeniden tanziminde nasıl etkili olduğundan da kısaca söz etmek gerekmektedir. Osmanlı’nın Batı karşısında yenilgisinin nedenleri üzerine düşünüldüğünde Batı’nın kilise karşısındaki mücadelesinde olduğu gibi din dolayısıyla geleneğin sorumlu olduğu Cumhuriyet Dönemi aydınları tarafından ileri sürülmüştür. ‘’İslam ilerlemeye engel midir?’’ tartışmaları karşısında sorunu geleneksel din yorumlarında gören ve çözümü İslam’da bulan İslamcılık, tüm Türk dünyasının birlikteliğinde gören Türkçülük, Batılı değerlerde bulan Batıcılık gibi birbirinden farklı tutumlar ortaya çıkmıştır. Kur’an İslamı’yla ilişkisi dolayısıyla üzerinde duracağımız İslamcılık’tır. İslamcılık, modernitenin geleneğin sorunlu yönlerine ilişkin eleştirilerine dinin sahih kaynaklarından hareket ederek modern tekniklerle karşılık vermektedir.
İslamcılar, Müslümanların modern dünyayla ilişki kurmalarını sağlamak için modern kavramlara Kur’an’dan meşruiyet sağlamaya çalışırken Kur’an’ın insanla karşılaşmasıyla değişen şartlara uygun yeni yorumlama biçimleri olan geleneğin vahiyle çelişen yönlerine eleştiri getirmekten kaçınmamaktadır. Fakat burada kendilerinin modernitenin savlarına karşı bir çözüm üretme çabasından çok, modernleşmenin nedenlerini sorgulama ile sınırlı kalan apolojik bir tutum söz konusudur.
Son iki yüz yıldır İslam dünyasının Batı karşısında yenilmesinin sorumlusu olarak İslam’ın gösterilmesi karşısında İslamcılığın ileri sürdüğü ilk apolojileri oluşturan bu tartışmaların, günümüzde de din ve modernite arasındaki gerilimlerde temel fay hattı olarak varlığını devam ettirdiği söylenebilir. Cumhuriyet’in Elmalılı’ya tefsir ve meal yaptırması gibi dine ilişkin konulardaki çabalarının dinden ziyade politik olması nedeniyle İslamcılığın inkılâplara belli bir mesafeden yaklaştığı söylenebilir. Ulus devlet ideolojisini benimseyen yeni devletin halkı milliyetçilik etrafında birleştirme konusunda Kur’an’ın Türkçe anlamı araçsal bir işlev üstlenmiştir.
Buna göre ara dönem din politikaları ve devletin dine ayar verme girişimlerinden olumsuz anlamda etkilenen İslamcılığın seyri, İslam dünyasındaki gelişmelerle yeni bir dönemece girmiştir. Özellikle 1970’lerde İslam coğrafyasında üretilen modern İslam’a ilişkin literatürün çeviriler yoluyla Türkiye’ye aktarılmasıyla, İslamcılığın yeniden canlanışına tanıklık edilmiştir.
Fakat bu değişim dalgası, 1980’lerde Arap coğrafyasından gelen neo-selefî etki ile İslam’ın siyasete ilişkin taleplerini gayrimeşru (devrimci) yollarla ifade ettiği, yer yer sosyalist yer yer de selefî tonlara sahip olan melez bir desene dönüştüğü İslami devlet söylemlerine bırakmıştır. Bu akım, Kur’an’a lafızcı bir tutumla yaklaşarak Kur’an’daki hükümlerin ancak İslami bir devlette uygulanabileceğini ileri sürmüştür.
Cumhuriyet tarihi boyunca, toplumda önemli bir referans değerine sahip din ile yeni dâhil edilmek istenen ulus birlikteliği (milliyetçilik) arasında organik bir bağ kurmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Fakat bugüne kadar milliyetçiliğin bir harç olarak bir arada tuttuğu, birbirinden farklı geleneksel desenlerden biri olarak İslamcılığın da, İslam dünyasındaki bu fikrî hareketlerin etkisiyle kendi kök değerlerine yeniden kavuşma olanağı bularak manevi hassasiyetlere sahip diğerleri gibi milliyetçi ana gövdeden ayrılmıştır. Böylece Türkiye realitesinde İslamcı bir çevreden bahsetmek mümkün olabilmiştir.
İslamcılar, modern kavramları, İslami terminolojiyle meşrulaştırarak kendilerine mal etmektedirler. Örneğin, Kur’an ara dönemlerin ardından modern devletteki anayasaya karşılık olarak kullanılmıştır. İslam’ın, hayatın tüm alanlarını düzenleyen kuşatıcı bakışı nedeniyle özellikle modern dönemde Batı ile mücadelenin verildiği asli yer olan siyaset, İslamcılığın başından beri önemli olmakla beraber 1980’lerde daha radikal ve yer yer şiddete dönüşen bir çerçeveye dönüşmüştür. 28 Şubat’ta ciddi bir yara alan İslamcılığın muhafazakâr bir çerçeveye evrilmesiyle İslamcılık siyasete ilişkin söylemlerinden uzaklaşmıştır.
Sonuç olarak; Türkiye’de Kur’an İslam’ı Arayışları* başlıklı çalışma, alanında ilk olması, zengin bir akademik literatür kullanılarak hazırlanmış olması, konuların bütüncül ve sistematik bir şekilde ele alınması, yazarının konuya olan hakimiyeti ve özgün değerlendirmeleri, kendi alanında daha sonra yapılacak akademik çalışmalar için ciddi bir literatür katkısı sunması nedeniyle konuya ilgi duyan kişiler için önemli bir başvuru kaynağı özelliği taşımaktadır.
*Dr. Filiz Orhan, Türkiye’de Kur’an İslâmı Arayışları, (Ankara: Fecr Yayınları), 2022, 432 Sayfa
Dr. Filiz Orhan Bursa doğumludur. 2011 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. 2014 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bilim Dalında “Ergenlerin Dini Kimlik Kazanmalarında Sosyal Öğrenmenin Etkisi” başlıklı teziyle Yüksek Lisansını tamamladı. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bilim Dalında “Türkiye’de Kur’an İslamı Arayışları” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Bu tez 2022’de Fecr Yayınlarından aynı isimle yayımlandı. Kitap, doktora tezleri arasındaki değerlendirmede İzmir Türk Ocakları bünyesinde düzenlenen 2022 Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu Türk İslam Araştırmaları ödülüne layık görüldü. Orhan’ın ayrıca Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği ve İşletme lisans derecesi vardır. Yazarın makale, çeviri ve ulusal&uluslararası kongrelerde sunulmuş çeşitli tebliğleri vardır. İlgi alanları: Anlambilim, bağlanma, gelişme, dilbilim, kadın, kimlik, Kur’an, öğrenme, pragmatik, yorum.
[1] Tunaya, T. Z. (2007), İslamcılık Akımı, İstanbul, İstanbul Bilgi Universitesi.