Byung-Chul Han, Psikopolitika ve Dijital Esaret
Sermaye, kaos ve değerin ‘libidinizasyonu’ ile büyür. Durmaksızın kendini yeniden icat etmesi sistematik olarak şiddet içerir; alışkanlıkları öğütür, varoluşsal bölgeleri yok eder ve istikrarı ortadan kaldırır. Sermayenin işleyişi bir RIP [radikal biçimde istilacı] mermisi gibidir. Küçük, kompakt ve zarif şekilli bir RIP sadece vücuda nüfuz etmekle kalmaz. Bir dizi patlamayı tetikler ama bedeni parçalamadan ondan çıkarılamaz.
Geç kapitalizmin estetik ve duygusal araçları -kolaylaştırma, oyunlaştırma ve bir asırlık reklamcılıktan sonra hayatın her alanında (zenginlik, yetenek, hatta görünüş) “hak edildiği” gibi deneyimlenen o sonsuza dek ulaşılamaz ‘nihai haz’ ya da ‘katma değer’- benzer biçimde pürüzsüz ama aynı zamanda ölümcüldür. Aracı olmaksızın, otomatikleştirilmiş sefalet üretirler.
Psikopolitika
Byung-Chul Han‘ın 2013 yılında yayınlanan kitabı ‘’Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknolojileri”, neoliberal boyun eğdirme stratejilerini Foucault’nun biyopolitikasına, Deleuze’ün kontrol toplumuna ve Stiegler’in psiko-teknolojik telekrasisine (insanların televizyon iletişimi yoluyla tüketimin zorlayıcı yaratıklarına indirgenmesi) yerleştirdiği tek bir kavrama, daha doğrusu operasyona bağlama girişimidir.
Karakteristik olarak Lao Tzu ve Nietzsche’yi anımsatan, ancak Baudrillard ve Žižek gibi düşünürlerin kültürel güncelliğiyle tınlayan ve vecize kabilinden bir üslupla yazılmış olan Psikopolitika, Han’ın iktidar operasyonlarının içselleştirilmesi, zamanın ortadan kalkması ve katılımcı gözetim üzerine bir derlemedir. Kitap aynı zamanda büyük veri analitiğinin mikro-hedefleme ve dijital bilinçdışının şekillendirilmesi üzerindeki etkilerine de ışık tutarken temel iddia olarak Batı’nın aziz özgürlük kavramının bir başarısızlık olduğunu ileri sürer. Hatta o kadar ki, [bu özgürlük sonunda ç.n.] köleliğe sebep olmuştur.
Eğitim, din, tıp ve cezaevi kurumlarında yüzyıllardır süren biyopolitik disiplin (Foucault), parçalanmış bireylere veya ‘parçalanmışlıklara’ (Deleuze) hükmeden uzaktan ve teknolojik olarak sofistike kontrol mekanizmalarına yol açmıştır. Bu durum ayrıca Han’ın ‘psikolojik programlama ve yönlendirme yoluyla hakim sistemi istikrara kavuşturan ve sürekli kılan bir tahakküm teknolojisi’ olarak tanımladığı yaygın dijital gözetime ve vericiliğin- hem değer çıkarma hem de açık kontrol amacıyla her yerde veri toplama- putlaştırılmasına yol açmıştır.
Kurban Edilemeyen Ama Öldürülebilen Kutsal İnsan
Hiç şüphesiz, siyaseten doğru sözcükleri büyüme, fırsat ve potansiyel olan bir cebir çağında yaşıyoruz. Agamben’in, kökleri Schmittçi istisna durumuna ve modernitenin planı olarak yorumladığı İkinci Dünya Savaşı toplama kampının uzamsal-zamansal dispozitifine dayanan “kutsallaştırma” nosyonu, özellikle, kampta ve kamp tarafından yaratılan aşağılanma ve feda edilebilirliği, ayrı bir tarihsel olay olarak değil, neoliberal zorlamanın tekrarlayan döngülerinde işlemeye devam eden performatif bir kalibrasyon olarak anlaması dikkate alındığında, daha güncel olamazdı: Agamben’in öne sürdüğü gibi, ‘hepimizin neredeyse homines sacri’ olmamızın nedeni, homo sacer’in öldürülebildiği ama kurban edilemediği antik Roma hukuku gibi paradoksaldır. Polis’ten dışlanan homo sacer çıplak yaşama mahkûm edilmiştir.
Yine de onu dışlayan güç -egemen yasak- aynı zamanda onu dışlama yoluyla, yani feda edilebilir, değersiz, insan-altı bir yaratık olarak içerir.
Han, dijital neoliberalizmde ‘günümüzün homines sacri’lerinin dışlanmadığını, aksine ‘sistemin içine kapatıldığını’ öne sürüyor. Daha isabetli olamazdı. D. Eggers’ın 2013 tarihli Orwellvari romanı The Circle’ın, herkesin kayıtlarını, verilerini ve işlemlerini hayatın her alanına bağlayan ve depolayan dijital arayüzler aracılığıyla yöneten ve her şeye gücü yeten bir şirkette geçmesi, çağdaş tekno-neoliberal ‘sistemin’ giderek daha doğru bir tanımı olduğunu kanıtlıyor.
Han’ın Agamben okuması, boyun eğdirme ile özgürlük arasındaki paradoksal ilişkiyi gözden kaçırmaktadır; bu ilişki bir ayrılık ya da karşıtlık ilişkisi değildir. Han’a göre neoliberalizm yalnızca ‘özgürlüğü sömürür’. Benzer şekilde, Bentham, Berlin ve negatif özgürlüğün savunucuları gibi yazarlar pahasına Hegel ve Marx’ı okuması -kısıtlamalardan kurtulma ve tam olarak istediğini yapma özgürlüğü, rasyonel bir fail olarak insanoğlunun felaket kavramına dayanır- uyumu teşvik eden sosyal medyadan ayrılmamız ve amaçlı aptallığın peşinden gitmemiz gerektiğinden başka bir sonuca varmayı imkânsız kılar.
Aptallığa çağrı terapötiktir ve açıkçası keyif vericidir. Etimolojik olarak ‘aptallık’ hem bedensel mizaçların belirli bir karışımına hem de bir kişinin bu mizaç karışımına dayanan belirli bir dünya algısına atıfta bulunur. Zekâ, halihazırda var olan sistemle sınırlı seçimleri ifade ederken, aptallık kasıtlı ve inatçıdır.
Bu önerinin güzelliğine rağmen -Dostoyesky’nin Budala’sının (Kont Mişkin) ne cevaplayabildiği ne de hatırlayabildiği, ancak tüm sözel eylemlerini engellemeye devam eden bütün soruların sorusuna olan takıntısını düşünün- daha az hümanist ve daha medyatik bir yaklaşımın farklı bir sonuca yol açıp açmayacağı merak konusudur.
Örneğin; duyguları orandan, bedeni zihinden ayıran modası geçmiş bir teori ve bunun sonucunda bedenin biyopolitik olarak disipline edilmesinden zihnin uzaktan, aracısız programlanmasına doğru bir ‘ilerleme’ yerine, algoritma güdümlü veri politikası ve bunun insanlar, insan olmayanlar ve çevre üzerindeki etkileri üzerine bir tartışma. Bununla birlikte, Han’ın geniş çapta çevrilen eserlerindeki sürekli kaygısı, tam da turbo-kapitalizmin insan failliğini ve öznelliğini sistematik olarak yok etmesi olmuştur.
Sürgün Edilmiş, Yakılmış ve Parçalanmış; Yorgunluk Toplumu
Byung-Chul Han’ın 2010 yılında yayınlanan ve en çok bilinen kitabı olan ‘’Yorgunluk Toplumu’’nda neoliberal özne-projenin içinde bulunduğu kötü durumu özetliyor. Başarı zorunluluğu tarafından yönlendirilen özne-proje -Freudyen süperego, ego ve id’in ideal ben’de birleştiği- artık bir başkası tarafından sömürülmüyor, bilakis kendi kendini sömürüyor.
Bunun nedeni, hayatın genel olarak projelendirilmesi ve yurttaşın neoliberal olarak sorumlu hale getirilmesidir. Bu da, diğer pek çok şeyin yanı sıra, toplumsal sorunların bireyin ruhuna indirgenmesi sonucu ortaya çıkar. Bir proje olarak özne, işgal ettiği uzay-zamandan kovulur, çünkü projelendirmek hem uzayda hem de zamanda fırlatılmak anlamına gelir.
Çılgın hiperaktivitenin meta amacı performans etkinliği olsa da -özne ideal benliği haline gelmek için performans gösterir- bunun tam tersi elde edilir: Tam bir yetersizlik.
Tükenmişlik ve depresyon olarak tezahür eden özne-olma projesinin tamamlanamaması, (benliğin) feda edilebilirlik durumuna indirgenmesiyle sonuçlanır.
Zamanın Kokusu ve Kafa Karıştırıcı Hız!
‘’Zamanın Kokusu: Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme’’ adlı kitabında Han, hakikatin zamanla ilişkisini; daha açık bir ifadeyle, hakikatin mutlak bir değer olarak değil, temel varsayımların istikrarı olarak ortadan kayboluşunu tartışıyor. Bunun karşıtı olan karşı-zamansallığı da ele alıyor. Ritimden ve yolun semantiğinden yoksun olan -eskiden mesafe, çaba ve beklentiyle ilişkilendirilen uzamsal ve zamansal oluş, şimdi her şeyin ve insanların anlık uygunluğuna doğru düzleştirilmiştir- karşıt zamansallık, kaçırılmış fırsatlar ve başarısız bağlantılar hissi yaratır. Bu durum, dijital kayıt cihazlarının geçmiş anları tekrar tekrar geri getirmesiyle daha da kötüleşiyor; bu da tanıdık, yarı unutulmuş, son derece samimi ve düşünülemeyecek kadar uzak olan arasındaki farkı yok ediyor.
Han, Deleuze ve Guattari’yi yankılarcasına, aracı mekanlar ve zamanlar -ya da aralıklar- olmaksızın deneyimsel dünyanın yapısının, ‘geçici izlenimlerin kaosuna’ dönüştüğünü öne sürer; burada kaos yaratıcı türbülans değil, tüm anlam yaratma olasılıklarını yok eden sonsuz, kafa karıştırıcı hızdır.
Eros’tan Ayrılan Logos: Eros’un Istırabı
Eros’un Istırabı kitabında Han, Schmitt’i izleyerek ‘immünolojik öteki’ kavramını ortaya atar: indirgenemez farklılığın anlaşılmaz, hatta tehlikeli ötekisi. Küreselleşmiş dünya, tanımı gereği metaların kitlesel dolaşımı için gerekli olan, standartlaştırılmış bir aynılık dünyasıdır. Bu bir ‘aşırı engellenme ve sınırların çözülmesi’, bir deşarj biçimidir. Radikal farklılığı ‘aynının daha fazlası’ndan ayıran immünolojik eşik burada düşürülmelidir. Çünkü ötekiliğe karşı güçlü bir immünolojik tepki, küresel iletişimsel ve dağıtımsal akışları engeller. Son derece dönüştürücü olan bilgi de enformasyona indirgenmelidir; bilgi çoğaltılabilir ve daha hızlı hareket eder.
Eros’un Istırabı’nın ana argümanı, küreselleşmenin düzleştirici işleyişinin logos’u eros’tan ayırdığı ve giderek artan deneyimsel ve bilişsel yoksullaşma ürettiği yönündedir.
Logos olmadan eros otantik arzu, canlılık ve duygulanımdan yoksundur. Erozyon olmadan logos sıradan ‘veri odaklı hesaplamalara’ indirgenir.
Ne Katılım Ne Diyalog: Simülakr!
Sürü İçinde: Dijital İhtimaller (In the Swarm: Digital Prospects) kitabında Han, Barthes’ın ardından ‘bir imge ve nesne olmama’ hakkı olarak tanımladığı mahremiyetin dijital erozyonunu ele alıyor. Almanca’da dikkate alma anlamına gelen rücksicht ile Latince’de izlemek anlamına gelen spectare sözcüklerini yan yana getirerek, hem imgelerin, şeylerin ve insanların daimi aşırı-görünürlüğü ve aşırı-mevcudiyeti hem de bu aşırı görünürlüğe aşırı maruz kalma haline karşılık olarak pornografi temasını geliştiriyor.
Han, Şeffaflığın zorbalığının ve sosyal medyadaki katılımcı gözetim uygulamalarının uyum sağlama zorunluluğunu yinelerken aynı zamanda isyan potansiyelini de zayıflattığını savunuyor. Han’a göre dijital ‘belalar’ dijital iletişimin özgün bir olgusudur. Çünkü ne katılımı sürdürür ne de diyaloğu derinleştirir. Tek yaptıkları simülakrik egzoz valfleri gibi davranmaktır: Duygulanımları boşaltırlar!…
Dr. Natasha Lushetich Kimdir?
Sanat geçmişi olan disiplinler arası bir teorisyendir. Araştırmalarında intermedya ve eleştirel medyaliteye odaklanıyor; küresel sanat, kültürel bilgide duyusal deneyim, biyopolitika, performans. Singapur’da Disiplinlerarası Uygulamalar ve Görsel Çalışmalar alanında kıdemli öğretim görevlisi olarak çalıştı. Dundee Üniversitesi’nde Çağdaş Sanat ve Beşeri Bilimler Araştırma Konseyi Liderlik Üyesidir. Bazı kitapları: Disiplinlerarası Performans, Nekropolitiğin Estetiği, Aklın Ötesinde, Büyük Veri: Yeni Bir Ortam mı?, Dağıtılmış Algı, Beden-Mekan-Teknoloji, Çağdaş Estetik…
*Hemhâl için çeviren: Ozan Polat
*Kaynak: https://mediatheoryjournal.org/review-natasha-lushetich-on-psychopolitics-neoliberalism-and-new-technologies-of-power-by-byung-chul-han/