Sezai Karakoç’u yakından tanıma ve birlikte çalışma imkânına sahip oldunuz. Bize biraz ondan söz eder misiniz? Poetikası, estetik düşüncesi ve mefkûresiyle değerlendirdiğimizde nasıl bir portre var karşımızda?
Sezai Karakoç, poetikası, estet ve düşünce adamı tarafıyla kolay çözülecek bir kişilik değil. Yalın, sade, mütevazı, bir başına kalmayı göze almış ve mutlak manada idealist birisinden söz ediyoruz öte yandan. Yalındır, yaşamakla örülmüş inancın tutkuya dönüşmüş iddiasızlığı içindedir. Kalabalık içinde göze çarpmaz. Göze görünmek istemez. Değeri ve değerlendirmeyi karşılıklı yol alış diye görür. Estettir çünkü doğuştan şair olmakla yetinmez, bu seviyeyi dinmez muhakeme ve karşılaştırma hamleleriyle yüce olana göre ayarlar. Mimari, müzik, resim, sinema bir vesileyle ilgi alanındadır. Düşünmek ise bir meslek değildir onda. Varoluşun hakkını vermektir. İnanca ve Tanrı’nın mutlak varlığına göre düşünür her şeyi. Bu uğurda arkaik bir taştan henüz kuşun kanadından yeni düşmüş bir tüydeki süreklilik, metafizik şartla ilgilendirir onu. Bir yandan çok yazmış gibi gözükür ama öte yandan da yazmak istediklerine bir türlü sıra gelmemiştir daha. Onun portresi tam manasıyla modern olanın portresidir. Onu çözmek ayın öteki yüzünü bilerek bu yöndeki ışığın güzelliğine doymaktır.
Sezai Karakoç Hayatımdaki İnkılaptır
Sezai Karakoç’un poetika ve estetik vizyonunuz üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
17 yaşında taşradan İstanbul’a olmaya geldiğim zaman her yönden tamamlanmış bir kişilikle karşılaşmıştım. Onun ayırıcı vasfı size bir şey öğretme, önderlik etme, yol gösterme, elinden tutma, kendisine benzetme şeklinde değil birlikte yürürken herkesin kendisi kalarak var olması şeklindedir. Bu zor fakat göze alan için kendilik ilkesinin verimli şeklidir. Hayatımdaki inkılaptır. Bu tartışmasız.
Kültürel coğrafya Sezai Karakoç’un poetika ve düşün dünyasını anlamak için önemli bir yol işareti. Bize Karakoç’un bu kültürel havzayla kurduğu bağdan, bu bağın onun şiirine ne tür bir duyuş imkânı sağladığından söz eder misiniz?
Kültürden önce inanç. Ama inancın boyasını almış kültür. Çocukluk. Ergani. Doğu’nun henüz bozulmadığı bütün katılığına rağmen insani geçişkenliğini tabiatla beraber yaşattığı bir dönemde geçen çocukluk. İnanç sadece bir bölgeye hapsolmaz, âlemlere kadar açılır. Özellikle ‘Gül Muştusu’ ve ‘Hızırla Kırk Saat’e baktığımızda inancın kültürel sarmaşığını buluruz. Asıl önemlisi salt soyut kavramlar değildir onda hem inanç hem kültür. Bir yüz yarası gibi gerçek ve görülebilir insanla donanmıştır. İnsancı bir kültür anlayacağınız. Coğrafya, bir harita bilgisi değil. Hatta o bilgiye esastan ters ve karşı.
Karakoç’un çok çok uzun yıllar, o çocukluk, o kopuş anının travmasını yaşamayı göze alamadığı için memleketine gitmediğini ama hep bir geri dönme miti ile yaşadığını sanıyorum.
William Wordsworth ‘Kalbim Yükselir’ adlı şiirinde ‘Çocuk insanın babasıdır’ der. Siz de Sezai Karakoç’u ele aldığınız bir yazınızda ‘Erken evden kopuş onda bir tür düşünce kuluçkası etkisi yapacak ve fakat erişkinliği çocuklukta yaşanmış bir dünya olgusu onu hep belirleyecektir” dediniz. Bize onu belirleyen bu etkiden bahseder misiniz, çocukluk çağının nasıl bir etkisi olmuştur Karakoç üzerinde?
Hatıralarında, çocuk denecek yaşta Ergani Tren İstasyonu’ndan ayrılışını anlatır. Gittim o istasyona o acıyı ve boşluğu duyabilir miyim diye. Tabii o Ergani yok artık. Ama köşelere ve havaya sinmiş bir iz bulmak da zor değil. Çocuklar hayatın asıl peygamberleridirler. Hiçbir sebep bir çocuğu anne ve baba sesi yanında aile aidiyetinden koparmayı anlamlı gösteremez. Ama olmak için kader tarihin trajik çarkını döndürür. Kopuştur bu. O çocuk bir daha çocuk olarak dönemeyecektir o istasyona o eve. En son kaç yaşında evine geri döndü bilmiyorum ama Karakoç’un çok çok uzun yıllar, o çocukluk, o kopuş anının travmasını yaşamayı göze alamadığı için memleketine gitmediğini ama hep bir geri dönme miti ile yaşadığını sanıyorum. Konuyu, şair ve düşünce adamı benine aktardığımız zaman, Türkiye’nin Tanpınar’ın dediği ‘Türkiye yedin bitirdin beni’ demesi benzeri bir döngüye sahne olduğunu düşünüyorum. Bu elbette onun yaratıcılığını kanattı. Fakat bir de insan var, fert var. Bizde kaybolan o. Halen onu arıyoruz.
Sezai Karakoç’un Türkiye şiirindeki yeri üzerine süregiden tartışmalar hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu kapsamda Karakoç’un 2. Yeni şiiri üzerindeki etkisi neydi? Kendini bu akıma ait hissediyor muydu? Bu kümenin diğer şairleri onun poetikasına nasıl bakıyorlardı?
Sezai Karakoç çıkmasaydı 2. Yeni eksik modern bir şiir olurdu. Şöyle, bir dolunay düşünelim, bir yüzünde Sezai Karakoç öte yüzünde çağdaşları Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan vs. olsun. Bunlar aslında birbirlerinden ışık alırlar. Ama Karakoç’un ışığı, genç, inanmış, şehirli ve modern bireyin dilidir. Modern şiiri tek taraflı olmaktan kurtarır Karakoç. Çok tabii bir akışla yapar bunda. Başlangıçta politika yoktur hatta. Cemal Süreya ve Ece Ayhan ısrarla söylediler. 2. Yeni Sezai Karakoç’tur diye. Uyar, Cansever belki mesafeli oldu ona ama Gülten Akın, İlhan Berk tarafından kabul edilip sevildi. Büyük atılımlar birlikte olur. Birlik şiiridir 2. Yeni.
Son Yıllarda Kendisine Yönelen Değil Yöneltilen İlginin Politik Bir İstismar Olduğunu Düşünüyorum
Sezai Karakoç muhafazakârların kendisine gösterdiği ilgiye karşın mesafeli ve bağımsız duruşunu ömrünün sonuna kadar korudu. Onun bu tutumunu bir tür aidiyetsizlik hali olarak yorumlayabilir miyiz? Bu kapsamda Karakoç’un muhafazakâr cenah ile ilişkisine dair neler söylemek istersiniz? Onun bu dünya tarafından anlaşılabildiğini düşünüyor musunuz?
Muhafazakârların Karakoç’a ilgi duyması bir aldatmacadır. Yaratım ve verim dönemlerinde yalnız bırakılmış birisidir Karakoç. En azından fiilen yanında bulunduğum 1986-92 yılları arasında yaşadıklarımızı yazmaya sayfalar yetmez. Karakoç müstağni bir adamdı. İdealist ve inançlıydı. Kendi ilkeleri vardı. Son yıllarda kendisine yönelen değil ‘yöneltilen’ ilginin politik bir istismar olduğunu düşünüyorum. Okumadığınız bir insanı da anlayamazsınız ayrıca. Sezai Karakoç’u okumak da şiirden geçer. Şiirini çözmeden düşünce ufkuna varamazsınız. Muhafazakâr cenah, yaratıcı hiçbir yol açıcıya iyi gözle bakmaz. Doğası buna uygun değil. Karakoç ise tam bir yaratıcı.
Bugün iktidar olanlar düşünce ekolünden değil pragmatizm ve mühendislik ekolünden gelirler. Şiir yoktur dünyalarında. Fetişleştirme ise daha dipte daha kötücül bir hastalık. Öldürme yöntemi.
Sezai Karakoç gibi bağımsız duruşlarını korumaya çalışan Müslüman sanatçı/aydınlara iktidarın son dönemde gösterdiği ilgiyi ne kadar sahih buluyorsunuz? Ayrıca onun belirli çevrelerce fetişleştirilmesi hakkında neler söylemek istersiniz?
İktidar kötü ve kötücül bir gelenektir bizde. Bireyin yaratıcı ve özgür vasfını sıyırıp kitle içinde edilgenleştirir iktidar. Diriliş Partisi’nin kurulduğu 90’lı yıllarda bugün iktidar olanlar yaşıyorlardı ve Sezai Karakoç’un etrafında olmadıkları gibi okuru bile değillerdi. İsim dayanağı gerektiği zaman da onu kullanmaktan geri durmadılar. Çünkü bugün iktidar olanlar düşünce ekolünden değil pragmatizm ve mühendislik ekolünden gelirler. Şiir yoktur dünyalarında. Fetişleştirme ise daha dipte daha kötücül bir hastalık. Öldürme yöntemi.
İslamcılık ve Milliyetçilik Gibi Genel Geçer ve Pragmatist Paradigmaların Ötesinde Bir Bakışa Sahipti
Milliyetçiliğin Türkiye muhafazakârlığı ve İslamcılığının çeşitli veçheleri içinde dünden bugüne örtük ya da açık biçimde uç verdiğini görüyoruz. Karakoç ise ne poetikasında ne de düşünsel ve siyasi serüveninde milliyetçiliğe ilgi göstermedi. Nasıl bakıyordu milliyetçilik meselesine? Neden uzakta durdu?
Diğer siyasal akımlar (İslamcılık) gibi milliyetçilik de bize dışarıdan girmiş doğal olmayan bir görüntüdür. Dikkat ederseniz siyasal akım dedim, düşünsel hareket demedim. Öyle olabilmesi için tarihten kökler taşıması ve oradan gelişme göstermesi gerekir. Bu bağlamda Karakoç ‘İslamcılık’a da karşıdır. Hiçbir metin ve konuşmasında böylesi bir atıf yoktur. Irka dayalı ve bir ırkın şu veya bu sebeple öne çıkarılması hedefini güden yaklaşımlara, inancı gereği karşıdır. Ne var ki bu tutum onun kendisini Türk olarak görmesine engel değildir. Bir ayrıştırma veya siyasal bağlama eklemek için değil doğrudan bir durumu açıklığa kavuşturmak adına Kürt olmadığını söylerdi ama bunu bir eksiklik, fazlalık eksenine oturtmazdı. Benim görebildiğim ve yanında bulunduğum sürede süzebildiğim kadarıyla hem Türk hem de Kürt milliyetçiliğine karşıydı. Millet olma onu daha çok ilgilendiriyordu. Millet de aynı inanç etrafında birleşmiş farklı dil ve ırklar demekti. İslam’a hizmet yarışında olmakla her biriyle övünürdü. Siyasal İslamcılar ve Türk-Kürt Milliyetçileri de hiçbir zaman sempati ile bakmadılar Sezai Karakoç’a. Çünkü bütün bu genel geçer ve pragmatist paradigmaların ötesinde bir bakışa sahipti. Bir dile ve bir ırka doğmak olumlu veya olumsuz bir gösterge olamazdı ona göre.