Modern hayat ve popüler kültür ürünlerine yönelik tutumları bakımından iki dinî grup arasında bir farklılık var mı?
ABD’de Amişler var, orta çağ kıyafetleri ile yaşıyorlar ve teknolojiyi reddediyorlar. Buna benzer şekilde İsmailağa Cemaati’nin de söylemsel olarak modernlik karşıtı bir duruşu var ama bunun söylemsel bir duruş olduğunu da özellikle belirtiyorum ve bunu açacağım. Özellikle tercih ettikleri dış kıyafet hasebiyle o görüntüyü gerçekten yaşıyorlarmış izlenimi var fakat içeriden bakınca böyle olmadıklarını görüyorsunuz. O yüzden dışarıdan bakınca algılanan modernlik karşıtı tutumlarının büyük oranda söylem boyutuyla sınırlı olduğunu söyleyebiliriz.
Dışarıdan bakınca herkes tek tip siyah çarşaf giyiyor gibi görünüyor ama aslında herkesin farklı bir hikâyesi var. Bu yüzden modernlik karşısındaki tutumları aslında farklı farklı; yani kolektif, cemaatsel bir tutum var gibi görünüyor ama öyle değil, tamamen farklı. Bu tutum eşlerine, çocuklarının eğitim gördüğü ortama, maddî imkâna göre değişiyor ama söylem anlamında cemaatin modernlik karşıtı bir duruşu var.
İsmailağa Cemaati’nde modern dünyayla ilişkilenmeyi gerektiren durumlarla ilgili sürekli meşrulaştırıcı sebepler üretiyorlar; belirli durumları zaruret hâliyle izah etmek çok yaygın.
Meselâ Himmet Hülür’ün 1990’larda İsmailağa Cemaati ile ilgili bir makalesi var. Orada televizyonu Deccal diye adlandırdıkları, hiçbir şekilde televizyon alınmaması gerektiğini bağlılarına dikte ettikleri söylemler var. Bu doğru bir tespit, orta yaş üstü, 50 yaş üstü kadınların evinde televizyon yok. Ancak ev ziyaretlerine gittiğimde orta yaşlı veya gençlerin hepsinde televizyon olduğunu gördüm.
İsmailağa Cemaati’nde modern dünyayla ilişkilenmeyi gerektiren durumlarla ilgili sürekli meşrulaştırıcı sebepler üretiyorlar; belirli durumları zaruret hâliyle izah etmek çok yaygın. Meselâ bir kadının normalde yalnız bir yere gitmemesi, taksi tutmaması gerekir. Çünkü taksiciyle kadının yalnız kalmasını halvet olarak görüyorlar. Kadının 90 kilometrenin dışına arabayla gitmemesi gibi şeyler hep söyleniyor. Fakat hep bir zaruret hâli var. Meselâ zihinsel engelli çocuğu için taksi tutmak zorunda olan cemaat mensubu bir kadın bu durumu, ‘burası büyük şehir, kocam çalışıyor, çocuğumu ben götürmek zorundayım’ diyerek açıklıyor. Arapçada bir söz vardır: ‘Her şeyin bir istisnası vardır’ diye. Arapça kurallar dilidir ama o kavâidin içinde hep bir istisna vardır; ‘ama istisna olarak şöyle bir şey var’. Ben alanda çalışırken cemaatin bu tutumunu buna benzettim; evet kolektif bir duruşu var modernlik karşıtı ancak her şeyin de bir ‘ama’sı var!
Meselâ çok samimi bir diyalog paylaşayım sizinle: Bir hanıma dedim ki ‘kadınların araba kullanmasına karşısınız ama senin aklın alıyor mu? Benim eşim yok; gün boyunca, çocukları bir yerden almam lâzım, pazara gitmem lâzım. Şimdi ben bu arabayı kullanmazsam sizin bakış açınızla baktığımda minibüse, otobüse binsem erkeklerle daha çok muhatap olacağım, daha çok erkek göreceğim, daha çok erkek beni görecek’ diyorum. O hanım da şunu söylüyor: ‘Ben sizin özel durumunuzu bir Hocama sorayım’. Bu özel bir durum değil ki şehirde yaşayan birçok kadın bu durumda. Her şeyi bir zaruretle veya işte ‘ya senin durumunu şöyle de diyebiliriz hocaya’ gibi bir izah tarzı var.
Televizyon daha gençlerde var. Çocukları izliyor. Hatta programlar konusunda da çok bir seçicilik yok. Genç kızlardan Survivor izleyenler var; gülerek anlatıyorlardı hatta ‘nefsime uyuyorum, izliyorum’ diyorlardı. Müzikle ilgili tutumları daha ketum; yani ‘müzik dinlemek haram’ algısı hiç değişmemiş. Gençler de aynı şeyi düşünüyor. Sadece bir istisnası var; ‘O Ses Türkiye’ programına Resul diye bir çocuk çıkmıştı. Kendisini cenaze yıkayıcısı olarak tanıtmıştı. Onu takip etmiştim bir süre, ilgimi çekmişti; çünkü Resul’ün yaptığı rap müzikte değişik bir şey vardı. Eşi çarşaflıydı meselâ Resul’ün. Onun çıkışıyla bir kırılma gördüm. Televizyona karşı tutumlarında nasıl 20-30 yıl öncesine göre bir esneme varsa, Resul gibiler vasıtasıyla belki 20-30 yıl sonra cemaatin müzik ile ilgili tutumunda da böyle bir değişiklik olabilir.
Alışverişte kredi kartı ile ilgili daha ketum bir tutumları var. Kredi kartı kullanmıyorlar; Çarşamba’daki mağazalara girince dikkatimi çeken ‘kredi kartı geçerli değildir’ yazısı var birçok mağazada. Kadınlar için ayrı mağazalar var, kepenkli vitrinleri olan. Vitrinlerinde perde var, perdenin altına girerek vitrine bakabiliyorsunuz veya direkt içeri girip bakıyorsunuz. Erkek çalışan hiç yok. Cemaatin ürettiği ürünler var ve bu yüzden alternatif bir AVM aslında bu mağazalar. Çünkü kadınlara has alternatif giyim ürünleri de var.
Cerrâhîler Modern Yaşama Daha Entegre Bir Duruş İçinde
Modern giyim ürünlerine de bir karşıtlıkları var söylemsel olarak ancak onun da bir ‘ama’sı var. Meselâ son yıllarda erkeklerden gelen şikâyetler sebebiyle artık kadınların iç çamaşırı kullandığı ile ilgili şeyler paylaştılar.
Modernlikle ilgili şunları da ekleyebilirim: Sosyal medyayı pasif takipçi olarak hesap açarak kullanıyorlar ama Çarşaf-ı Şerif adında Facebook hesapları da var. Yine Çarşaf-ı Şerif diye Instagram’da satış sayfaları da gördüm. Cemaate has kıyafetler dikip satıyorlar. Genelde kendi isimleri ile değil de takma isimler kullanıyorlar, müstear isimlerle ve kendileriyle ilgili çok paylaşım yapmamaya çalışıyorlar ama genç kızlarda onu da biraz kıran bir eğilim var ki Sohbet Hoca’ları çok uyarıyor; ‘resimlerinizi paylaşmayın, gezip gördüğünüz yerleri, yediğiniz içtiğiniz şeyleri paylaşmayın’ diye.
Cerrâhîlerin modern yaşama entegre bir duruşları var. Zaten sinema, televizyon ve radyo ile iç içeler. İçlerinde oyuncular var, mankenler var, sinema-televizyon sektörüne senaryo yazanlar var; dolayısıyla modernlik karşıtı bir tutumları yok. Kredi kartı gibi şeylerin hepsini kullanıyorlar. Kadınların çoğu örtülü değil ve sosyal medya hesaplarında tatil yaptığı 5 yıldızlı otelde mayo ile fotoğrafı olan kadınlar var. Modernlik ile İslam’ı birbirine karşı görmüyorlar zaten. Hatta bir katılımcının sosyal medya hesabından bir paylaşımı vardı: ‘Ben hem Atatürkçüyüm hem demokratım hem laikim hem Müslüman’ım hem de geleneklerime bağlıyım; olmaz diyen varsa bakın oluyor, örneği benim…!’. Meselâ bu benim tekkede görüştüğüm bir hanımdı. Çünkü ara ara sosyal medya hesaplarını da takip ediyordum; günlük hayattaki yansıması nedir bu duruşlarının veya mensubiyetlerinin diye. Dolayısıyla modernlik karşıtı bir tutumları yok, tamamen modern hayatı benimsemiş durumdalar.
Bazı şeyleri daha modern yorumları benimseyerek izah edebiliyorlar. Biraz önce söylediğim müzik gibi meselâ. Musikî zaten Cerrâhîliğin özünde var. Kendilerinin meşkleri de var. Cerrâhîler, tekkeye bağlandıktan sonra müzik zevklerinin daha kaliteli yönde değiştiğini paylaşmışlardı. ‘Artık pop dinlemiyorum’ diyenler vardı. ‘Türk Tasavvuf Musikîsi dinliyorum, Sanat Musikîsi dinliyorum, klasik müzik dinliyorum. Bunları icra etmeye çalışıyorum. Ses eğitimi, şan eğitimi alıyorum’ diyenler vardı. Bunları söyleyebilirim modernlikle ilgili bakış açıları hakkında.
Bu iki dinî grubu ekonomik birer model olarak karşılaştırırsak neler söyleyebilirsiniz?
Cerrâhîlerle ilgili İsmailağa Cemaati kadar detaylı bir bilgiye sahip değiliz. Herkes orada bireysel olarak Efendi ile muhatap olur, herkese Efendi’nin verdiği derslerin veya Esma zikrinin farklı farklı olduğundan bahsedilir. Meselâ bir tane katılımcı bana ‘Efendi bana saatini sol koluna tak der ama sana sağa tak der; çünkü senin ona ihtiyacın vardır’ demişti, dolayısıyla bir bilgi almak çok zor; çünkü kendilerini kolektif tutum sahibi bir yapı olarak tanımlamadıkları için, cemaat değiliz kesinlikle dedikleri için, ekonomik olarak veya hangi sektörde hangi pazarda ne kadar varlar bilemiyoruz. Bazen satır aralarında bir dergiden bahsederken ‘bizim buranın dergisi’ dedikleri olmuştur.
Böyle bakarsanız İsmailağa çok daha büyük bir ekonomik pazar. Televizyonu da bir pazar olarak kullanıyorlar; meselâ sadece dinî tebliğ veya gruba has bazı programların yayıldığı bir yer değil orası. Meselâ kendi medreselerine, kendilerine yakın yardım derneklerine bağış topladıkları da bir yer televizyon ve radyo aynı zamanda. Kendilerine yakın iş adamlarının ürettiği Na’l-i Şerif, farklı muskalar, hilyeler, alternatif tıbbî ürünler, koku gibi onların daha çok doğal ürünler olarak gösterdikleri veya helâl sertifikası olan ürünlerin satışı da yapılıyor. Televizyonu reklam aracı ve bir pazar olarak tamamen benimsemiş oldukları görülüyor. İsmailağa’nın bu anlamda çok güçlü olduğunu, Türkiye çapında çok daha yaygın bir ekonomik yapı ve model olarak da bir varlığa sahip olduklarını çok rahatlıkla söyleyebilirim.
İsmailağa Cemaati’nin kadınla ilgili söylemlerinin gizli saklı bir tarafı yok. Zaten dışarıya da yansıyor, kitaplarında da var. Kadın, erkeğin gerisinde durması gereken, kamusal alanda bulunmaması gereken, ev dışında çalışmaması gereken, karma eğitimde yer almaması gereken bir profilde.
Ama Cerrâhîlerle ilgili böyle bir şey söylemem gerçekten çok zor. Dediğim gibi tahmin edilenden daha kapalı bir yapıları var. Çok küçük bir örnek vereyim size: Tekke kapalı devre yayınla bütün üyeler tarafından İstanbul dışından, zikir ve meşke gelemeyenler tarafından da izlenebiliyor. Bende onun şifresi yok çünkü biatlı değilim. Bu yüzden bire bir birçok şeye erişmeniz veya bilgi sahibi olmanız çok zor ama bunun dışında da bir bilgiye erişebileceğimizi zannetmiyorum. Modernlikle çok entegre oldukları için kamuda veya çalışma hayatında seküler-muhafazakâr ayrımı yapmıyorlar bence. Bu yüzden kendi aralarında bir klikleşme takip ettiklerini zannetmiyorum.
Meselâ buna şu bir işaret olabilir: ‘Boykot ettiğiniz bir ürün var mı?’ -Yahudi malı, İsrail malı olarak bilinen, ABD ekonomisini çok desteklediği düşünülen belirli ürünler- diye her iki gruba da sormuştum. İsmailağa’da bu eğilim çok baskın; ‘şunları kesinlikle almam, şunları kesinlikle içmem, şu deterjanı kesinlikle kullanmam. Bunun direkt İsrail’e gidiyor gelirleri…’ Ama Cerrâhîlerdeki yaklaşım şuydu: ‘Onun fabrikası zaten benim ülkemde kimi neden boykot ediyorum’. Bu yüzden ‘kendi aramızda bir ekonomik yapılanma kuralım’, ‘hadi kardeş firmalarımız olsun’, böyle bir bakışlarının olduğunu çok sanmıyorum.
İsmailağa ve Cerrâhîliğe mensup kadınların, İslam’da kadının konumuna dair görüşleri nelerdir? Bu çerçevede sözünü ettiğimiz dinî zümrelerin tasavvuf anlayışları ne ölçüde belirleyici?
İsmailağa Cemaati’nin kadınla ilgili söylemlerinin gizli saklı bir tarafı yok. Zaten dışarıya da yansıyor, kitaplarında da var. Kadın, erkeğin gerisinde durması gereken, kamusal alanda bulunmaması gereken, ev dışında çalışmaması gereken, karma eğitimde yer almaması gereken bir profilde. Çıktığı televizyon programlarında da grubun önemli figürlerinden biri olan Ahmet Mahmut Ünlü’nün bu konudaki söylemini aktarayım: ‘Erkek çalışan olmasa, erkek hoca olmasa kadın her yerde okuyabilir’ diyor. Dolayısıyla saklamıyorlar bu konudaki görüşlerini.
Cerrâhîler daha şehirli oldukları için hayatın içindeler. Hepsi okumuş insanlar. Görüştüğüm kadınlardan en düşük seviyede eğitim alan bir kişi vardı, o da lise mezunu, okumak isteyip de okuyamamış orta yaşlı bir kadındı. Onların ‘kadın erkek ayrı olsun’, ‘kadın okumasın’, ‘kadın şurada bulunmasın’ diye bir tutumları yok.
Aslında farklı ifadelerle de olsa bu konuda Efendi’nin söylemlerinin İsmailağa’da kullanılan söylemlere yaklaşan tarafları da var. Tezde belirtmiştim bunu, ancak tezde kullandığım linkleri kitapta kullanamadım çünkü link yok artık, kaldırılmış. Meselâ, Efendi’nin şöyle söylemleri vardı: ‘Kocasına bir bardak su vermiyor ama patronuna hizmet ediyor. Kadının çalışmaması gerekir, evde üretmesi gerekir. Peygamber hanımları çalışıyorsa herkes çalışabilir ama Peygamber hanımları evde üretiyordu, evde çalışıyordu’. Bu gibi söylemler vardı internetteki kaynaklarda ama şu anda yok. Bir tek Kübra Par’la röportajına ulaşabilirsiniz. Efendi’nin hamile kadınların dışarda gezmemesi ile ilgili söylemleri o röportajda da var.
Cerrâhîler ve İsmailağacılar Söylem Farkı Olsa da Kadınlar Konusunda Benzer Düşünüyorlar
Meselâ tekkede duymuştum bunu: ‘Din sana başını ört, belden aşağısını aç demiyor’ diye pantolon giyen kadınları eleştiriyordu. Orada taytlı olanları da gördüğüm için bunu özellikle sordum tekkedeki hanımlara. Bir babanın kızını şefkat ile uyarması olarak algılıyorlardı, hiç alınmıyorlardı, yadırgamıyorlardı. Söylem olarak İsmailağa’dan çok farklı değil aslında, sadece Efendi bu işi modernize etmeyi veya modern kadınlara hitap ederken seçeceği kelimeleri daha iyi biliyor. Bir örnek vereyim: ‘Tekkede kadınlar, erkekler neden ayrı? Neden kadınlar üst katta? Neden erkeklerle aynı ortamda zikir yapamıyorlar?’ diye Batılı bir araştırmacının sorduğu bir soruya cevaben Efendi diyor ki: ‘Onlar bizim başımızın tacı, bak başımızın üstüne koymuşuz; üst kattalar’. Kadınlar bunu yorumlarken, ‘ya şu bakış açısına, şu bakış açısındaki inceliğe, derinliğe bakar mısın?’ diyorlar. Mest oluyorlar cevabına. Yoksa fikir olarak çok farklı düşünmüyor.
Meselâ bir Bursa sohbetinde dinlemiştim: ‘Ben nasıl kızımın çalışmasına kıyamıyorsam, kızı bir telekomünikasyon firmasında üst düzey yönetici- sizlere de kıyamıyorum, çünkü benim kızlarımsınız’ diyor. Buna kadınlar şöyle bakıyorlar: ‘Bizi çok sevdiği için kıyamıyor diyorlar; çünkü oradaki işe de yetişiyorsun, eve geliyorsun yemek yapıyorsun, çay yapıyorsun, su istiyorlar, su veriyorsun. Yazık orada da yoruluyorsun, burada da yoruluyorsun’. Ama İsmailağa’daki gibi ‘kadının yeri evidir’ ya da ‘kadınlar evinin dışında çalışmamalıdır’ tarzında söylemlerle ifade etmiyor bunu. Kadının kendisini merkeze alarak, onun o modern hayatta karşılaştığı güçlüklerin farkında olarak bir söylem geliştiriyor, bu yüzden batmıyor. Yoksa bakış açısında çok bir farklılık yok aslına bakarsanız.
Cerrâhî grubuna mensup kadınların çoğu araba kullanan, ekonomik özgürlüğü olan, karma eğitim almış. Üniversitede de karma eğitim olması gerektiğini, her şeyin karma olması gerektiğini, bunun bir edep işi olduğunu söylüyorlar. Çünkü kendileri oradan geliyor. O karma ortamı bildikleri için yadırgamıyorlar. Sadece benim dikkatimi çeken şu olmuştu; erkeğin ekonomik olarak eve bakmakla yükümlü olmasından çok memnunlar, bunu eleştirmiyor hiç kimse. Yani kadın-erkek arasında ekonomik eşitlikten bahsetmiyorlar. Diyorlar ki: ‘Bu Allah’ın bana verdiği bir hak, mümkünse paramı almasın’. Modern değerlerle muhafazakâr değerleri bu şekilde birleştirmişler diyebilirim.
İsmailağa Cemaati, erkeği evin reisi olarak görüyor ama dediğim gibi bu da söylem bazında, pratikte yansıması çok farklı. Bir sohbette meselâ, ‘evin reisi kimdir’ dedi hoca. Kadınlar dediler ki, ‘erkekler’. ‘Peki gerçekte kimdir?’ diye sordu gülerek. ‘Kadınlar‘ diye cevap verdi hanımlar. Yani evi yöneten aslında kadındır ama kocanızın suyuna gidin: ’Tamam sen bilirsin, sen yaparsın deyin ama yine de bildiğinizi yapın’. Altta verilen mesaj budur.
Kadınların araba kullanması ile ilgili biraz önce söyledim hep bir zaruret veya bir açıklama hâlindeler ama genelde karşı olmalarını şöyle açıklıyorlar: ‘Trafik erkeğin alanıdır. Kadınlar trafikte yavaş kullanır, yanlış kullanır, erkeklerin küfretmesine, günaha girmesine sebep olur; bu yüzden kullanmamalıdır ya da erkeklerle muhatap olur, arabası bozulur, tekeri patlar; bu sefer bir erkekle muhatap olacak, gerek yok… Kadınlar makam aracı gibi arka koltukta arkada otursunlar. Peygamber olsaydı kızını arabaya bindirir, araba kullanmasına izin verir miydi şimdi. Mahmut Efendi Hazretleri arabanın arka kapısını açar, karısı arka koltuğa oturur’ diyorlar. Yani bir ihtiyaca binaen araba kullanmak seçeneğiyle ilgili hiçbir yorumları yok. Genelde hep böyle ‘kadın arkada otursun, kıymetli olan odur, makam şoförü kocası onu götürsün getirsin’ şeklinde kadına bir hürmet var gibi anlatıyorlar bunu. Kadın için bir mahrumiyet veya özgürlük kısıtlaması değil de aslında ‘kıymetli bir şeydir; o yüzden biz onu trafiğe, erkeklerin içine atmıyoruz, erkeklerin alanına sokmuyoruz’ bakış açısı var.
Meselâ Hz. Ayşe’nin ordu komutanlığı yaptığı, on bin askere komutanlık ettiği gibi bilgiler gündeme getiriliyor mu?
O bilgi hiç gündeme getirilmiyor muhtemelen. Ama çok dikkatimi çekmişti, bir tane Hoca Hanım vardı. Sanıyorum Güngören veya Esenler’deydi. ‘Şimdi’ diyor, ‘Peygamber gelse kızı Fatma’nın araba kullanmasına izin verir miydi?’ diye soruyor ve ‘vermezdi’ diyor direkt. Meselâ düşünme payı bırakmıyor insanlara. Çarşamba’da da birisi ‘bizden de otomobil kullananlar var ama onlar yaşlı hoca hanımları taşıyorlar’ demişti. Yine Peygamber’in hayatına bir referans veya atıf yoktu, çok şaşırmıştım ama soramıyorum da tabii direkt, onunla mülâkat yapmadığım için.
Söylem ve uygulama her yerde uyuşmuyor ama Cerrâhîler’de söylemde de uygulamada da aynılık var. Modernlikle entegre olmuş, kadınların modern hayata entegre olmasına da alan açmış bir yapı.
Cübbeli Ahmet Hoca da bunu çok kullanıyor. ‘Kadınları mescitlerden alıkoymayınız’ hadisi var. ‘Neden kadınların camiye gitmesine karşısınız?’ sorusu sorulmuştu televizyonda: “Peygamber şimdiki ortamı görseydi bırak mescidi, sokağa çıkmalarına izin vermezdi, şu fitneyi görseydi” diyor. Kadınların camiye gitmelerine de karşılar. Özetle şöyle: ‘Kadının namaz kılacağı yer evidir. Mümkün olduğunca dışarıya çıkmamalıdır, alışverişte bile çok az kelime ile konuşmalıdır. Konuşmasına bile gerek olmayabilir, marketlerde her şeyin rafı var. Kasaya gelirsin, parasını verirsin, sesini duymasına bile gerek yok kimsenin’. Daha büyük yaştakiler böyle düşünüyor ama meselâ Çarşamba pazarında günde 2-3 defa beraber turladığımız orta yaşlı ablalar da vardı, onlar daha rahat.
Dediğim gibi söylemde böyle ama pratik hayata girince tamamen insanların şartlarına göre değişkenlik arz ediyor. Meselâ daha Batılı hayat tarzına sahip bir erkekle evli bir hanım vardı. Onun evi çok daha farklı, alafranga tuvalet kullanıyor; ama sorduğunuzda, söylem olarak bunları yanlış bulduğunu söylüyor veya karşıt bir duruşu var. Dolayısıyla söylem ve uygulama her yerde uyuşmuyor ama Cerrâhîler’de söylemde de uygulamada da aynılık var. Modernlikle entegre olmuş, kadınların modern hayata entegre olmasına da alan açmış bir yapı.
Bir tek seyahatle ilgili dikkatimi şu çekmişti. İsmailağa’da zaten 90 kilometre dışına bir kadın asla yalnız çıkamaz, çünkü Hoca’ları da böyle söylüyor televizyonlarında. Ama Cerrâhîlerde daha özel bir fetva vardı. ‘Zaten Efendim var. Efendim’den yol desturu alırım giderim’ diyor. Yine meselâ fıkhî, İslamî bir modern yorumu tercih etmekten ziyade kendi grubuna has bir izahla söylüyor; bu da ilgimi çekmişti. Birkaç kişi de ‘o zamanki koşullarda güvenlik yoktu, deveyle atla yolculuk vardı. Şu anda araba var, uçak var’ diyen oldu. Ama meselâ bireysel olarak, ‘benim için böyle bir problem yok, zaten benim Efendim var, Efendimin desturu olunca giderim’ veya ‘bu grupta birileriyle zaten aramızda haramlık helâllik meselesi olamaz, biz zaten ihvanız’ gibi grup kavramları ile gruba has şeylerle cevap vermişlerdi.
Bunda biraz şu da etkili: İsmailağa Cemaati, Menzil ve Süleymancılık gibi gruplar biliyorsunuz kendilerine has karakteristik özellikleri sebebiyle ana tarikattan ayrı bir akımı da temsil ediyorlar. Meselâ İsmailağa da Nakşibendilik’ten besleniyor, ancak o kendilerine has gruplaşmanın içinde, beslendikleri ana tarikattaki o mistik kavramlar biraz erimiş; yani böyle sufî tarafını az hissedersiniz gidince sohbetlerinde. Ama bu tarafta Cerrâhîlerde ciddi bir sufî yönelim var, sufî yorumlar var. Bu yüzden bu tür şeyleri basit mevzular, günlük şeyler olarak görürler. Bunlar hakikat arayışında mevzubahis olamaz, ‘bunları mı konuşacağız şimdi’ gibi bir tavırları olabilir. O yüzden grubun sosyoekonomik seviyesi, beslendikleri memleketlerin de etkisi var. İsmailağa Cemaati’nin çoğunluğunun Karadenizli olmasını da göz önünde bulunduralım, kadın-erkek ilişkilerine bakarken. Bu da bence bu kurumu anlamak açısından önemli bir detay.
Cerrâhîler Sanat-Kültür Alanında, İsmailağa Cemaati Ekonomik Alanda Daha Etkili
Cerrâhîlerde bu kadar homojen bir memleket yönelimi yok; daha karma daha İstanbullu olmuşlar artık. Bu yüzden Cerrâhîler’de kadının İslam’daki yeriyle ilgili şöyle bir tanımlama yapabilirim: Hem modern değerleri benimsemiş ama muhafaza ettiği şeyler de var; kısmen de gelenekçi diyebilirim o yüzden. Ama İsmailağa Cemaati söylem olarak katı gelenekçi ve bunu korumaya çalışıyor. Çünkü cemaati ancak buradan koruyabilir. Kadınlar dışarıya çıkmaya başladığı anda cemaatin ana omurgası sallanır -bence sallanmaya başlamış gençler nezdinde zaten-. Bunu başka türlü koruyamaz, ancak kadınları burada tutabilirse koruyabilir.
Her tarikat, belirli ölçülerde izole yapılar hâlinde örgütleniyor; sizden bu iki dinî cemaati geniş kesimlerle ilişkilenme tarzları açısından karşılaştırmanızı istesek bize neler söylersiniz?
Cerrâhîler bir cemaat olmadıkları için iki grubu karşılaştırma kriterlerimiz de aynı olamaz. İsmailağa Cemaati benim gözlemlerime göre, eskiden daha çevrede bir grup iken şu anda var olan siyasi ortam sebebiyle daha merkeze yerleşmiş durumda. Bu cemaate bağlı olmayan insanlar bile medya sebebiyle cemaatin önde gelen figürlerini tanıyorlar. Cemaate bağlı olmasalar bile o figürlerin bazılarını esprili bulup, dinî söylemleri sebebiyle ‘evet doğru söylüyor’ diye dinleyen insanlar da var. Ayrıca İsmailağa’nın nüfuz alanı daha geniş gördüğüm kadarıyla. Tabii bu tür gruplar ile ilgili bir nüfus sayımı veya sayısal veriye ulaşmak öyle çok kolay değildir. Zaten Türkiye’de böyle sayısal veri üzerinden tespit yapmış bir çalışmaya rastlamadım.
Cerrâhîler ise çok lokal. Bu gruba mensup bir insanın yakın çevresinde hiç kimse onun Cerrâhî olduğunu bilmeden yıllarca onunla bağlantı kurup yaşayabilir; çünkü o bunu sadece kendisinin nefsî arınması, nefis mertebelerinde yükselme süreci, Allah’la arasındaki bir manevî bağ olarak gördüğünden dolayı insanlara bunu anlatma ihtiyacı duymayabilir. Yakın arkadaşları bilir veya gruptan arkadaşları bilir, o kadar. Ama İsmailağa Cemaati’nde öyle bir lüksünüz yok; bir kere kılık kıyafet ele veriyor kendini. Azınlıkta olsa da çarşaflı olmayan ama grubun içinde olan insanlar var tabii.
Ayrıca İsmailağa Cemaati’nin Türkiye çapında sayısal ve ekonomik olarak çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bağlıları, mürit ve müridelerinin yanında ekonomik varlık ve güç olarak veya belli alanlarda kadrolaşabildikleri için İsmailağa Cemaati’nin nüfuzu çok daha geniş. Ama Cerrâhîlerin de şöyle bir yönü var -mukayese kriterlerinin farklı olması gerekir dediğim durum bu belki-: Onlar sanat ve sinema gibi sektörlerde varlık gösteriyorlar. Onların etkinlik alanları da orası; dolayısıyla yayıldıkları yerler veya etki ettikleri alanlar farklı diyebilirim. Sayısal anlamda veya hitap ettikleri kitle anlamında arada çok büyük fark var.
Bir kere Cerrâhîler çok elitist, yani yoldan geçen herkes İsmailağa Cemaati’nin kapısından girip cemaatin her şeyine katılabilir, ama yoldan geçen herkes Cerrâhîler’in her şeyine katılamaz. Dolayısıyla seçkinci bir yapıları var. Oraya giden bir insanın belli vasıfları olması lâzım. Meselâ İsmailağa’da isteyen herkes sohbetlere gelip sonrasında ben intisap etmek istiyorum deyip, sonrasında kabul görebilir. Oradaki hocalar istihareye yatıyor katılmak isteyen kişinin tarikatta ders alıp alamayacağına dair. Yani İsmailağa’da, ‘sen olmamışsın daha, git bir 3 sene sonra gel’ gibi bir usül yok. Cerrâhîler’de Efendi uygun görene kadar muhip olarak geçirdikleri bir evre var. O yüzden Cerrâhîler daha lokal, daha yerel ama daha seçkinci ve daha farklı sektörlerde varlık gösteren bir grup. İsmailağa Cemaati, daha halk dindarlığının, popüler dindarlığın tezahürlerini çokça gördüğümüz bir grup. Bu yüzden de halktan sayısal olarak çok daha fazla bir kitleye hitap ediyor diye düşünüyorum.
İsmailağa Cemaati’nin hedef kitlesi daha içe dönük, daha itaatkâr, bireyci değil de daha yönetilmeye müsait insanlar. Çünkü okumaya başladığı anda, farklı şeylerle tanışmaya başladığı anda ister istemez otomatikman sorgulama başlayacak.
Bu iki dinî zümreyi müntesiplerinin sınıfsal konumları itibarıyla ele alırsak ne tür farklar ayırt ederiz?
İsmailağa’nın daha zahirci bir yapısı var ve bu yüzden çok eğitimli olmayan, okumayan ve farklı dünyalarla irtibatı kısıtlı insanlara hitap edebiliyor. Dolayısıyla bağlıları farklı bir sosyokültürel çevreye girdiği anda sorgulamaya başlıyor zaten yapıyı. Meselâ annesi istemese bile babası okutmaya çalışmışsa bir kızı, okula başladıktan sonra -o gittiği okul İmam Hatip Lisesi bile olsa- eksiklerini görmeye başlıyor veya cemaatteki bazı söylemlerin kendilerini sınırlandırdığını düşünüyor. O yüzden açık liseden İmam Hatip diploması almaya çalışıyor kızlar. Buna çok karşı hocalar ve çok ciddi anlamda kızları uyarıyorlar: ‘Sakın diploma almayın, sizin diplomaya ihtiyacınız yok, gitmeyin. Sınavda olsa bile erkek hocanın sizi görmesi haramdır’ diye.
Mülâkat yaptığım böyle 3-4 kız vardı. İmam Hatip Açık Lisesi ve İlahiyat Fakültesinde okuyorlardı. Onlar özeleştiri yapabiliyorlardı. Dolayısıyla başka bir çevreye girdiği anda müntesibi, bu özeleştiriyi engelleyemez cemaat erki. İsmailağa Cemaati’nin hedef kitlesi daha içe dönük, daha itaatkâr, bireyci değil de daha yönetilmeye müsait insanlar. Çünkü okumaya başladığı anda, farklı şeylerle tanışmaya başladığı anda ister istemez otomatikman sorgulama başlayacak.
Cemaat içinde üretilen bilgiyi kontrol ederek grubun sürekliliğini ve istikrarını sağlamaya çalışmaları sizce skolastik bir tavır değil mi?
Kitapta bu konuyla ilgili ‘Enformasyon Kontrolü’ adında bir başlık var. Evet, direkt kontrol ediyor bilgiyi, eğer kontrol etmezse elinde var olan kitleyi kaybedecek. Size bir tane örnek vereyim, bir gün İsmailağa’dan bir teyzenin evine gitmiştik. Masanın üstünde Mevdûdî’nin ‘Tehfimu’l Kur’an’ı var. Şimdi bu bana çok ilginç geldi. ‘Bu kadın nasıl bunu okuyor’ dedim.
Çünkü sohbetlerde Mevdûdî, Seyyid Kutub ve Mısır İhvan Hareketinin ehlisünnet olmadığı ile ilgili çok güçlü söylemler var. Sürekli bunların kitaplarını okumayın, tefsirlerini okumayın deniliyor hocalar tarafından. ‘Bu teyze bunu nasıl okuyor’ dedim. Tabii bunu direkt soramadım. Kızıyla birkaç hafta sonraki bir buluşmamızda- kızı açıktan ilahiyat okuyor- dedi ki ‘annem ‘Tehfimu’l Kur’an’ın Mevdûdî’nin olduğunu bilseydi okumazdı. Oradaki Arapça yorumlar, o Arapça ifadeler, cümleler, tercümesinden de olsa hoşuna gitmişti’. ‘Neden okuyor peki?’ diye sorduğumda ‘annem şimdi bilmeden okuyor. Bu hafta hocadan duydu, artık onu okumayı bırakır’ demişti.
Yani aslında okurken çok keyif aldığı bir şeydi, çok hoşuna gitmişti ama onun ehlisünnet dışı bir yönelimden olduğunu öğrenince hocadan, artık okumadı. Buradan da anlayabiliriz bence. Farklı görüşten bir şeyle karşılaştığı anda zaten orayı ketlemesi istendiği için bırakıyor. Ama o genç kız 20’li yaşlarında ve özeleştiride bulundu: ‘Bizim cemaatte işte böyle, kafamız kayar, itikadımız bozulur diye bize yabancı bir şey okutmuyorlar’ demişti. Meselâ aynı kız şunu demişti: ‘Annem bunu seninle paylaştığımı bilse kızar bana’. Çünkü annesi benim araştırmacı olarak onun özeleştiri yaptığını bilmemi istemeyecek. Cemaatin içinde gruplaşmalar ile ilgili eleştiri yapabilen kadınlar da çok az. Genç kızlar yapıyor genelde. Bu yüzden dinî bilgiyi kendilerinden başka yerlerden hiçbir şekilde öğrenemeyecek bir kitle tercihleri var. Sadece burada öğrensin, buradan beslensin ve söz dinlesin. Söz dinlemiyorsa, onların çizdiği sınırların dışına çıkıyorsa zaten riskli.
Cerrâhîler bence modern kentte biraz daha anlam arayışı içinde olan, modern bunalımların içinde kaybolmaktan korkan, aileden dolayı da tasavvufî bir aşinâlığı olan insanların kitlesi. Çünkü tezi yazarken ‘Yeni Dinselleşme Eğilimleri’ diye bir kitap okumuştum. Bu kitap herhangi bir din olmadan kutsala yönelişi ve maneviyat arayışlarını ele alıyordu. Buradan baktığım zaman şunu düşündüm; meselâ bir yoga eğitmeni var tekkede. Yoga yaptırıyor sosyal medya ortamlarında. Dünyası çok farklı gibi dışarıdan. Bu kadın bu tür maneviyat arayışları içinde de olabilirdi, neden burada? Sonra şunu fark ettim; kayınvalidesi tekkenin müntesibi, dolayısıyla bir şekilde eşinden dolayı İslam dairesi içinde kalmaya çalışıyor. Bir maneviyat arayışı var ama ibadetlerle çok hemhâl olamayabilir, kıyafetlerini çok uyduramayabilir oraya; çünkü Efendi’nin çok eleştirdiği kıyafet tarzıyla 9 ay hamilelik boyunca hamilelik yogası dahi yaptırdı -takip ediyordum sosyal medya platformlarından- ama orada eleştirilmiyor, hiç kimse onu kıyafetlerinden dolayı yargılamıyor, ötekileştirmiyor, ‘neden buraya ojeli geldin’ demiyor, ‘neden taytla geldin’ demiyor.
Cerrâhîler Spiritüel Arayışlara Daha Yakın Bir Dinî Grup
Ben tekkeye akşam ezanından önce gidiyorsam gelen kitleyi görüyorum. Birlikte yolda yürüdüklerimiz, sohbet ettiklerimiz oluyor. Giyim olarak oldukça modern kadınlar. Orada örtü örtüyorlar. Çıkarken bakıyorum bindikleri arabalara, aralarındaki diyaloglara, gerçekten çok farklı bir kitle. Yani Nişantaşı’nda, Galata’da vakit geçiriyor ama akşam tekkeye gidiyor, kendileri de böyle anlatıyor: ‘Müslüman her şeyin en iyisine lâyıktır, neden ben oralarda alışveriş yapmayayım, neden oralarda oturmayayım’ diyorlar.
Ama aslında spiritüel arayışlara da spiritüel gruplara da gidebilecek, temayül edebilecek bir yapı fakat röportajın başında söylediğim gibi anneden veya aileden kaynaklı bir tasavvufî yönelim var. Dolayısıyla anneleri ile birlikte çocuklukları da İslam çizgisinde bu coğrafyanın değerlerinin içinde kalıp din dışı spiritüel arayışlara da yönelmemişler. Ama şuna dikkatinizi yine çekeyim; orada da dinî bir okuma yok. Kitap okuma var ama çoğunlukla dinî değil; yani mistik, tasavvufî çerçevede. Dolayısıyla fıkıh okuyayım, İslam tarihi okuyayım ya da sosyoloji, antropoloji okuyayım böyle bir yönelim az.
Cerrâhîler’e bağlanmamış olsalar New Age bir spiritüel deneyime kayabilecek bir kitle o zaman?
Evet, çok rahat kanalize olabilecek bir kitle ama olmamış ve bunu çok büyük bir lütuf ve ikram olarak görüyor, çok kıymetli buluyor; ‘seçilmişim buraya gelmişim, ne büyük bahtiyarlık’ diyor. Son olarak şunu söyleyebilirim: İsmailağa’da grubu ve grup liderlerini çok yüceltme var. Cerrâhîler’de ise grup üzerinden kendisini seçilmiş görme eğilimi var. Dolayısıyla ikisinde de grubu önceleme tavrı var ama hareket noktaları farklı; İsmailağa’dakiler dünyada var olan en büyük müceddidin ve yegâne Evliyaullahın grubu olduğu için oradalar, ama Cerrâhîler birey merkezli, ‘ben seçilmişim, ne büyük bahtiyarlık’ diye bakıyorlar.
Dinin zahirî/batınî tarafına yaklaşımları açısından ne tür farklılıklar gösteriyor bu iki dinî grup?
İsmailağa çok zahirci. Bütün ayetleri, hadisleri ve içtihadî konuları ciddi anlamda zahirî olarak ele alıyorlar. Şartların değişmesinden dolayı hükmün değişmesini hiç gündeme getirmiyorlar. Tasavvufî olarak ikisi de aslında batınî konulara fazlaca önem veren ekollerden besleniyorlar ama İsmailağa’nın kendine has bu fıkhî detaycılığı Nakşiliğinin önüne geçmiş. Zaten cemaat yapısını da öyle kazanmış. Hem örtüde hem temizlik şartlarında hem de ibadetlerinde o fıkhî detaycılığı görebiliyorsunuz. Dolayısıyla batınî yorumlara İsmailağa’da neredeyse hiç rastlamadım. Allah aşkına, peygamber aşkına ilişkin kimi yorumları ya da ‘aşıklar burada mısınız?’ tarzında hitaplar duydum ama sohbetlerde batınî bir yorumla çok karşılaşmadım. Gayet fıkhî, kesin, kati, buyurgan, sınırları çok belli olan; ‘bu böyledir, bitti!’ anlayışı hâkim.
Cerrâhîler’de batınî yorumlara daha çok rastladım. Örtünme ile ilgili mülâkat yaptığım bir hanım –kendisi oldukça ünlü birisinin eşiydi- bana ‘erkeklerin ilgisini çekmemek için örtülü değilim ben; örtünmek bu değil, abdest de öyle; temizlik değil. Bunların vücuttaki enerjilerle ilgili çok farklı bağlantıları var, buna artık farklı yaklaşmalıyız. Meselâ ben makyaja da böyle bakıyorum; hafif bir şey yapılabilir. Oradaki maksat çok abartılı yapmamaktır’ demişti. Dolayısıyla bir şeyin görünenden çok farklı anlamları olabileceğine dair yorumları Cerrâhîler’de daha çok duydum.
Modern insanın bir anlam arayışı, kent yaşamında bir buhran durumu, hız ve haz odaklı yaşamdan dolayı bir bunalmışlığı var. Ama bir taraftan da çok sorumluluk yükleyen, çok sınırlandıran, çok komut veren bir dinden uzaklaşma da var. Nesil farkı da var tabii bunda. Dolayısıyla Cerrâhîliğin gidişatı daha popülerleşir kanaatindeyim.
Bir de bunlar psikoloji gibi alanlara meraklı olan insanlar. Biraz önce belirttiğim gibi annelerinden dolayı veya yaşadıkları ortamdan dolayı önceden bir tasavvuf tecrübeleri olmasa çok farklı gruplara da kayabilecek bir kitle barındırıyor aslında. Bu çerçevede psikoloji ile de çok ilgileniyorlar. Bazı psikoloji ekollerine mensup psikologlar var içlerinde, hatta meşhur psikiyatrlar da var. Rüya, modern psikiyatrinin ve psikolojinin kullandığı, insanların problemlerini çözümlemede, analiz etmede başvurduğu bir kaynak. Dolayısıyla kendi branşlarında çalışırken o rüyalara anlam yükledikleri, rüya yoluyla terapi yaptıkları için dinin batınî boyutuyla daha fazla ilgililer. Tekkede de buna yönelik şeyleri direkt Efendi’nin ağzından duymasam da hanımların ağzından duydum. İsmailağa’da söylem olarak var ama batınî anlama, en azından ben bir buçuk senelik gözlem sürecimde çok rastlamadım. İlgimi çeken bir şeydi meselâ hiç mehdi söylemiyle de karşılaşmadım.
İki grupta da mı karşılaşmadınız mehdi söylemiyle?
Hayır, karşılaşmadım. Dolayısıyla mesih, kurtarıcı, mehdi gibi bir başlık hiç yok kitapta. Çünkü gömülü teori biraz öyle; sahada görmediğiniz bir şeyi siz kafanızdan oraya yazamazsınız. Olmaması da ilgimi çekmişti; çünkü 15 Temmuz sonrası biraz böyle şeylere de odaklandım, ‘acaba Gülen hareketine benzer bir yerleri var mı’ diye. Hiç mehdiden, mesihten bahsedildiğini duymadım. Ama daha mahrem toplantılarında, tarikat derslerinde gündeme getiriyorlarsa bilmiyorum. O toplantılara da ben giremezdim zaten.
Bu iki dinî grubun geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Ruşen Çakır’ın ‘Ayet ve Slogan’ kitabında bir tespiti var: ‘Cerrâhîler’in insanlara buyurgan bir din dili kullanmadığını, özgürlük tanıdığını, modern kentli bireyi kendi hâlinde bırakıp, dinî arayışlarına, anlam arayışlarına da cevap verdiğini’ söylüyor. Kesinlikle katılıyorum. Dolayısıyla ‘yükselen bir trend, bir hareket olacak Cerrâhîlik’ diyor 1990’da; aradan 30 yıl geçmiş. Bence bundan sonra daha da çok olabilir. Çünkü modern insanın bir anlam arayışı, kent yaşamında bir buhran durumu, hız ve haz odaklı yaşamdan dolayı bir bunalmışlığı var. Ama bir taraftan da çok sorumluluk yükleyen, çok sınırlandıran, çok komut veren bir dinden uzaklaşma da var. Nesil farkı da var tabii bunda. Dolayısıyla Cerrâhîliğin gidişatı daha popülerleşir, daha çok müntesibi olur ve daha çok revaç bulur kanaatindeyim.
İsmailağa da değişir kanaatindeyim; belki o söylemi korur, ama şekilde korur. Görebildiğim kadarıyla içerdeki gençleri istediği gibi dizayn edemiyorlar. Bunu kendilerinden iki cümle ile özetleyeyim; Fatih’te çok ünlü kitapları da olan bir Hoca Hanımın sohbetinde idim ve bu Hoca Hanım’ın sohbeti İstanbul’un dört bir tarafından gelen hoca hanımlara yapılan bir sohbet; yani üst mercide bir Hoca daha alttaki hocalara, ilçe hocalarına, mahalle hocalarına ders veriyor gibi düşünelim. Orada demişti ki: ‘Kendi çocuklarımıza sözümüz geçmez, geçmiyor’. Bu şunu gösteriyor, -benim gözlemlediğim de buydu- genç nesil ile aralarında büyük bir diyalog kopukluğu var; yani ortak bir dilleri yok denecek kadar az. Çoğunluğu çocuklarıyla hep bir çatışma hâlinde.
Meselâ bazı ailelerde anne çarşaflı ama çocuk kesinlikle örtünmek istemiyor veya örtülüyse açılmak istiyor. Cemaatin içinden çok olaylı boşanmalar var ve bunu saklamaya, örtmeye çalışıyorlar. Cemaatin içinden evlenmeye yönelim gitgide azalıyor. Bir kere erkek okumuşsa, üniversite tahsili görmüşse, -çünkü erkekler ekonomik olarak aileyi idame ettirmek ile mesûl olduğu için kadınlara yasak olan alanların erkeklere her zaman için sonuna kadar açık olduğunu savunuyorlar ve okutuyorlar erkek çocuklarını. Kamuda yer almasını da çok istiyorlar- dışarıyı tanımış ise cemaatten evlenmek istemiyor.
Kadınlar Çarşaf Giyerek Manevî Bir Makama Eriştiklerine İnanıyorlar
Kızlar için de şöyle; hem sosyal medyadan hem görsel-işitsel medyadan gördüğü erkek profilleri var. Bunlara ister TV programları ister diziler deyin, ayrıca arkadaşları ve akranlarının evlendiği erkek profillerini de görüyorlar ve kendi cemaatinden biriyle evlenmek istemiyorlar. Evlilik görüşmesi yapan iki kız ilgimi çok çekmişti. Bunlardan biri dedi ki: ‘İsmailağa tarafı çok baskın geldi bana, şalvar gibi bol pantolon giymişti’. Ben de: ‘Tamam, sen de aynı cemaattensin, ne güzel işte, sen de çarşaflısın ve çarşafı çıkartmamayı ön şart olarak koymuşsun’ dedim. ‘Yok ben bu kadar baskın cemaatten olmasını istemem’ dedi. ‘Ama namazı, abdesti olsun istiyorsun’ dediğimde ‘namazı, abdesti olsun ama bizim cemaatten olmasın ben ona öğretirim’ şeklinde cevap verdi. Yani ‘benim istediğim kadar İsmailağacı olsun’, bunu böyle formüle ediyorum. Diğeri de şunu demişti: ‘Benim özgürlüğümü kısıtlayacak bence bu genç’.
Şaşırdım, ‘nasıl yani?’ dedim. ‘Ben, çalışan bir hanıma akşamları saat 10’dan sonra Kur’an öğretmeye gidiyorum’ dedi. Görüştüğü çocuk için -yine İsmailağa’dan- ‘bana bir kadının yalnız başına gece oraya gitmesi, yürüyerek gitmesi doğru değil diyecek ve kısıtlayacak gibi geldi’ dedi. ‘E siz böyle inanmıyor musunuz? Siz de bunları benimsemiyor musunuz?’ dediğimde, ‘ama ben böyle büyümedim, ben özgür büyüdüm, bu kadar kısıtlamaya gelemem’ şeklinde cevap verdi. Bu ifadeler bize cemaatin geleceğiyle ilgili önemli işaretler veriyor.
Modern kentte yaşıyor, evleneceğim erkek ‘benim istediğim kadar İsmailağacı olsun, tamamen İsmailağacı olmasın’ şeklinde bir bakış açısı var. Genç kızlar kendi gruplarından biriyle evlenmeyi neredeyse hiç istemiyor. Benim en çok ilgimi çeken bu olmuştu. ‘Ama sen kendin çarşafı çıkartmıyorsun, karşındakine bunu ön şart olarak koşuyorsun’ dediğim zaman da, gayet bireysel bir yaklaşımları var, ‘ama bu benim ön şartım, kabul etmiyorsa zaten görüşmez’ dedi birkaç genç kız.
Çarşafı özgürlük olarak mı, yani dışarı çıkabilmenin, aktif olabilmenin bir aracı olarak mı görüyorlar?
Giyince bir daha çıkarılmaz anlayışı var. Başka hiçbir örtünme biçimi onun sağladığı tesettürü sağlayamaz çünkü. O yüzden bazıları tesettürlü mayo ile bile denize girmiyor, o tür tatil beldelerine gitmiyor; çarşaf dışında hiçbir şeyin tesettürü sağlamadığını düşündüğü için. Ayrıca çarşafla manevî olarak eriştiği bir makam var; Mahmut Efendi’nin duasına mazhar olacak, cennette belli bir yeri olacak, onu kaybetmek istemiyor. Aslında çok özgürlük olarak da görmüyor; günahlardan koruyan bir kalkan olarak görüyor desek daha doğru olur. Yani ‘istesem de yapamıyorum onu zaten, çarşaflı olduğum için yapamıyorum’ şeklinde düşünüyorlar.
Söyleşinin ilk kısmına buradan ulaşabilirsiniz:
Bambaşka İki Dinî Tecrübe Alanı: İsmailağa Cemaati ve Cerrâhîler