Din ve eğitim olgusu, bir yanı insana uzandığı için geçmişten bugüne değin üzerinde hep düşünülen ve tartışılan alanlar içerisinde yer almıştır. Modern öncesi ve modern dönemi, kapsamı itibariyle sınırları daha belirgin ve belli pratikler üzerinden ele almak daha mümkünken, postmodern dönem olarak adlandırılan yakın dönem gerçekliğini belli kalıp ilkeler ve tanımlar çerçevesinde irdelemek büyük belirsizlikler ve zorluklar içermektedir. Her şeyin hızla değiştiği dünyada görece geçmiş zamanlı olarak yapılan tanımlamalar ve ortaya atılan fikirler, değişim paradigması içerisinde ister istemez arkaik unsurlar taşımakta ve değişen çağın dinamikleri ile birlikte değerlendirilmesi gereken yenilikçi bakış açılarına ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Bu çalışmada, postmodern döneme ilişkin sentezleyici fikirleri ile ön plana çıkmış, yaşayan düşünürlerden Byung-Chul Han’ın ‘Yorgunluk Toplumu’ isimli kitabında yer alan düşünce katmanları, Han ve benzer fikirlere sahip seleflerinin bakış açıları üzerinden ele alınmıştır.
Yorgunluk Toplumu’nun Katmanları
Yorgunluk Toplumu kitabı, “aşırı pozitif diyalektik”, “performans toplumu”, “derin sıkıntı”, “negatif güç” ve “yorgunluk toplumu” kavramlarıyla beş ayrı katmanda ele alınmıştır.
Aşırı Pozitif Diyalektik: Byung-Chul Han, Baudrillard gibi postmodern dünyada bir paradigma değişiminden söz etmekle birlikte, bu değişimin bizzat bağışıklık paradigması ile ilgili olduğunu savunmaktadır. Han, Nietzsche’den sonraki silsilede bağışıklığa ilişkin felsefe kuran düşünürlerin argümanlarının geçtiğimiz yüzyılla ilgili olduğunu ve küreselleşme süreciyle uyum içerisinde olmayan bağışıklık paradigmasının günümüzün gerçekliği içerisinde artık işlemediğini düşünmektedir. *1 Han’a göre bağışıklık şemasının unsurları olan “başkalık” ve “yabancılık”ın yerini herhangi bir bağışıklık reaksiyonu doğurmayan “fark” almıştır. Postmodern özne artık bu farktan dolayı hasta olmamaktadır, zira immünolojik yüzeydeki “fark”, artık “aynı”ya tekabül etmektedir. *2 Han, “post-immünolojik” olarak da nitelediği “fark”ı, yine postmodern zaman dilimi içerisinde zikretmekte ve yeni durum için farklı bir zaman dilimi öngörmemektedir.
Han, tam da burada “aşırı pozitif diyalektik” üzerinde durmaktadır. Postmodern patolojiye ilişkin manzaranın “sinirsel” olduğunu, bulaşıcı olmadığını düşünen Han, bu durumun kaynağının yabancı olanın olumsuzlanmasından ziyade haddinden fazla olumlanmasından kaynaklı olduğunu düşünmektedir. Eskide kalan bağışıklık paradigmasının temel özelliğinin “negatif diyalektik” olduğunu söyleyen Han, negatif diyalektiği “immünolojik başka” yani “negatif”in kendiliğin içine girerek onu olumsuzlaması olarak okumaktadır. Negatif diyalektik içerisinde immünolojik korunma da tıpkı aşı olur gibi “başka”dan alınacak küçük bir parça ile “olumsuzlamanın olumsuzlanması” ile gerçekleşecektir. *3
Han’ın postmodern dünyada hüküm süren pozitif diyalektikten kastettiği, bağışıklığın bulunmadığı yeni paradigmadaki aşırı pozitif bir durumdur. Nitekim bağışıklık paradigması artık ortadan kalkmış ve negatif diyalektiğin yerini aşırı pozitif bir diyalektik alarak post-immünolojik durum “sinirsel” ve ifrat derecesindeki pozitiflikten kaynaklı patolojik bir hâle bürünmüştür. Aşırı üretim, aşırı performans ve aşırı iletişimden doğan pozitifliğin gücü, artık “viral” değildir, bağışıklık ona erişim sağlamaz. İmmünolojik savunmadan ziyade artık sindirimsel-sinirsel bir boşalma ve red vardır. Bunun uzantısı olarak da hâlsizlik, yorgunluk ve boğulma gibi immünolojik reaksiyon sayılmayacak durumlar ortaya çıkar. *4
Byung-Chul Han, post-modern toplumun “itaatkâr özne”lerden değil, artık kendi kendilerinin müteşebbisleri olan “performans özneleri”nden müteşekkil olduğunu söylemektedir. Foucault’nun anlatısındaki hastaneler, tımarhaneler, hapishaneler, fabrikalar ve kışlaların yerini artık fitness salonları, bürolardan oluşan gökdelenler, bankalar, havaalanları, alışveriş merkezleri ve gen laboratuvarları almıştır.
Performans Toplumu: Foucault’nun “disiplin toplumu” ve Deleuze’nin onun tarihsel açıdan devamı olarak dile getirdiği “kontrol toplumu” kavramları üzerine Byung-Chul Han, post-modern toplumun “itaatkâr özne”lerden değil, artık kendi kendilerinin müteşebbisleri olan “performans özneleri”nden müteşekkil olduğunu söylemektedir. Foucault’nun anlatısındaki hastaneler, tımarhaneler, hapishaneler, fabrikalar ve kışlaların yerini artık fitness salonları, bürolardan oluşan gökdelenler, bankalar, havaalanları, alışveriş merkezleri ve gen laboratuvarları almıştır. Normal ve anormalin mekânlarını birbirinden ayıran disiplin kurumlarının duvarları artık yoktur.
Performans toplumunda yasak, emir veya kaidenin yerini proje, girişim ve motivasyonun aldığını ifade etmektedir. Disiplin toplumunun negatifliğinden deliler ve caniler çıkarken performans toplumu depresif ve mağlup insanlar yaratmaktadır. *5
Han’ın düşüncesinde mücadele biyopolitik bir “başka” ile değil, insanın kendi kendisi iledir. Kendi kendinin egemeni ve efendisi olan performans öznesi bir taraftan da kendi kendiyle savaşmaktadır. Tahakküm yöntemlerinin ortadan kalkması performans öznesini özgürlüğe götürmemiş, özgürlük ve zaruret tanımları birbirine geçmiştir. *6 Bu paradoksal özgürlük içerisindeki performans öznesi, sinirsel ve patolojik bir çıkmazın içine düşmektedir.
Derin Sıkıntı: Han’a göre derin sıkıntı, manevi dinlenmenin zirvesidir. Postmodern dünyada hüküm süren kargaşa durumuna bir alternatif olarak yürümek ya da koşmayı değil, dans etmeyi ya da muallakta kalmayı örnek göstermekte ve dansın süslü hareketlerinin performans ilkesine takılmayacağını belirtmektedir. “Derin sıkıntı”nın iki uzantısından biri olan dans metaforu, sanata yönelmeyi gündeme getirirken muallakta kalma ile de tefekkür hâli vurgulanmaktadır. ‘Yalnızca derin dikkat ‘gözün kesintililiğini’ durdurup ‘tabiatın başıboş dolaşan ellerine sarılabilmeyi’ sağlayan toparlanmayı meydana getirebilir” diyen Han, Nietzsche’ye atıfta bulunarak bu yoğunlaşabilme unsurlarının hayattan çıkarılması hâlinde ölümcül bir hiperaktiviteye mahkûm olunacağını hatırlatmaktadır. *7
Negatif Güç: Han gibi Baudrillard da çizdiği postmodern resim içerisinde insanın varlığına ait her şeyin, insanın etrafında mekanik ya da bilgi-işlemsel protezler hâlinde döndüğünü söylemekte ve postmodern insanın makineleşmeye doğru bir evrim geçirerek eylemlerinin işlem hâlini aldığını anlatmaktadır. Ortaya çıkan durum bir performans hâlidir ve performans ise işlemseldir. *8 Han da benzer şekilde performans toplumunda düşünmenin bile bir beyin fonksiyonu olarak hesaplamaya indirgendiğini söylemektedir. Han’a göre negatifliğin yokluğu, düşünceyi de hesaba dönüştürmektedir. *9
Han’a göre de bir pozitif makine olan bilgisayar, insan beyninden daha hızlı hesap yapar ancak devasa hesaplama yeteneğine rağmen ahmaktır, çünkü tereddüt etme noksanlığı vardır. İşte bu eksiklik Han’a göre insandaki “negatif güç”e tekabül etmektedir.
Han’a göre de bir pozitif makine olan bilgisayar, insan beyninden daha hızlı hesap yapar ancak devasa hesaplama yeteneğine rağmen ahmaktır, çünkü tereddüt etme noksanlığı vardır. İşte bu eksiklik Han’a göre insandaki “negatif güç”e tekabül etmektedir. Han, dünyanın bütüncül bir şekilde pozitifleştirilmesi esnasında hem insan hem de toplumun otistik performans makinesine dönüştürüldüğünü savunmaktadır. Bu durumun dışına çıkmanın imkânı ise “negatif güç”ten geçmektedir. Bir şeyi yapma gücü olan pozitif gücün karşısına hiçbir şey yapmama gücü olarak “negatif güç”ü koyan Han, insanın negatif imkân olmadan sadece pozitif imkânla dünyayı algılaması hâlinde kendisine hücum edip kendisini zorla kabul ettiren ve uyaran dürtülere maruz kalacağını ve bunun sonucunda maneviyat ve tefekkür gibi negatif imkânları ıskalayarak ölümcül bir hiperaktiviteye ulaşacağını söylemektedir. *10
Yorgunluk Toplumu: Hem pozitif hem de negatif olarak anlaşılabilecek olan yorgunluk toplumu, Han’ın kurduğu diyalektik içinde anlam kazanır. Pozitifliğin ifratı içerisinde “-ebilmek”ten ve “-mek için”den yorgun düşen insanın karşısında “-meme”nin negatifliği ve bu negatiflik içerisinde anlam kazanan bir başka yorgunluk vardır.
Han, Peter Handke’nin ‘Yorgunluk Üzerine Deneme’ kitabından hareketle iki tür yorgunluk resmeder. İlki, insanların birbirinden uzak, her birinin kendi yorgunluğuyla meşgul olduğu ve “seninki orada, benimki burada” şeklinde tezahür eden “ben yorgunluğu”dur.
İkincisi “biz yorgunluğu” ise, dünyaya güvenen bir yorgunluktur. “Az ben’in fazlası” ve “kökten yorgunluk” olarak da nitelenen bu yorgunluk, “ben”in “başkası” olduğu ve aynı zamanda “başkası”nın da “ben” olduğu bir yorgunluktur. Kimsenin ya da hiçbir şeyin egemen olmadığı arkadaşlığın mekânı olan bu yorgunluk türünde insan görür ve görülür, dokunur ve kendisine dokunulur. “Ben”deki azalma, dünyadaki çoğalma olarak tezahür eder. *11
Arapçada cumartesi günü anlamına gelen “Sebt” günü, işe ara vermenin salık verildiği gün olarak bilinir. Han, Sebt gününün de “-meme’nin günü” olduğunu söyleyerek bu “ara zaman”ın, yani yorgunluk teneffüsünün bir “oyun zaman” olduğundan söz eder. Bauman’a göre oyun oynayan bir varlık kendi kendini koruma ve kendi kendini yeniden üretme işinin ötesine geçen, tek hedefi kendini idame ettirmek olmayan bir varlıktır. *12 Han’ın “oyun zaman”ındaki yapmama vurgusu da kontrol, koruma, kaygı gibi duygu ve edimlerden uzaklaşmayı sağlayan bir nefeslenmeyi içermektedir.
Handke’nin bu zamanı “arkadaşlık zamanı” olarak ifade ettiğini söyleyen Han, bu zamanın kararlılıktan çok “oluruna bırakma”, “farkta kalma” olduğunu belirtir. Bu durum Handke’ye göre bir gevşeme hâli değil, aksine açıkgözlü ve dünyaya hayreti yeniden getiren bir yorgunluktur. “Derin yorgunluk” olarak da isimlendirilen bu yorgunluk hâli, Han’da ifadesini bulan “derin sıkıntı” hâlinin nihai bir aşaması gibidir. Yine Handke’nin ifade ettiği “arkadaşlık zamanı” ya da bir diğer şekliyle “oyun zaman” olarak ortaya çıkan durum, Han’ın zihin katmanlarındaki performans toplumunun hızına muhalif, “yürüme” ya da “koşma” ediminde değil de “dans” ve “muallâkta kalma” eyleminde kendini bulan bir dinginlik hâlidir. *13
Yorgunluk Toplumunun Dinî Boyutu
Modernizm ve postmodernizmin din ile olan irtibatına yönelik temel bir ayrım öngörmek üzere, modernizmin insanı Tanrı’nın yerine yükseltmeye, postmodernizmin de Tanrı’nın yerini ve niteliklerini yok etmeye veya yapıyı bozmaya çalıştığı üzerinde durulmaktadır. *14 Ayrıca postmodern dünyada dinin bir inanç üzerinden “yaşanılan” bir fenomen olmaktan çıkıp somut gerçekliğin soyut olana tahakkümü ile sekülerleşmeden söz etmek mümkündür.
Rasyonel aklın galip gelmesi ile dünyadaki her şey insana has kılınmakta ve insanın dünya ölçeğinde önünde bulduğu bütün meselelerin üstesinden kendi aklı ile gelebileceği öngörülerek din olgusu postmodern hayatın dışına itilmektedir.
Byung-Chul Han’a göre, dikkatli, uyanık olmak, yani kutsal şeyleri kollamak, bunların diğer şeylerden ayrı kalmasına özen göstermek anlamına gelen din kavramı üzerinden “dünyevileştirme” tanımı, bu dikkate karşı bilinçli bir özensizlik tavrı sergilemektir. *15 Rasyonel aklın galip gelmesi ile dünyadaki her şey insana has kılınmakta ve insanın dünya ölçeğinde önünde bulduğu bütün meselelerin üstesinden kendi aklı ile gelebileceği öngörülerek din olgusu postmodern hayatın dışına itilmektedir.
Bu bölümde Byung-Chul Han’ın “yorgunluk toplumu” olarak nitelediği toplumun katmanları din bağlamında ayrı ayrı ele alınacaktır.
Aşırı Pozitif Diyalektik ve Din: Byung-Chul Han’ın “pozitif yığılma” diyerek adını koyduğu aşırı pozitif diyalektiğin dinî alandaki uzantısının sekülarizasyon olduğundan söz etmek mümkündür. Bauman’ın da postmodern din üzerine yaptığı yorumlarda sekülerleşmeden söz ettiği düşünülürse, postmodernitenin insanları dinî aidiyet içinde olsunlar ya da olmasınlar seküler anlamda pozitif bir zeminde buluşturduğu ileri sürülebilir. Bu pozitif zemin, ortak din algısını geçerli kılmaktadır.
Han’a göre din bir olumsuzluk sistemidir; emirleri, yasakları ve ritüelleriyle olumluluğun alıp başını gitmesini önlemeye çalışır. Postmoderniteyle birlikte süregelen özgürleşme, sınırları aşma, ritüellerden arınma gibi durumlar sebebiyle olumsuzluk aşınmış ve aşırı bir olumluluk; genelleşmiş bir hafifmeşreplik, aşırı hareketlilik, tüketim, haber ve üretim yaratmıştır. *16
Aynının Cehennemi
Postmodern çağın araçsallıktan amaçsallığa dönüştürdüğü ve insanı kuşatan teknolojik hiper-evren, metafizik algıları tersyüz ederek insan eliyle üretilmiş bir maneviyatı, hislerden ibaret olan manevi ön kabullere tercih edilir hâle getirmiştir. Baudrillard’ın düşüncesinde karşılık bulduğu hâliyle simüle edilen postmodern Tanrı, gerçek Tanrıyı insanlar tarafından idrak edilemez kılmıştır. Makinenin pozitifliği insanı çepeçevre kuşatarak düşsel bir maneviyatın yerini gözle görülür, elle tutulur ve sınırları belli bir pozitif maneviyat almıştır. Bu durum, insanı Tanrı’nın önünde acziyet içinde eğildiği bir psikolojiden çıkararak kendi yönetiminde olan ve mantıksal açıklamalara indirgenmiş bir kader anlayışına ve rastlantısallık yerine dijital algoritmaya dönüşmüş bir hayat algısına yöneltmiştir.
Han’ın “olumluluk toplumu” adını verdiği “aynılık” karakteristiği içinde negatif unsurlardan arındırılmış aşırı pozitif hayat algısı, gerek Tanrısal belirsizlikleri gerekse kaderin öngörülemezliğini gündemden çıkarmaktadır.
Han’ın teolojik bir terminoloji ile “aynının cehennemi” olarak adlandırdığı, Baudrillard’ın da kavramsal evreninde estetik, politika, ekonomi ve cinsellik gibi alanlarda postmodernite açısından fraktal bir aşama olarak gördüğü ve bahsi geçen alanları trans-estetik, trans-politik, trans-ekonomi ve trans-seksüellik olarak kavramsallaştırdığı bu mantıksal dizge içerisinde dinî aidiyeti olsun olmasın insanların dinsel algılar bakımından eşitlendiği bu seküler ve aşırı pozitif aşamanın “trans-dindarlık” olarak adlandırılması kavramsal açıdan uygun görünmektedir.
Performans Toplumu ve Din: Byung-Chul Han’ın kavramsallaştırmasında kendi kendilerinin müteşebbisleri olan performans öznelerinden oluşan “performans toplumu” Foucault’nun disiplin toplumu tanımındakinin aksine yapabilme konusunda kısıtlanmış değil, yapma konusunda sınırlandırılmamış ve kendi hâline bırakılmış bir nitelik arz etmektedir. Bu durum, ister Marx, Weber, Foucault, Deleuze, Bauman gibi gelenekselden postmoderne bir silsile içinde antropolojik bir bakışla, ister Nietzsche’nin “Üstün İnsan”ından Arendt’in hayvanlaşan insan ve Baudrillard’ın makineleşen insanına doğru insanın dönüşümü bağlamında okunsun “Tanrı’nın ölümü” düşüncesi ile fitili ateşlenen ve sistematik düşünce olarak hümanistlerde ortaya çıkan insan aklının mutlak hâkimiyeti fikrinin yeni bir aşaması gibidir.
Byung-Chul Han, bu süreci uhrevî bağlantı olmaksızın ama teolojik bir bakışla hayatın kökten geçiciliği vurgusu üzerinden ele alarak içinde bulunduğu varoluşsal boşluğu insanın kendini unutacak denli performansa odaklanması şeklinde yorumlamaktadır.
Bauman’a göre postmodern insan, sınırlandıran vaizlere değil, “-ebilmenin pozitifliği”ni anlamlandırmasına yardımcı olacak kimlik uzmanlarına yani bir nevi tasdik edici pozitif performans kılavuzlarına ihtiyaç duymaktadır. Byung Chul Han ise bu kılavuzları günümüzün evanjelik vaizleri olarak adresleyerek menajer ve motivasyon antrenörü gibi hareket eden bu vaizlerin sınırsız performans ve optimizasyonun yeni İncilini vaaz ettiklerini söylemektedir. *17
Dünyevîleştirilen haz pratiği üzerinden oluşturulan postmodern pazarın aktörleri olan “kendini geliştirme” hareketleri, egzersiz, tefekkür ve iç yoğunlaşma yoluyla bedenin duyum potansiyelini geliştirme vaadiyle “deneyim-ötesi” bir işlev icra etmektedirler. Bauman’a göre böylelikle deneyim ve duyumsama da tıpkı öteki insani yetiler gibi teknik bir soruna indirgenmiş ve gereken kapasiteye ulaşmak, uygun tekniklerin izlenmesi meselesi hâline gelmiştir. *18 Böylelikle maneviyat, insanın elinde olan ve performansa büsbütün indirgenmiş dünyalık bir problem olarak nitelendirilebilecektir.
Performansa indirgenmiş maneviyatı aslına döndürmenin yolu insanın biricik deneyimi olan ve hiçbir şekilde kişisel gelişim türevi bir uyaranla artırılabilecek ya da azaltılabilecek seküler bir aşama öngörmeyen “derin sıkıntı”dan geçmektedir.
Derin Sıkıntı ve Din: Performansa indirgenmiş maneviyatı aslına döndürmenin yolu insanın biricik deneyimi olan ve hiçbir şekilde kişisel gelişim türevi bir uyaranla artırılabilecek ya da azaltılabilecek seküler bir aşama öngörmeyen “derin sıkıntı”dan geçmektedir.
Byung-Chul Han, “derin sıkıntı” ile ilgili olarak Walter Benjamin’e atfen “tecrübe yumurtasına kuluçkaya yatmış bir rüya kuşu”ndan söz ederken bunu maddi ve manevi zirve olarak ikiye ayırmaktadır. Han’a göre maddi zirve, uykuda yakalanırken, manevi dinlenmenin zirvesi de “derin sıkıntı”dan geçmektedir. “Dinlenme”nin ortadan kalkmasıyla, yoğunlaşmış ve derin dikkat istidadına dayanan “dinleme” kabiliyeti de yitirilmektedir. *19 Dinlenmenin ve dinlemenin ortadan kalkması ile insan maddî ve manevî olarak “başka”yı yitirmektedir.
“Dinlenme”, “derin sıkıntı”nın maddî zirvesi olan uyku ile ilintilendirilecek olursa dinlenmenin kaybolması, insanın rüya görmemesine yol açmaktadır. Rüya ile dünyanın dışına çıkabilen insan, rüyasızlığıyla “başka”yı yitirmiş, pozitif olarak gündelik hayatın dağdağasına hapsolmuştur. Bu durum performanstan yorgun düşmüş ve uykusunun kalitesizliği ile rüyasız kalan insanı ifade edebileceği gibi tasavvur ve hayal yoksunluğu ile gündelik hayatın rutin gündemleri içindeki kuru ve renksiz bir insana da karşılık gelebilecektir.
Diğer boyut olan “dinleme” ise yine “derin sıkıntı”nın bu kez manevî zirvesi ile düşünüldüğünde bu da insanın kutsala olan açık penceresi olarak görülebilecektir. Kutsaldan gelen iletiyi (öğreti ya da his) yitiren insan bu kez de manevî olarak “başka”yı yitirerek kendisine yani insana hapsolacak, böylelikle “Tanrı’nın ölümü” gerçekleşecektir. Bu da manevî anlamda gerçekleşen bir pozitif yığılmadır.
Maneviyat ve tefekkür gibi insanın anlam ufkunu dolduran güç ve imkânları negatiflik olarak gören Han, postmodernitenin bu iki negatifliği insanın elinden alarak onu pozitifliğe ve hiperaktiviteye maruz bıraktığından dem vurmaktadır.
Negatif Güç ve Din: Han, insanın negatif imkânı olmadan, yalnızca pozitif imkânla bir şeyleri algılaması hâlinde algının kendini zorla kabul ettirip insanı, hücum eden, uyaran dürtülere maruz bırakacağını ve bu durumda hiçbir maneviyatın mümkün olmayacağını savunmaktadır. “İnsan yalnızca bir şeyi düşünme imkânına sahip olsaydı, düşünce karşımızda duran şeylerde dağılır giderdi” diyen Han, bu sefer de tefekkürün mümkün olamayacağını ifade etmektedir. *20 Maneviyat ve tefekkür gibi insanın anlam ufkunu dolduran güç ve imkânları negatiflik olarak gören Han, postmodernitenin bu iki negatifliği insanın elinden alarak onu pozitifliğe ve hiperaktiviteye maruz bıraktığından dem vurmaktadır.
Han “negatif güç”e, “yapmamayı tercih ederim” cümlesi ile karakterize olan Kâtip Bartleby hikâyesi üzerinden içsel bir direniş anlamı yüklemektedir. Han’ın insanın kendini maneviyat ve tefekkürden alıkoyan pozitifliklere direnme potansiyeli olarak anlamlandırdığı ve performans toplumunda işleyecek olan şema, “negatif güç”ün bir sonucu olarak maneviyat ve tefekkürün canlanması ile insanın pozitiflikten ve hiperaktiviteden kurtularak anlam ufku ile buluşması ve içsel bir dinginliğe kavuşması ile hayatiyet kazanacaktır.
Yorgunluk Toplumu ve Din: Byung-Chul Han, Peter Handke’ye atfen içkin bir yorgunluk dininden söz etmektedir. *21 “Yorgunluk toplumu” tanımı gibi “yorgunluk dini” özdeşliği de iki boyutludur. Ancak Han, bunun müspet tarafına odaklanma eğilimindedir. Oysa Handke, ‘Yorgunluk Üzerine Deneme’ isimli kitabının başında bir kilise ayininde büyüklerle beraber cemaatin içinde yer almak zorunda kalmış bir çocuğun “iğrenç” ve “korkunç” olarak nitelediği acı bir yorgunluktan bahsetmektedir. Handke’nin resmettiği bu yorgunluk dini, bir çocuğun dinî bir mekânda ritüellerin zorlaması ile asıl çocukluk merkezine doğru özlemini ve sonradan suçluluk duygusuna yol açacak olan dinî hafızasını bir arada yansıtmaktadır. *22
Din Yorgunluğu
Byung-Chul Han’ın ortaya koyduğu hâliyle din yorgunluğu, “yorgunluk toplumu” kavramının müspet yorgunluk özelliğiyle örtüşür niteliktedir. “Yorgunum” diyebilmenin, insanı bireysel cehenneminden kurtaracak ortak haykırış olacağını savunan Han, menfi “ben yorgunluğu”nun karşısında konumlandırdığı müspet “biz yorgunluğu”nu bir aralık, yani “fark” olarak adlandırarak farkta kalan insanların “hiçbir şeyin egemen olmadığı ya da hiçbir hâkimin bulunmadığı” bir arkadaşlık mekânında olduklarını söylemektedir. Buradaki “fark” vurgusu, negatifin temsilidir. Toplumsal çeşitliliğin içindeki ahenk olarak da nitelendirilebilecek bu müspet yorgunluk, dinî hayat içerisindeki neşve olarak da anlaşılabilecektir. “Ben’deki azalma dünyanın çoğalması olarak dışarı çıkar” *23 diyen Han, âdeta diğerkâmlığı tarif etmektedir. Paylaşıldıkça çoğalan, birliktelikle artan bir bereket hâli olarak da okunabilecektir “biz yorgunluğu”. Her şeyi yapmaktan yorgun düşen insan için yapmamakla dinlenmenin önemini hatırlatır Han.
Han’a göre bahsedilen “fark” bir teneffüstür ve tanrısaldır; nitekim yaratımı sona erdirdikten sonra Tanrı, yedinci günü kutsal ilan etmiştir. *24 “Arkadaşlık zamanı”, “oyun zaman” gibi kavramları “biz yorgunluğu” ile özdeşleştiren Han, “oyun ve eğlenceden ibaret olan dünya hayatı”nı din ve neşveyi birlikte yaşayan bir dinî topluluğun müspet yorgunluğu olarak yorumlayarak postmodern insanın içinde bulunduğu açmazdan “birlikte yaşanan” bir din ile çıkabileceğini sezinletmektedir.
Yorgunluk Toplumu ve Eğitsel Yansımaları
Postmodernite ile birlikte ortaya çıkan paradigma değişiminin eğitim alanını dışarıda bırakması beklenmeyeceği gibi ortaya çıkan yeni dünya dinamiklerinin dünyadaki pek çok şeyi olduğu gibi eğitim yaklaşımlarını da etkileyeceği kuşkusuzdur. Bu kısımda Byung-Chul Han’ın “yorgunluk toplumu” katmanlarının eğitimle ilgili boyutları irdelenmeye çalışılacaktır.
Endüstri devrimi sonrası fabrikalarda üretilen birbirinin tıpkısı ürünler gibi eğitimin endüstriyel bir kurgu üzerinden zihinsel olarak birbirinden farkı olmayan bireyler yetiştirmeye hizmet ettiğinden söz etmek mümkündür.
Aşırı Pozitif Diyalektik ve Eğitim: Byung-Chul Han’ın tarifiyle aşırı pozitif bir diyalektiğin ve pozitif yığılmanın ortaya çıktığı postmodern çağda, “fark”ın yerini “aynı” almıştır. Bunun eğitim bağlamındaki yansımalarının da özellikle okul bünyesinde ortaya çıktığı söylenebilir. Endüstri devrimi sonrası fabrikalarda üretilen birbirinin tıpkısı ürünler gibi eğitimin endüstriyel bir kurgu üzerinden zihinsel olarak birbirinden farkı olmayan bireyler yetiştirmeye hizmet ettiğinden söz etmek mümkündür.
Diploma Enflasyonu:
Bireylerin eğitim çarkından diplomalarını almış bir biçimde ve “başarılı” olarak çıkmaları, onların her hâlükârda kendilerini bekleyen bir toplumsal konum ya da kendileri için ayrılmış, hazır bir işgücü pazarına yöneldikleri anlamına gelmemektedir. İstihdam konusu öngörülmeden oluşturulan bu pozitif eğitilmiş birey yığılması, eğitilmiş işsizlerin sayısının her geçen gün artmasına ve bireylerin uzmanlık alanları dışında işlerde çalışmaları sonucu mutsuzluk düzeylerinin yükselmesine yol açabilmektedir.
Helikopter Ebeveynler:
Han’ın aşırı pozitif diyalektiğinin postmodern dünyadaki yansımalarından birinin de ailedeki eğitim boyutuyla ilgili olduğu söylenebilir. Çocuklarının benzersizliğini düşünmeden onları takip edip talimat veren, aşırı korumacı ebeveyn olarak tanımlanan “helikopter ebeveynlik” çocuklara problem çözme ve karar verme becerilerini geliştirmeleri için yeterli imkânı sunmadan aşırı destek sağlayan anne-babaları ifade etmektedir. Yapılan araştırmalarda aşırı korumacı ebeveynler tarafından yetiştirilen çocukların, tıbbî bakıma ihtiyaç duyabilecek kadar endişe ve depresyona sürüklenebildikleri gözlenmektedir. *25
Eğitimin nicel bir kurguya dönüşmesi, göstergelerin nicel ifadelerle, notlar, sıralamalar ve ortalamalarla ifade edilmesi, mesleklere atanma sürecindeki sınavların bütünüyle bu kurguyla oluşturulması gibi faktörler, toplumun pek çok dinamiği gibi eğitimi de bir performans alanı hâline getirmektedir.
Han’ın aşırı pozitif diyalektiği, postmodern insanda sinirsel boşalma ve ret hâli içerisindeki patoloji olarak tarif ettiği hatırlanacak olursa, asıl tehlike bu tür korumacı anne-babaların postmodern dünyanın tanımına uygun, olumsuzluktan arındırılmış bir zemin üzerinde çocuklarının aslında felaketine yol açıyor olduklarıdır. Hayatın zorluklarına karşı kendi ayakları üzerinde durmaları için çocuklara fırsat tanımak, eğitim ve gelişim süreçleri açısından son derece önemlidir. Önlerinden bütün engeller kaldırılmış, hayattaki sorunlar bakımından aşırı pozitif bir akvaryumda yetiştirilen çocukların, hayatın gerçek yüzüyle karşılaştıklarında bocalayacakları da bir gerçektir.
Performans Toplumu ve Eğitim: Eğitimin nicel bir kurguya dönüşmesi, göstergelerin nicel ifadelerle, notlar, sıralamalar ve ortalamalarla ifade edilmesi, mesleklere atanma sürecindeki sınavların bütünüyle bu kurguyla oluşturulması gibi faktörler, toplumun pek çok dinamiği gibi eğitimi de bir performans alanı hâline getirmektedir. Performans öznesi olan öğrenciler, sürekli bir yarış hâlindedir. Yarışma her ne kadar negatiflik barındıran ve “başka”yı içeren bir durum olsa da, eğitim yarışında “başarı”ya ulaşmış eğitim özneleri olumlanarak başarısızlar ötelenmektedir. Böylelikle eğitim alanındaki pozitif yığılma, artan başarı ve nicel anlamda başarılı öğrenciler üzerinde görülmektedir.
Han’a göre sporda dopingin kullanımı nasıl ki sporu bir yarışma hâline dönüştürmüşse nicel başarının doping benzeri güdüsüyle motive olan performans öznesi, eğitimin nitel anlamından ziyade bir yarışmaya odaklanmaktadır. Performans, her şeyin diğer her şeyle uyumlu olmasını gerektiren farklılıkları gizlemektedir; böylece işler aynı ölçekte sıralanabilir ve herkes aynı standartlara karşı “hesap verebilir” olabilir. Bu da sıralanamayan şeye değer biçilmemesini ve belki de ortadan kaldırılmasını gerektirir. “Başka”nın ortadan kalktığı performans toplumunda başarı, Han’a göre artık başkalarıyla kıyaslanarak ölçülmemektedir. Performans toplumunda amaç ötekileri geçmek veya yenmek değildir; mücadele insanın kendine dönüktür. Kendi gölgesini geçme isteğine benzeyen bu rekabet ise ölümcüldür. *26 Bu ölümcüllüğü ise geçici ve yok hükmünde olan nicel başarı olarak anlamak mümkündür. Elde edilen rakamsal dereceler, gelinen konumlar, kazanılan başarılar yarışma düzleminde nicel olarak anlamlı olsa bile hayatta pratik bir karşılığı olmadığı sürece nitel bakımdan geçersiz ve insanın kalitesini artırmaya dönük olmaması boyutuyla geçici, hatta yok hükmündedir.
İ-Nesli
Jean M. Twenge, Z kuşağının bir önceki jenerasyonu olan Y kuşağını anlattığı ‘Ben Nesli’ kitabında Amerika’daki öz saygı eğitimine ilişkin oluşturulan okul programlarından söz etmekte ve “özel” olmayı arkadaşlık kurmaktan daha çok teşvik eden okul programları yüzünden, çocukların öz saygısını artırmak yerine, küçük narsistlerden oluşan bir ordu yetiştirildiğinden söz etmektedir. Ayrıca yazar; okul, aile ve medya tarafından gençlerin geleceğe yönelik sınırsız iyimserliklerinin eşit derecede yüceltildiğini anlatmakta, aşırı özgüven yüklenmiş ve geleceğe dönük sınırsız iyimserlik aşılanan öğrencilerin ortaya çıkan ben merkezli problemlerine çare olarak öz denetim üzerinde durmaktadır. *27
Yazar, Amerikan sosyolojik gerçekliği üzerinden Y kuşağının selefi olan Z kuşağını (kendi tabiriyle i-Nesli) anlattığı ‘İ-Nesli’ kitabında ise, kuşakların yetişmesiyle ilgili bir olumluluk trendinden söz etmekte ve bireyciliğin Bebek Patlaması kuşağında başlayıp X kuşağı tarafından geliştirildiğini ve Y kuşağında doruğa çıktığını söylemektedir. Fakat yazara göre i-Nesli, aynı yaşlarda iken Y kuşağı gibi aşırı güvenli bir iyimserlik sergilememekte, mutlulukları azalmakta ve bu kuşakta âdeta bir çöküş başlamaktadır. *28 Bu durum Byung-Chul Han’ın performans toplumunun patolojisi olarak ele aldığı tükenmişlik hâlinin Z kuşağındaki tezahürü gibidir.
Derin Sıkıntı ve Eğitim: Byung-Chul Han’ın “derin sıkıntı” olarak nitelediği derin ve yoğunlaşmış dikkat konusunda özellikle yeni nesil teknolojik ekipmanla hemhâl olan postmodern insanın büyük bir problem yaşadığından ve derin dikkatin yerini giderek hiper-dikkatin aldığından söz etmek mümkündür. Bu hiper-dikkat hâli içerisinde birden fazla işle meşgul olan postmodern insan, çoklu görev (multitasking) ile uğraşırken sürekli uyanık olmak ve bir şeye odaklanamadan başka bir uyaranı bertaraf etmek durumunda kalmaktadır.
Günlük yaşantılarında aynı anda pek çok işi bir arada yapmayı beceri hâline getirmiş olan Z kuşağı gençleri, internette gezinirken mesajlaşabilmekte, Instagram’a mesaj yazarken televizyon izleyebilmekte ve âdeta 24 saatten daha uzun süren işlerle meşgul oldukları için de daha az uyumaktadırlar. Twenge’in aktardığı rakamlara göre günde 7 saatten az uyuyan ergenlerin oranı %22 artmakta, yatmadan önce bir iletişim aracı kullanan çocuklarda olması gerekenden daha az uyuma ve verimli uyuyamama eğilimi daha yüksek, gün boyunca uykusuzluk çekme olasılığı da iki kat daha fazla olmaktadır. *29
Han’ın yaratıcı süreçler için oldukça önemli olduğuna dikkat çektiği “derin sıkıntı” kavramı, Z kuşağının teknolojik yaşantısı ekseninde eğitim ve hayata dönük olarak ironik bir biçimde derin bir sıkıntıya, yani derin bir probleme dönüşmüş durumdadır.
Bakmayı, düşünmeyi ve okuyup yazmayı öğrenme üzerine kurulu bu model içinde “bakmayı öğrenme” üzerinde duran Han, gözü “sükûnete, sabra ve kendine gelmeye-bırakmaya alıştırmak”tan yani gözü derin ve yoğun bir dikkate, uzun ve aşamalı bir bakışa ehil kılmaktan söz etmektedir. İlk başta “bakmayı öğrenmek” olarak başlayan bu süreç, Han’ın ifadesiyle “görmeyi öğrenmek”e evrilecek ve maneviyata giden ilk “okul öncesi eğitim” olarak adlandırılacaktır. Han’a göre insan, bir uyaran karşısında hemen tepki göstermemeli; engelleyici nihai dürtülere hâkim olmalıdır. Zira maneviyatsızlık ve bayağılık, bir uyarana karşı koyamamaktan, ona karşı hayır diyememekten ileri gelmektedir. *30
Negatif Güç ve Eğitim: Byung-Chul Han’ın “derin sıkıntı”ya ulaşabilmek için öngördüğü sükûnet ve sabır eğitimi içerisinde “hayır demenin önemi”ne değinmesi, “negatif güç” kavramını gündeme getirmektedir. Negatif gücün olmadığı yerde “eylem” olmayacak, eylem olmadığında yapılan işler tıpkı bir “işlem” hâlini alacaktır. Han’a göre postmodern dünyada işlemsel bir yığılma görüldüğü için insan hiperaktif ve hiper-nörotik performans öznesine dönüşmüştür.
Her gün devam edilen, belli saatler içerisinde, belli kurallar dâhilinde, sınavlardan belli notları almaya endeksli otomatik bir okul hayatı, öğrencileri de işlemsel birer figür hâline getirmektedir. “Nicel başarı”ya erişmek için test hatalarını minimize etmeye ayarlı bu performans yarışı, bilgisayar işlemcilerinin işlemsel olarak birbiriyle hız yarışına girmesi gibi öğrencileri ruhsuz bir rutinin içinde ayarlanmış ve programlanmış makinelere dönüştürmektedir.
Han’a göre hayatın ölçülebileceği ve nicelendirilebileceği inancı bütün bir dijital çağı yönetmektedir. *31 Eylemin ortadan kalktığı ve işlemin yoğunlaştığı bu durum, eğitim özelinde okulun rutinleri ile açıklanabilecektir. Her gün devam edilen, belli saatler içerisinde, belli kurallar dâhilinde, sınavlardan belli notları almaya endeksli otomatik bir okul hayatı, öğrencileri de işlemsel birer figür hâline getirmektedir. “Nicel başarı”ya erişmek için test hatalarını minimize etmeye ayarlı bu performans yarışı, bilgisayar işlemcilerinin işlemsel olarak birbiriyle hız yarışına girmesi gibi öğrencileri ruhsuz bir rutinin içinde ayarlanmış ve programlanmış makinelere dönüştürmektedir. Makine sisteminin doğru ve yanlışlar üzerine kurulu mantığı, eğitim alanında test tekniği ve nicel ölçme birimleri ile birleştiğinde öğrencinin kendine ait kararlar almasını ve biricik düşüncesi ile kendine özgü bir konum almasını imkânsızlaştırmaktadır.
Byung-Chul Han “negatif güç”ü, performans toplumunun karakteristiği üzerinden içsel bir karşı koyuş olarak yorumlamaktadır. Han, çözümü disiplin toplumunda cereyan eden Bartleby hikâyesindeki dışsal bir anarşide değil, hem müspet hem menfi anlamda yorumladığı “yorgunluk toplumu” düşüncesinde arayarak “negatif güç” dediği bu içsel karşı koyuşun akabinde dışsal bir açılımı gündeme getirmektedir.
Yorgunluk Toplumu ve Eğitim: Byung-Chul Han, yorgunluğu özetle “ben yorgunluğu” ve “biz yorgunluğu” olarak ikiye ayırmaktadır. “Ben yorgunluğu”nu performans öznesinin kendi içindeki tükenmişlik hâli olarak resmederken, müspet yorgunluk olan “biz yorgunluğu”nu ise birliktelik içindeki bir şevk, bir neşve hâli olarak ele almaktadır. Neticeye ulaşmış fiilî bir çalışmanın ertesinde ortaya çıkan tatlı bir yorgunluk olarak da yorumlanabilecek “biz yorgunluğu”, performans toplumunun içinde bulunduğu handikaptan kurtulabilmesinin bir yolu olarak görülebilecektir.
Byung-Chul Han’ın “biz yorgunluğu” içinde ele aldığı “oyun zaman”, “yorgunluk teneffüsü”, “arkadaşlık zamanı” gibi temalar da bir yönüyle eğitim psikolojisinin ele aldığı kadim meseleler gibi görünebilir. Fakat değişen toplumsal paradigma ve yeni nesil teknolojik gereçlerin postmodern insandaki karşılıkları ile birlikte düşünüldüğünde günümüz gerçekliğinde hâlâ işleyen geleneksel bir damar bulunduğu ve bu geleneksel araçların güncel bir biçimde ele alınmaya ihtiyacı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Han’ın performans toplumu reçetesi olan “biz yorgunluğu”nun eğitim yansımaları da özellikle postmodern okul ölçeğinde eğitim biliminin ve pratik alandaki öznelerin ilgi alanına girmek durumundadır. Postmodern zamanların genç bireyleri sayılabilecek Z kuşağının okulda da sanal ilişkilerden sahici arkadaşlıklara ve kendine mahkûm olmaktan çıkarak “başka” ile etkileşime yönlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Z kuşağı ile ilgili eldeki veriler her ne kadar iç açıcı olmasa da, cılızlaştığı ve kaybolmaya yüz tuttuğu varsayılabilecek ontolojik canlılığı artırarak sürdürmenin yolu, sosyal hayat kadar okulda da kurulabilecek sahici birlikteliklerden, oyun zamanlarında birlikte yorulmaktan, samimi arkadaşlıklardan ve beraber tatlı yorgunluk teneffüsleri üretmekten; kısacası okulu hayatla buluşturma çabalarını sürdürmekten geçmektedir. Teorik yoğunluğun ve nicel başarının belirleyici olmaktan çıktığı, okulun insan odaklı ve hayatın bir parçası olarak araçsallaştığı ölçüde eğitimin özlü bir işlevi olabilecektir.
Muhammed Fatih TURANALP*
Hemhâl’in notu: Bu yazı, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nin Aralık 2019 tarihli 48. sayısında yayımlanmış aynı adlı makalenin Hemhâl editoryası tarafından elden geçirilmiş ve kısaltılmış hâlidir. Makalenin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynaklar
1. Han, B.C. (2017). Yorgunluk Toplumu (3. basım; S. Yalçın, Çev.), İstanbul: Açılım Kitap.
2. a.g.e.
3. a.g.e.
4. a.g.e.
5. a.g.e.
6. a.g.e.
7. a.g.e.
8. Baudrillard, J. (1995). Kötülüğün Şeffaflığı (1. basım; E. Abora & I. Ergüden, Çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
9. Han, B.C. (2017). Yorgunluk Toplumu (3. basım; S. Yalçın, Çev.), İstanbul: Açılım Kitap.
10. a.g.e.
11. a.g.e.
12. Bauman, Z. (2011). Postmodern Etik (2. basım; A. Türker, Çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
13. Han, B.C. (2017). Yorgunluk Toplumu (3. basım; S. Yalçın, Çev.), İstanbul: Açılım Kitap.
14. Wright, A. (2004). Religion, Education and Post-modernity, London; New York: RoutledgeFalmer.
15. Han, B.-C. (2019). Eros’un Istırabı (1. basım; Ş. Öztürk, Çev.), İstanbul: Metis Yayınları.
16. Han, B.-C. (2017). Şiddetin Topolojisi (2. basım; D. Zaptçıoğlu, Çev.), İstanbul: Metis Yayınları.
17. Han, B.-C. (2019). Eros’un Istırabı (1. basım; Ş. Öztürk, Çev.), İstanbul: Metis Yayınları.
18. Bauman, Z. (2013). Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları (2. basım; İ.Türkmen, Çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
19. Han, B.-C. (2017). Yorgunluk Toplumu (3. basım; S. Yalçın, Çev.),İstanbul: Açılım Kitap.
20. a.g.e.
21. a.g.e.
22. Handke, P. (1991). Yorgunluk Üzerine Deneme (1. basım; C. Ener, Çev.), İstanbul: Pusula Yayınları.
23. Han, B.-C. (2017). Yorgunluk Toplumu (3. basım; S. Yalçın, Çev.), İstanbul: Açılım Kitap.
24. a.g.e.
25. Ganaprakasam, C., Davaidass, K. S., & Muniandy, S. C. (2018). Helicopter Parenting and Psychological Consequences Among Adolescent, International Journal of Scientific and Research Publications (IJSRP).
26. Han, B.-C. (2017). Şiddetin Topolojisi (2. Basım; D. Zaptçıoğlu, Çev.),İstanbul: Metis Yayınları.
27. Twenge, J. M. (2013). Ben Nesli (4. Basım; E. Öztürk Çev.), İstanbul: Kaknüs Yayınları.
28. Twenge, J. M. (2018). I-Nesli (1. Basım; O. Gündüz, Çev.), İstanbul: Kaknüs Yayınları.
29. a.g.e.
30. Han, B.-C. (2017). Yorgunluk Toplumu (3. basım; S. Yalçın, Çev.),İstanbul: Açılım Kitap.
31. Han, B.-C. (2019). Güzeli Kurtarmak (2. basım; K. Filiz, Çev.), İstanbul: İnsan Yayınları.
* Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi