‘Ka’bul’un anlattığı İslam’la Ebuzer’in ki geceyle gündüz kadar uzaktı birbirine. İnsanlar mal mülkle alakaları nispetinde hangi yorumu benimseyeceklerine karar veriyorlardı… Söylediklerine kulaklarını kapayanlar Ebuzer’in çığlığını daima duyacaklardır…’
Bazen geç haberdar olduğunuz için üzüldüğünüz ama en azından artık tanışıp okuduğunuz ve bildiğiniz için sevindiğiniz kitaplar vardır. Yine bazı kitaplar okuyup bitirdiğiniz yerde kalmaz, sonraki hayatınızda size eşlik eder. Bir arkadaş, sırdaş ve yoldaş gibi o kitaplar da akıl, ruh ve kalp dünyanızda yaşamaya devam eder. Sami Özbil’in ‘Çöl Kimseyi Sevmiyordu’ romanı benim için öyle bir eser. Kitabın başındaki kısa biyografide yazarın iki ayrı müebbet hapis cezası onaylanan politik bir hükümlü olduğunu öğreniyoruz. Özbil’in şiir ve başkaca edebi eserleri de bulunmakta. Yazarın kendi hikâyesinden bazı notları yazının sonuna bırakarak eser üzerinden kısa bir yolculuk yapmalı. Elbette bu yazı ve kitabın hikâyesine dokunacak ifadeler literatürel bir analiz teşebbüsü değildir. Edebi çözümleme yetkinliğine sahip olmadığımdan ve ilk defa bir roman üzerine bir şeyler yazan biri olarak niyet ve amacım belki de Nevres’e ve yazarına kitap sonrası vefa borcu hissetmemdir.
Roman, hem tarihsel olanı hem de günümüz dünyasıyla güncel olanı içkin hissettiriyor. Klasik siyer kitaplarından ve hatta siyerin romanlaştırılmış versiyonlarından da oldukça farklı. Tarihi bir siyer değil, ancak Çöl Devrimi’nde sadece Nevres’in hikâyesi değil aynı zamanda Asr-ı Saadet’in Nevres’in gözünden bir serencamı.
Kitabı okurken Said Nursi’nin ‘Risalet-i Ahmediyye’de ifade ettiği ‘’Gel, asr-ı saadete, Ceziretü’l-Arab’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz’’ söylemini hatırladım.
Hz. Muhammed’in mesajı, insanlık tarihinde önemli bir eşik. Modern zamanlara en yakın ve pek çok açıdan sürekli dinamik bir dinin doğuş süreci. Kimine göre devrim, ihya ve inşa. Ahlak, adalet ve özgürlük çağrısı. Batıla karşı hakkın ve karanlığa karşı aydınlığın sözü ve sesi.
Bugünden Geçmişe Uzanan Klasik Siyer Bilgilerinin Dışında Bir Anlatı
Klasik siyer bilgilerinden ziyade ve bilindik isimler dışında, sanki buradan o zamana uzanmış, yazarın güçlü edebi diliyle ve Nevres’in gözüyle; hayalen de olsa size o zamanı ve o mekânları seyrettiren ve sahne sahne dalgalanan çöl ve dağ rüzgârı manzaraları…
Tabi ki ‘Çöl’ yalnızca bir metafor değildir. Güneşin kızıllığıyla kumların buluştuğu mekânlarda ‘kalbi aysız gece kadar karanlık adamlar’ da vardır.
Kervanlar, zenginler, köleler, ömre bedel aşklar ve cenk gürültüsü.
Çöl, aynı zamanda metafordur. Ta ki aşk için dağlara yolculuğa kadar.
Nevres’in, köle Leyla’ya şiir yazmak için yaşlı Kubey’e düşer yolu ‘El-Ekrad dağlarındakilerin dilini biliyor musun?’ diye sorar. Çöl’den Dağlara doğru başlar yolculuk. Leyla için, aşk ile.
Leyla kendisini arasında suların aktığı dağlara, kartalların ve aslanların olduğu, doğduğu topraklara götürebilecek birine o kadar ihtiyaç duyuyordu ki.
Sonunda ayrılığı getirecek bir yolculuktur başlayacak.
Diyar-ı Ekrad’ı bilmezdi Mekkeli Araplar. Savaşçısı çok bir kavmin memleketi. Leyla’nın soyundan ve memleketinden korkanlar ‘cinlerin aşireti’ diye bahseder; ’Taifetun Minel Cin’.
Leyla anlatır; atların nallarını eriten çöl kumundan daha zorlu memleketin dağlarını.
‘Herkes çalışır ve her şey herkesindir. İnsanların ise hiçbiri diğerine ait değil.’
Nevres, Ekrad dağlarının nasıl yerler olduğunu anlayamaz. ‘Masal mı kâbus mu?’ diye de düşünmeden edemez.
Bin badire ile son bulur yolculuk Ekrad dağlarında. Leyla özgürdür artık ve kavuşmuştur ailesine. Annesi Avşin ve kardeşi Çiya’yla kendi diliyle konuşur. Leyla’ya ’Binevş’ diye seslenirler… Yıllar sonra dahi unutmamıştır kendi dilini. Esirliği boyunca sadece kendisinin duyabileceği bir sesle her gün ‘kendi kendimle konuştum’ der Nevres’e.
Nevres için vuslat yoktur. Ancak, özgürdür artık Leyla.
Yine de içinden ‘yüzün aydınlık, ismin karanlık. Ne olur ismine benzeme Leyla’ diye geçirir Nevres. Sonra da, yıllar evvel ihtiyar Kubey’in ‘ismimiz kaderimizdir’ dediğini hatırlar.
Ya Leyla adı, Nevres’in yazgısına dönüşürse…
Çöl hakikaten çöldü demek; hayat bütün renkleriyle dağlarda açmıştı. Karşılıksız aşktan ve ters lalelerin olduğu, Muhammed’in bahsettiği cennetten bir köşe gibi bulduğu Ekrad dağlarından Çöl’e dönüş vakti gelmiştir.
Sevda yolculuğu, yerini bir hakikatin seyrine bırakacak ve yeni bir dinin doğuşuna şahitlik edecektir.
Çöl ve Nevres…
Ebu Kasım…
Mekke’nin zalim zenginleri karşısında aydınlığın temsili.
‘Uyandın mı?
Ver elini…
Ben yere düşene el uzatanın dostuyum’ der Muhammed.
Yüzü aydınlanır Nevres’in.
Şahittir Hz. Muhammed’in çağrısında karşılaştığı zorluklara, aydınlığın karanlığa karşı mücadelesine ve vefatı sonrası şahittir İslam’ın nurunun perde perde sönmesine.
‘Zalimlerin ve zenginlerin tövbeleri kolay kabul edilmez… Resulullah, dünya malını biriktirmedi, siz de kendinizi yerlere atarak ağlayacağınıza onun ahlakını takip edin!’ diyen Ebuzer ile ’savaşçılar hakikatte çok yalnız insanlardır, yalnızlar ise çabuk ağlar’ ağlayan Ali ile arkadaş ve yoldaştır Nevres.
Şahittir Hz. Muhammed’in çağrısında karşılaştığı zorluklara, aydınlığın karanlığa karşı mücadelesine ve vefatı sonrası şahittir İslam’ın nurunun perde perde sönmesine.
Ve der Ali’ye: ‘Adalet bazen düşman kazandırır’ diye.
İç çekişmeleriyle iç içedir peygamber sonrası dönemin karmaşık hallerine.
Bir badireymiş Leyla uğruna vefa, bin bir dert ve bela imiş hak uğruna peygamber sonrası cefa.
Çöl insanı, ayağı her adımda kuma değsin ister. Dağlarımız bile vakti gelince kuma dönecek kayalardan ibaret değil mi? Çocukluğumuzun kayaları tuz gibi ufaldı biz adım adım büyürken.
‘Kum dediğin yersiz hayallere kapılan kayaların gözyaşıdır’ diyen annesini hatırlar ve o gözyaşlarına basarak huzur bulamayacağını bilir.
Yıllar evvel El Ekrad’dan dönerken kendisini hayata bağlayan sebep kalmadığından hüzne boğulmuştu Nevres. Şimdi de hayatla arasında bir hayal mesafesi.
Çölün ve dağların hakikatine kıyısında durduğu ve belki birazdan kendisini yutacağı deniz de eklenir.
Dağların menzili çöl, çöllerin menzili suydu…
Ve artık çok huzurluydu…
Peygamberin Hatırasını İncitme Kaygısına Verilmiş Rikkatli Bir Cevap
‘Çöl Kimseyi Sevmiyordu’ dört duvar arasından yazılmış, dili ve söylemiyle böylesi önemli bir dönemi yalnızca dünün değil, belki bugünün ve hatta geleceğin gözüyle bambaşka türlü resmediyor. Eserin yalın olduğu kadar yer yer ağdalı dili bugünün insanını çöllerde yepyeni bir karakterle dolaştırıyor.
Kuşkusuz yeni dinin doğuşuna şahitlik, edebi olanın reel ve politik dünya ile de imgesini kuruyor. Belki de geçmişle birlikte şimdiyi de deşifre ediyor. Özelde meta ilişkileri bağlamında sınıflar mücadelesini de eksik bırakmıyor. Uçsuz bucaksız çöllerin ve dağların, gerçekliğe dokunduğu kadar suyla buluşması bana metafiziğin de kapısını araladığı hissi veriyor. Ancak yine de ana karakteri ‘iman’ edip etmemesiyle değil, tarih karşısında ki duruşuyla ve yanında olduğu yoldaşlarıyla biliyoruz.
Özcesi kendi farkını tarihin bilindik gerçek kişilerinden ziyade bugünden o zamana uzanan bir gözle İslamiyet’in doğuşuna yeniden tanıklık ediyor. O güzide tarihin sayfalarına ‘yeni’yi yeniden keşfettiğini tahmin ettiğim ‘nev’den türemiş Nevres ismiyle dâhil oluyoruz.
Pek ala Nevres, okuyucunun kendisi kadar yazarın hikâyesinden ve çağlayan ruhundan ayrı görünmüyor. Sami Özbil’i tutuklu bulunduğu cezaevinden ‘İslam ve Sol Çalıştayı’na gönderdiği tebliğinde biraz daha yakından tanımış oluyoruz. Bayraktarlığını ‘burjuvazinin’ yaptığı din karşıtlığının da devrimcilere kilitlendiğini söylüyor. Anne ve babasının namaz kıldığı aşınmış bir seccade ve okudukları Kur’an’da çok şey görüyor ve kendisini tam da ailesinden öğrendikleri vesilesiyle ‘devrimci’ olarak tanımlıyor. O dönemde yaşasaydı Hz. Muhammed’in ordusu ve fikirleriyle olacağını ifade ediyor.
‘Çöl Kimseyi Sevmiyordu’ yazarın anne ve babasından öğrendiği ‘dindarlığın’ ve “Peygamberin hatırasını incitme’’ kaygısına verilmiş rikkatli bir cevap.
Sefa Mehmetoğlu